Bir ara anılarımı yazdıydım, daha doğrusu 15’imde tutmaya koyulduğum günlüğü, hiçbir düzeltme/ekleme yapmadan bastıydık, Ah Benim Akortsuz Kalbim’di adı…(Altın Kitaplar)
70’li yıllardan darbeye uzanan dönemde, sokağın, siyasetin,dilin ayarının nasıl bozulduğu, gündelik kayıtlar, hatta kitaplar ve sevdalar, şarkılarla , usul usul geçiyordu arka fonda.
Kapakta bu ad olacaktı, iç kapağa ikinci ad eklemeye heves ettiydim, ‘Düzen Tutmaz Sol Yanım’…Uzun olur deyip, vazgeçtik.
Hayat kısa, kitap adları kısa, hüzün uzun, ayarsızlık betermiş meğer…Elbet sol yanın düzen tutmaması, en beteriymiş, hem siyaset, hem aşkta…
Az önce kitap satış sitesinde bir kapak gördüm, ‘Slm Cnm Nbr?’
Kınamak için söylemiyorum, cep telefonu ekranlarında gezinip duran bu budanmış kelimelerle gülümseterek bir hazin olguyu vurgulamış…
Olay budur, sayın seyirciler…Seyretmekle yetinen, susarak bir büyük yanlışa , çıt çıkarmayıp yahut, farklı yollardan bigane kalanlar, yanınız sıra ben de suçluyum …Sayın okurlar , sayın olamayanlar, hem okuyup hem seyredenler…Başıbozuk bir dille canım kendim, muhteşem aklım, derken çalıyı baştan sürüyüp, zekasını ortaya koyanlar…
Son zamanlarda kimilerinizin her iki dilinden de, söyleyişinden, zavallı çıkışlarından da dertli yim, efendim…
‘Hey, dostum, selam!’ dendiğini saymıyorum bile, Türkilizce bu söyleyiş, fevkaladenin fevkinde bir örnek, geçelim. ‘Kendine iyi bak’ gibi…
Üsteleyerek arkadaş olduğu birine (bu biri bende’niz oluyor), nice sonra, ‘ne işle meşgulsünüz?’demek gibi…
Kelalaka bir hanımın, siyasi kasıtla ‘ne vakit döndünüz, anlatsanız da öğrensek?’ veciz sorusu gibi…(Bu hiç değilse sizli bizli…)
Bende’niz hala deli gibi okuyup, az deli ve zerrece akıllıyım sanarak yazmaktayım, ki bu yazmak bildiğiniz gibi değil, yayınlanmasa da yayınlanmış yapıt sayısınca, yazılanlar (m.ü.ü yahut ç.i.ü; bunların açılımı, masa üstü ve çekmece içinde beklemek zorunda bırakılan) üretim oluyor…
Kendi dilimi, hem konuşma hem yazma dilimi zamanın behri ve alışık olduğumuz dil tadı ile harmanlamaya gayret ederek, kıvamında söyleyerek yeni kalma gayretimiz, kimilerinin bu tür yakışıksız söz silahlı saldırısı karşısında bozguna uğratılamasa da, gönülden yaralanabiliyor.
Kimi arkadaşlarımıza face üstünden, alenen, yahut köşe yazılarına yorum diye düşülen küfr’leri görünce, Allah beterinden esirgesin diyesi geliyor insanın…Diline vuranların nice güzel yorumlarını, zarif seslenişlerini bekliyoruz.
İşiniz küfr, ananızın emeklerine yazık, okuyup yazdıklarınıza esef, fikir yarıştırma üslubunuza Maşaallah, daha size ne deyim? Siz gibi zarifler düşsün kısmetinize…
Bu saldırı her zaman tek tip tümcelerle, aksanı ve anlamı kökten sürmeyen söyleyişle olmuyor, bunun bi de süngü takıp saldıranı var, ah ah, açtırmayın kutuyu söyletmeyin kötüyü…
Geçenlerde face’te bir hanımefendinin arkadaşlık önerimi kabul ettiği haberi geldi.
Kimseye arkadaşlık önermem, varolanı azaltma gayretindeyim, gene de son zamanlarda bu iş birçoğumuzun başına geliyormuş, face’in fetbazlığı, yahut işgüzarlığı …Yanıt yazdım, teşekkür ettim, ‘ancak’, dedim,’ hiç hatırlamıyorum size arkadaşlık önerdiğimi…Etmem çünkü, huyum değil. ‘Gene de’ dedim, ‘onur duyarım arkadaşlığınızdan, hoş geldiniz…’
Hay, demez ağrısına yataydın, Kilimci…Karşıdan bir çemkirmek, bir çalım…
O da epey biriken arkadaşlık önerilerini toptan yanıtlarken, her nasılsa kabul etmiş (lutfedip), derhal geri çekiyormuş.Zaten önüne geleni ve herkesi arkadaş edinmeme ilkesi varmış…
Yazdığımdan da bir şey anlamamış ya, işte…
Ne ara böyle hoyratlaştık biz? Kadınlar, umulmaz ama, neden daha kırıcı, hoyrat, küfürbaz?
Neden herkes bir takma ad arkasına gizlenip, sakınmasız koyveriyor, hem dilini, hem küfrünü hem cibiliyetini?
Yaş grubuna dikkat edince görüyorsunuz ki, gençler daha özenli, incelikli, saygılı, hepsi değilse de…Ama orta yaşta olanlarla biz gibi orta yaş sonu, yaşlılık başında olanlarda ne dilde ayar, ne akılda denge, ne üslupta özen…
Elde kalan ne, diye düşünmeden edemiyor insan?
Bu dilin, bu cür’etin, böyle faydasız, yalnızca kişisel hırs/kin kusan yorumun gereği nedir?
Yazara ayar mı veriliyor?Bu mümkün mü? Böyle yaparak kendimizin matah biri hükmüne geçtiğimizi sanıyor olabilir miyiz? Paylaştığımızı pek esaslı düşünce, yorum, yazım örneği sanıyor olabilir miyiz? Kendisi yerine mahçubolmaya, karşıdakini neden zorlar bu insanlar?
Face zati bizim Eşrefpaşa’nın, kardeş mahalle Istanbul Kasımpaşa’nın sosyal dokusundan…
Ellerini belinin arka kısmına koyup, farklı bir rüzgarla, kavgaya kanat açarcasına hasmının üstüne yürürdü kavgacı kadınlar. Eşlikçisi de her zaman polisler olurdu elbet…
O kavgaların asaleti, rengarenkliği bile yok, dilinin, kalbinin, düşünce ve söyleyişinin ayarını yitiren, dünyasını bitirmiş, kendinden tayin siyaset/sanat bekçisi böylesi her aşa maydanozcularda.
Gazeteci hısımımın doğum gününü kutlarken, face üstünden latife ederken yani, hay latifem bataydı, yazdığıma biri bi delensin, bi celallensin…Onunla hafiften kapıştığımıza hala gülerim.
İşi yok, it taşlıyo dediklerindendi bey’fendi, bey’lik ve efendilikle ilgisi olmasa da…
Sanatına saygım sonsuz olsa da, kendi adıyla değil, çemkirme, bulaşma takma adıyla, bir şairin, Pazar mektubumdaki muhatabımın, doğru yazdığım, ancak dizgi hatasıyla (Serbestiyet’te) adı yanlış yazılınca , (ki, hemen düzeltilmişti) bana alenen sataşıp, ‘öyle mektup yazacağına,’(senli benli oluyoruz, görüldüğü gibi…) ‘ sen önce önce adamın adını doğru yazmasını öğren!’ düsturu çekmekle, çemkirmekle eline ne geçtiğine şaşıp, kendini düşürdüğü hale hayf’lanmıştım.
Bir diğeri, cici kız üslubuyla, ‘aman Ayşe’ciiiim, şair şimdi ne sevinmiştir, ne sevinmiştir’ deyip, bu detone düette yerini mutlulukla alınca ona da ah etmiştim…
Yazıp vermiştim evet, zarfı ahret postasına, o da cennette alıp, açıp okumuş, bi sevinmiş, bi sevinmiş…Ah ki ah…
Yazık ki, ne ah ağacı yeşeriyor, ne de keşke ağacı…
Düşmanlığın, sevgisizliğin, edepsizliğin, üslupsuzluk ve kademsizliğin , yeşil düşmez, çiçek vermez kara çalısı oysa, hep can acıtıyor …
Elektronik postamıza nicedir yağan garip mektuplar/yorumlar/tehdit ve ayar çekmelere hiç girmiyorum…Bunlar iki koldan ilerliyor, ya düpedüz hakaret edenler, ya eski dostların esefnameleri, amaçsız, anlamsız, düzeysiz kalemşorluk, yahut ben senin bildiklerinden değilim, breh breh , bak da gör, ben neyim, türünden…
Birinde, prof. bir dostumun paylaştığı, ABD hastanelerinde çocuk servisi camlarının masal kahramanı kılıklı kişilerce silindiği haberine, ‘bunun tutarı mutlak hasta bakım maliyetine yansıtılıyordur’, acizane yorumuma, gene yurt dışında yaşayan birinden anında dehşet bi yorum gel mişti.’Birazcık aklın olsa, yurt dışına çıkıp görmüş olsan, böyle olmadığını görürdün…’E, ben de n’apiym, yazmak zorunda kalmıştım, ‘anamla babam ne olsun,okutmadılar…İlk mektepten ötesine gönderselerdi, ben de dışarıları görür, dünyayı öğrenir, böyle saçmalamazdım…’ Haşşöööle, dendiğini duyar gibiydim. Arkadaşım koca bi tebessüm paylaşmıştı.Ben düşünekalmıştım, biz n’apıyoruz , niye böyle yapıyoruz diye? Hiç mi işi gücü, okuyacak kitabı yazacak yazısı, yoklayacağı insanı, gözaydına yahut geçmiş olsuna gidecek kişisi, kendini geliştireceği işi yok bu insanların da, dedikoducu komşu gibi cama tüneyip, bu cam internetin face camı oluyor, kavgaya aşkla yürüyüp, ona buna şarlıyor, ayar çekiyor, akıl öğretiyor, laf öğütüyor, olduğu kadar aklını ve kendini tüketiyor?
Son günlerin modası, doğrudan kişisel elektronik postama, üşenmeden ve düşünmeden yazmak…Kafa bulmaya , moral bozmaya, çemkirerek doyum sağlamaya…
Son mektubun hitab şekli ‘Anam!’ …
Nerden anası oluyorsam?
Entelektüel derinliğimi göreymiş, yazılarımı okuyaymış, V.Hugo Sefiller’i yazmaya utanırmış.
Ne bu şimdi?
Hiçbir yanından tutulmaz, mantık kalıbına uymaz, niçin yazıldığına akıl ermez, ne yazsanız utanıp arlanmayıp, düşünemeyecek biri, bu seslenişlerle nereye?
Nry, imnm? (Türkçe açılımı, nereye imanım?)
Yesin oni nenesi…Yese, ninenin de midesine oturur böylesi.
Bu kadar uzun cümleleri kavrayamaz, bu okumaz yazarlar, kuru sıkı sıkarlar.
Slm cnm nbr? Demesi yeterli sanırım…
N’ossun be anam, oturduk sataşıyoruz işte, on parmağımız yağlı kara, çalacak sayfa ve kişi arıyoruz, mesleğimiz bu…
Sanat, iş, siyaset, sosyal hallerimiz, ayar tutmaz dengesizliğimiz ve muhteşem cehaletimizle…
Hayatla ve değerlerle oynamaktır, heveslere sataşmaktır, asıl işimiz , hakarettir. Küfrederek, yargılayarak kendimizi varettiğimizi sanmaktır, ki buna kimileri sos…..mstr…. der ya, kulak asma …Sen yaz anam, olanca hıncım ve düzeysizliğimle , yazdıklarına özene bezene söğerim, marak etme sen…
Gel de rahmetli Dağlarca’yı anma şimdi…
’Günlük konuşma sınırı olmalı, misal, herkese günde 20 cümle …Bak o zaman boş konuşup yazan kalıyor mu?’ derdi.Elbet latife ediyordu, ama, günümüzün tuhaf hallere bakınca, doğru söylediğini düşünmeden edemiyorum…