Sırrı Süreyya etkili bir konuşmacı. 23 Şubat’ta CNN Türk’ün Ankara Günlüğü programına katıldı. Urla’da ırkçıların BDP’lilere saldırdığı günün akşamıydı. Sırrı Süreyya’nın bütün hakikiliğiyle verdiği tokat gibi dersi dinlerken Türkiye’de meşruiyet algısının nasıl değiştiğini düşündüm. Aynı İzmir’de, Kürt siyasilerin konvoyunun yıllar önce taşlandığını da hatırlıyoruz. Yeni olan bu azgınlık değil. Yeni olan, Sırrı Süreyya’nın sözlerinin ırkçı saldırganlığı kat kat aşan bir toplumsal karşılığa sahip olması. Bir yanda, CNN’nin prime-time programında bütün ülkeye barış içinde bir arada yaşama çağrısı yapan Kürt siyasetçinin güçlü sesi, öteki tarafta taşra lümpenlerinin şiddet gösterisi. Hangisi daha meşru bulunuyor artık bu toplumda? Ve biz bunu neye borçluyuz? Barış sürecine burun kıvıranlara sorun bu soruyu…Evet, Sırrı Süreyya ırkçılara ibretlik bir ders verdi…Fakat sorularla saçaklanıp giden uzun söyleşide tartışılmaya değer yaklaşımlarına da tanık olduk. İki nokta özellikle dikkat çekiciydi. Birincisi, “CHP oylarını böldüğünüz eleştirisi yapılıyor” sorusuna verdiği cevap, ikincisi ise “paralel devlet ve darbe girişimi” iddiaları karşısındaki değerlendirmesi.Sırrı Süreyya, CHP oylarının bölündüğü eleştirisini HDP’nin ideolojik kimliğinin farklılığına vurgu yaparak cevaplamayı seçti. Partisinin, CHP’yi de içine katan bir “sol üst kimlik” içinden tanımlanmasını kabul edilemez buluyordu. Bu çok anlaşılabilir bir itirazdı… Eğer şu cümleyi kurmamış olsaydı: “Bizi, oyları bölmekle eleştirmeye hakkı olabilecek tek parti, seçimlere kendi adayıyla katılan TKP’dir”… CHP ile kategorik farkına ilişkin tezini daha açıklayıcı kılmak için seçtiği yol, siyasi familyaları nasıl sınıflandırdığını ele veriyordu. Yani HDP, CHP’den demokratlığıyla değil, aynı TKP gibi anti-kapitalist devrimciliğiyle ayrılıyordu. Ona göre 20. yüzyıl Avrupa’sının siyasi şeması bugünün Türkiye’sinde de aynen yaşamaktaydı. (1) Sağcı (neo) liberaller, (2) düzen içi sosyal demokratlar, (3) devrimci sosyalistler… TKP ve birçok grupla birlikte HDP üçüncü kümede yer alıyordu ve kuşkusuz diğer iki kümeyle kapatılamaz bir mesafede duruyordu.Bu sınıflandırma, CHP’yi bölme algısına karşı “siyaseten” verilmiş bir cevap olabilir. Fakat, AKP’yi ısrarla neo-liberal bir parti olarak vurguladığı, özellikle de paralel devlet girişimlerini “sınıf içi iktidar kavgası” olarak nitelediği konuşmasının bütününe bakıldığında, işin basit bir “siyasi söylem” den ibaret olmadığı anlaşılıyor. Sırrı Süreyya ayan beyan 20. yüzyıl sosyalist teorisi içinden konuşuyor. Söyledikleri, bu paradigmanınTürkiye’nin somut siyasetinde hiçbir karşılığı olmadığının, dahası nasıl tehlikeler barındırdığının kanıtlarıyla yüklü.Hem evrensel haklar, özgürlükler ve demokrasi mücadelesini partinizin temel meselesi sayacaksınız, hem de koyu Stalinist, milliyetçi, totalitarizmde tavan yapmış bugünün marjinal TKP’sini sizi diğer tüm “düzen partilerinden” ayıran familya içinde göreceksiniz. O şemanın sizi bugünün Türkiye’sinde götüreceği yer tam da bu tür bir sürrealizmdir ne yazık ki.Toplumsal mücadeleleri, sadece üretim ilişkileri üzerinden tanımlanmış sınıf kavramıyla ve içeriği belirsiz, fetişleştirilmiş bir sosyalizm-kapitalizm karşıtlığıyla açıklamaya kalkarsanız, derin devletle meşru hükümet arasındaki çatışma da sizi pek ilgilendirmez. Egemen sınıfın kendi iç meselesi olur çıkar. Çözüme karşı elindeki bütün silahları kullanan derin güçle, Kürtlerle barış ve bölgesel ittifakın önemini kavramış meşru hükümet arasında fark göremez olursunuz. O teorinin pratiği ancak böyle olur.Fakat iyi ki olmuyor. Olmuyor çünkü bütün yaşayan, iddialı siyasi hareketler gibi Kürt hareketini de “soyut doktrinler” değil, reel siyasetin sert gerçekleri belirliyor. Başka türlü söylersek; biz bugün Kürt hareketinde gördüğümüz politik sağduyuyu sosyalist solun 20. yüzyıldan kalma teorik tasavvurlarına değil, 3o yıldır o isyanı yöneten kadronun siyasi derinliğine borçluyuz.Evet, Kürt hareketinin gücü bu teorilerden değil kendi önderliğinin siyasi aklından geliyor.Çünkü; Sırrı Süreyya gibi bir hatip, kendisinin paralel devlete ilişkin “sınıf içi iktidar kavgası” analiziyle Öcalan’ın “darbe” tespitini buluşturmaya çalışırken anlaşılmaz olup çıkıyor.Barış sürecinin “sosyal demokrat” bir parti yerine “neo-liberal” bir partiyle yürütülüyor olmasının yapısal nedenlerini biz onun sözlerinden anlayamıyoruz. Neden Türkiye değişirken muhafazakâr sosyolojiyle Kürtlerin yolu kesişti? Neden “ilerici laik sol” orta sınıflar ırkçılığa savruldu? Bunların cevabını bulamıyoruz biz Sırrı Süreyya’nın şemasında.Bulamayız da.Çünkü bu teori Türkiye’deki toplumsal mücadeleyi doğru anlamıyor. AKP’nin Kürt haklarına ve onun siyasal gücüyle anlaşmaya (örneğin TKP’den sonsuz kere daha) yakın olduğunu fark edecek düşünsel açıya sahip değil. Yine, neo-liberal klişesiyle kestirip attığı bu partinin sosyal politikalarından; yoksul sınıflara yaptığı geniş gelir transferlerinden habersiz. Onun ikili karakterini; bir yandan küresel entegrasyonun gerektirdiği liberal açılımları benimserken diğer yandan dışlanmış sınıflara tanıdığı maddi ve manevi yararları görmekten, analiz etmekten aciz. Bu teorinin İstanbul sermayesi-laik orta sınıflar-CHP bütünleşmesine getireceği bir açıklama yok. Gözünün önünde yaşanan derin devlet meşru hükümet kavgasının önemini kavrayabilecek kadar bile demokrasi nosyonu barındırmıyor.Bunları yakalayamayan bir bakış açısı AKP ile rekabet edemez. Demokratikleşmeyi ileriye taşıyacak yeni bir güç bu zeminden yükselemez.Böylelikle söz, üzerinde tartışmalar yürütülen “üçüncü yol”a geliyor…Kanımca, Sırrı Süreyya’nın sözlerine sinmiş ideolojik teorik paradigmayla Kürt siyasi hareketinin sentezinden Türkiye’de demokratik değişimi taşıyacak bir üçüncü güç çıkabileceğini umanlar yanılıyorlar. Kürt hareketi ya bu teorinin taşıyıcılarını asimile edip aşacaktır, ya da yol arkadaşlığı onların sandığından daha kısa sürecektir.
Sırrı Süreyya Önder’in düşündürdükleri
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik