Ana SayfaYazarlarSorular (II) Aydınlar Bildirisi’nde bombalar ve güvensiz seçim

Sorular (II) Aydınlar Bildirisi’nde bombalar ve güvensiz seçim

[5 Haziran 2015] Madalyonun bir yüzünde, AKP’nin son zamanlarda daha çok Cumhurbaşkanı Erdoğan’da yoğunlaşan, şimdiye kadar birkaç defa yazdığım yanlışları. Madalyonun diğer yüzünde, yurtiçi ve yurtdışı muhalefetin muhalefet tarzı (üslûbu ve içeriğiyle). Bunun son, küçük ama ilginç örneklerinden biri, Aydınlar Bildirisi. Şimdiye kadar çeşitli Serbestiyet yazarları eleştirdi. En kapsamlı olarak Yıldıray Oğur, imzacılarından önemli bir bölümünün tek yanlı (sol) demokrasi anlayışına; geçmişte nelere karşı çıktıkları ve neler karşısında sustuklarından hareketle, tutarsız demokratlıklarına değindi (Bir gün bir adam bir ağaçtan düşmüş, 29 Mayıs 2015). Ben sadece içeriğindeki kritik birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum.

 

Bu bildiri 23 Mayıs’ta internet üzerinden bana da geldi. Baktım ve çeşitli yerlerinde, Erdoğan’ın seçim sürecine fazlasıyla karışıp açıkça parti propagandası yapmasına yönelik eleştiriler gördüm. Bu kadarına benim de katıldığım açık (bkz Rahatsızlık, şüphecilik, bağımsızlık, yalnızlık, 16 Mayıs; Geçmişten bugüne, düello mantığı ve düşman kültürü, 30 Mayıs; Sorular (I) Fetih Şöleni ve Ermeni soykırımı, 2 Haziran); dolayısıyla metin sırf bundan ibaret olsaydı, ben de tereddütsüz imzalardım. Ama değil işte; biraz daha dikkatli okuduğunuzda, haklı bir yerden yola çıkarken, işin içine kabul edilmesi olanaksız eklentileri sokuşturduğu görülebiliyor.

 

(1) “Hukuk sistemine ‘paralel yapı’ ile mücadele gerekçesiyle yapılan müdahaleler” ibaresinin, altını benim çizdiğim sözcüklerde somutlanan özü, püf noktası, hukuk sistemine müdahale edilip edilmediği değil; paralel yapının gerçek olmadığı ya da ciddi bir tehlike arz etmediği, dolayısıyla paralel yapıyla mücadelenin de bir keyfilik bahanesinden ibaret kaldığı. Bu çok yanlış ve yanıltıcı. Eski sol aydın elitinin kör noktalarından birini yansıtıyor. 

 

(2) Buradan hareketle sıçranan “Saray’ın yönlendirdiği yeni bir vesayet rejimi” değerlendirmesi, keza Türkiye’de varolan demokrasi gerçeğini eğip bükmeye yönelik. Üstelik bildiri metni genelinde değilse de özel olarak bu noktada maalesef vülger bir Sözcü ağzına tevessül ediyor.

 

(3) Çok daha mantıksız bir sıçrama, HDP’yle ilgili şu cümlede barınmakta: “Bu ortamda HDP’nin barajı geçmemesi için yürütülen kampanya ile eşzamanlı olarak peş peşe fiziki saldırılara uğraması ve son olarak öldürme amacıyla yollanan bombalar endişelerimizi daha da artırmaktadır.” İlk yarısı, olağan siyasî mücadeleyi anormal gösterdiği için sakat. İkinci yarısı, bununla bombalar arasında bir ilişki olabileceğin imâ ettiği için, bırakın gerçekçiliği, dürüst değil. HDP’nin oyunu arttırmaması (ve dolayısıyla barajı geçmemesi) için çalışmak, siyasetin normal bir parçası. Siz beğenmeyebilirsiniz ama, nasıl HDP için çalışmak politikanın meşru sınırları içindeyse, HDP’ye karşı çalışmak da politikanın meşru sınırları içinde. Bunu başkası da yapsa meşru, AKP de yapsa meşru — ki öncelikle AKP’nin yaptığı biliniyor ve bildiri de bu yaygın kabulden yola çıkmakta. Dolayısıyla bunun üzerine, cümlenin ikinci yarısında HDP’ye yönelik saldırı ve bombalamaların gelmesi, zaten HDP liderlerinin de ilk anda derhal iddia ettiği gibi, bu kriminal eylemlerin de AKP’den kaynaklandığını imâ ediyor. İşte bu, çok ama çok vahim. Bu saldırıların AKP’den değil, AKP dışı, aşırı milliyetçi ve/ya derin devletçi provokatörlerden geldiği son derece açık. AKP’nin her kademesinde bu saldırıları kınadığı ve ayrıca, hükümet olarak, sorumluların yakalanması için devletin güvenlik güçlerini seferber ettiği de çok açık. Ayrıca, söz konusu saldırıların tâlî kaldığı ve kısa sürede kesildiği de açık. Ve çok muhtemelen bildiri sahipleri de bunu biliyor, yani aslında o bombalarla AKP’nin herhangi bir ilgisi olduğunu sanmıyor. Hal böyleyken, bu kadar alâkasız öğelerin birbirine bu kadar yapay ve inandırıcılıktan uzak biçimde yapıştırılıp yamanabilmesi, en azından bildiriyi ilk kaleme alanların, pek öyle somut ve samimî endişelerle değil, dogmatik ve toptancı bir AKP düşmanlığının oportünizmiyle hareket ettiklerini, diğerlerinin de üç aşağı beş yukarı aynı kafayla metne imza koyduğunu düşündürüyor.

 

(4) Gelelim, bildirinin bütün bunlardan hareketle nereye varmak istediğine. Metnin son cümlesi şöyle: “Ortadoğu’nun kan gölüne döndüğü, Türkiye’nin adil bir seçime her zamankinden daha çok muhtaç olduğu bugün, Hükümeti, Cumhurbaşkanı'nın toplumsal barışı ve hukuku hiçe sayan müdahalelerine teslim olmayarak, huzurlu bir seçim ortamı sağlamaya çağırıyoruz.” Gene üç yeri ben siyahladım. Çok da örtük olmayan bir şekilde şu deniyor: “Adil” bir seçim söz konusu değil; “huzurlu” bir seçim ortamı yok; “toplumsal barış” tehlikede.  Öyle mi? Ben bunu da tümüyle gerçek dışı görüyorum. Bu bildiriyi yazan ve imzalayanlar bu açıdan da sanal bir âlemde yaşıyor. Erdoğan’ın konuşmaları, evet, yetki aşımı ve hukuk ihlâli. Ama hiç öyle genel bir gerilim ve huzursuzluk yaratmış, toplumsal barışı sarsmış, adil ve serbest seçimleri tehlikeye sokmuş değil. HDP dahil bütün partiler, seçim kampanyalarını bütün ülke sathında, rahatça sürdürmekte. Aksini söyleyen dürüst ve namuslu davranmıyor; doğru söylemiyor; nasıl desem, gerçeklerle bağdaşmayan bir şeyi, bir falsehood’u, aslı esası olmayan bir sahteliği dile getiriyor. 

        

Nihayet, Aydınlar Bildirisi’nin bunu hangi konjonktürde yaptığı da ilginç ve önemli. Her nasılsa, yurt dışında bir seçim güvensizliği masalı aldı yürüdü. New York Times, seçim kampanyasının eşi görülmedik derecede habis, vahşi, yırtıcı ve kötücül (vicious) olduğu gerekçesiyle, NATO’yu ne idüğü belirsiz bir şeyler yapmaya çağırıyor. Bunu Guardian alıp tekrarlamanın ötesinde büyütüyor ve “dünyanın en adaletsiz seçim sistemi”nden dem vuruyor. Şimdi, Akın Özçer’in bugünkü yazısından öğrendiğime göre, ABD’deki Bipartisan Policy Center da aynı kafada (BPC seçimler ve ertesini nasıl değerlendiriyor, 5 Haziran). Hep aynı minvalde son bir gelişme de, giderayak Financial Times’ın da, HDP’nin barajı aşmaması için Erdoğan’ın seçim sonuçlarıyla oynayacağına dair “ciddi şüphe”ler olduğunu yazması. Yuh. Tümüyle zırva, ama davulcunun şahidi zurnacı misali, ülke içindeki muhalefette de yankılanıyor. Örneğin Taraf’ta Cengiz Aktar, serbest seçim mi, haydi canım sen de demeye getiriyor. Ceren Kenar, geçmişte Türkiye’deki seçimlerin hilesizliğini savunan Tarhan Erdem’in dahi, hükümetin HDP için sandıkta “özel tedbir” alabileceğini imâ ettiğini yazdı (Şaibeler, şaibeler, 2 Haziran). Oral Çalışlar Diyarbakır’da hemen bütün HDP gençliğinin “hile yapacaklar” havasında olduğunu; çok tartıştığını, bunun mümkün olmadığını uzun uzadıya açıkladığını, ama bu beklentiyi değiştiremediğini aktarıyor.

 

Şu çok açık bir gerçek: Türkiye’de 1946’dan bu yana seçimlerde önemsenecek bir hile olmadı, hileli seçim yapılmadı, sonuçlar daima halkın gerçek tercihlerini yansıttı. Askerî diktatörlükler altında veya hemen sonrasında dahi, örneğin 27 Mayıs’ı izleyen 1961 ve 1965 seçimlerinde, ya da 12 Mart rejimini izleyen 1973 seçimlerinde, ya da 12 Eylülcüleri şoke eden 1983 seçimlerinde olduğu gibi, sandığa müdahale olmadı, olamadı. Bütün bu serüveni, ardındaki prosedürün adım adım açımlanmasıyla birlikte, Yıldıray Oğur etraflıca anlatmış (Açılmayan sandıklardan çıkan ilk sonuçlar, 27 Mayıs 2015). Ve aslında bunlar herkesin, daha doğrusu, en azından aydınların pekâlâ bildiği şeyler tabii. Buna karşılık birileri, iki gün sonraki 7 Haziran Pazar seçimlerinin üzerine bir sis çökmesini istiyor. Buna çalışıyor.

 

Kısmen, cehaletle karışık Oryantalizm; kısmen de ondan güç alan yerli ahlâksızlık. Belki de sandığa hile karıştırılamayacağını biliyor; ama bu korkuyu habire pompalarlarsa sandık başlarında gerginlik doğacağını ve olaylar çıkabileceğini, seçimlerin ve seçim sonrası AKP iktidarının bu yüzden töhmet altında kalacağını hesaplıyorlar.

  

Bir tarihsel paralellik kurmama izin verin. Sovyetler Birliği 1956’da Macaristan’ı, 1968’de (Romanya hariç diğer Varşova Paktı ülkelerini de sürükleyerek) Çekoslovakya’yı istilâ etti. Gerekçesi, bu ülkelerin “sosyalist sistemden koparılmak istenmesi”ydi. İşgal, koparttırmamanın çaresi oluyordu. Biliyor musunuz; bir süredir Amerikan ve Avrupa medyasının bir bölümü Türkiye’ye tamamen “Batı sisteminden [hegemonyasından] kopmaya/koparılmaya çalışılan ülke” muamelesi çekiyor. Nedir, bunun mantıken varacağı nokta? Evet, Gürbüz Özaltınlı’nın iki defa yazdığı gibi, AKP yönetimindeki Türkiye masif ve konsantre bir taarruzun hedefi (Büyük oyun, 27 Mayıs; Tehlikeli oyunlar üzerine düşünceler, 3 Haziran). Viciousness’tan, yırtıcılık, habaset ve kötücüllükten söz edeceksek, asıl vicious olan da bu. Ve Aydınlar Bildirisi de bu ortamda yayınlandı; aynı seçim güvensizliği propagandasıyla rezonansa girmiş bulunuyor.

 

Hani, o çocuk tekerlemesi vardır, Türkçenin aglütinatif karakteri sayesinde ne kadar uzun sözcük-cümleler kurulabileceğin göstermeye yönelik. Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız (toplam 43 harf). Bize Batıdan bu soru mu soruluyor acaba? Öyleyse, evet, bırakın Çekoslovakyalılaştıramadıklarınızdan kalalım.

 

 

 

 

- Advertisment -