Soykırım!

Beden 1, beden 2, beden 3… diye gömüldüler; mezar taşlarında isimleri yerine numaralar yazıldı. Yaşadıklarını bütün dünya, özellikle Avrupa, öldüklerinde öğrendi. Öğrenmediler aslında, yaşadıklarını bilmek istemedikleri gibi, ölümlerini de bilmek istemediler. Terk dertleri ‘bizden uzak’, ‘bize dokunmasın’ oldu medeni Avrupa’nın…

15 gün önce, bin kişinin öldüğü göçmen faciasından sonra Malta’da kimsesizler mezarlığına böyle gömüldü ölenler. Bu duruma isyan eden, Malta Başbakanı Joseph Muscat, bir yıl içinde dört bin isimsiz göçmeni aynı mezarlığa gömdüklerini açıkladı. Dünyayı ve özellikle Avrupa’yı, bu zamanın yaşanan en büyük soykırımına karşı duyarlı olmaya çağırdı. Bu çağrıya Avrupa’nın nasıl cevap vereceği henüz belli değil, insan yerine koymadıkları göçmenlere insani yardım yapmayacakları muhakkak. Aynı teknede umut yolculuğuna çıkan insanların ölmemesini dileyecekler belki de. Azar azar ölürlerse dünyanın gözünden de kendi gözlerinden de uzak olacaklar. Göçmenler umut yolculuğunda ölmeye devam edecek…

Çinliler, “İlginç zamanlarda yaşayasın” diye beddua eder karşısındaki kişiye. Tam da öyle ilginç zamanlardan geçiyoruz. Yüzyıl önce yaşanan Ermeni tehcirini ‘soykırımdı, değildi…’ diye tartışıyoruz tartışmasına da gözlerimizin önünde olup biten soykırıma dönüp bakmayı akıl edemiyoruz bile. Bizden yüzyıl sonra gelecek insanlar bunu tartışsınlar diye tarihe kirliliğimizi mi bırakıyoruz acaba?

Dünya bu ‘ilginç zamanlar’dan geçerken, yaklaşan seçim için bütün varını yoğunu ortaya koyan CHP lideri Kılıçdaroğlu, beş yıldır süren savaştan canlarını kurtarıp ülkemize sığınan iki milyonun üzerindeki Suriyeliyi seçmeninin önüne attı. Vaatlerine “Suriyelileri ülkelerine göndereceğiz” diye epey bir alkış alan vaadini de ekledi. Bir parti liderinin ki kendini sosyal demokrat olarak tanımlıyor, böyle bir insanlık dışı vaatte bulunması kadar; bunun karşılığının olması, akış alması da insanlık adına düşündürücü. Gerçi Kılıçdaroğlu, “Benim adım Kemal, bu savaşı bitirip öyle göndereceğim…” diye ekleme yapıyor yapmasına da insanın aklına “Madem beş yıldır süren savaşı bitirecek ilahi bir güce sahipsin, neden bitirmiyorsun? Daha çok insan ölsün’ diye mi?” gibi bir soru gelse bile, böyle bir soruyu sormayı zekâma hakaret sayar, sormam. Yine de parti lideri kürsüye çıktığında böyle bir şeyi nasıl der, işte ona akıl sır erdiremem.

Aslında Kılıçdaroğlu, partisinin özüne dönüyor bunu söyleyerek. İttihat Terakki de Ermenileri yüzyıl önce büyük göçe zorlayarak ‘soykırım’ suçunu işlemişti. Türkiye de bu işlenen büyük suçun üzerine inşa edilmedi mi? Şimdi de benzer şeyler yaşanıyor bir bakıma. Canlarını kurtarmak için bize sığınan insanları, yaşadıkları sefaletten kurtarmak yerine, konformist ve üstenci bir bakış açısıyla ülkelerine geri gönderme sözü veriyor CHP lideri. Öyle ya; Suriyeliler gidecek, ülkede işsizlik azalacak; onların üç kuruş kazanmak için giriştiği işlere bizim insanlarımız girecek, böylece mutlu mesut bir ülke haline gelecek Türkiye.

Yüzyıl önce Ermeniler, binlerce yıllık topraklarından koparılıp atılırken de böyle olmamış mıydı? Tam olarak olmasa da benzeri olmuş, bir soykırım suçu işlenmişti. Kılıçdaroğlu, böyle bir vaatte bulunarak, benzer bir durumu hayata geçirmek istemiş olabilir. Bize de bunu yazmak düştü. 100 yıl sonra bu olayı tartışacak tarihçilere belge bırakma adına. Bu yazı bugünler için yazılmadı. Önümüzde olup biteni göremiyoruz nedense, benim derdim yüzyıl sonraya bir belge bırakmak. Nasıl ki 100 yıl önce Ermenilerin topraklarından atılması sırasında iyi insanlar vardı birçoğunu kurtaran yine aynı topraklarda yine iyi insanların da yaşadığı bilinsin istedim. Bu topraklar kötülük ürettiği kadar, iyilik de üretti ve birileri karşı koysa da üretmeye devam edecek…

Taksim Meydanı ve 1 Mayıs  

Hemen hemen bütün dünyada bayram olarak kutlanılan 1 Mayıs, bizim ülkede kavganın diğer adı olarak kutlanıyor. Bütün emekçilerin sahiplenmesi gereken 1 Mayıs, özellikle radikal sol örgütlerin kendilerini gösterme, ifade etme, başka bir deyişle piyasada boy gösterme ‘fırsatı’ olarak görülüyor. Böyle göründüğü için şiddet ön plana çıkıyor her bayramda. Bunu çokça devlet körükledi, körüklüyor. Bu kavgada ne çektiyse Taksim Meydanı çekti öncelikle. Her yere yayılması gereken bayram, Taksim Meydanı’na sıkıştı kaldı. Geçen Pazar Taksim Meydanı’nda yürürken yeni halinin ne kadar çirkin olduğunu fark ettim. Hiçbir çekiciliği olmayan kocaman bir meydan… Şehir planlamacısı değilim ama yaşadığım kentle ilgili öneri sunma hakkını kendimde görürüm. Bence meydan iyi bir peyzajla, yürünüp geçilen değil, yaşayan bir yer haline gelsin. Aralarında büyük çınarların olduğu (kesinlikle palmiye değil) değişik ağaçlarla yeşillendirilir. Küçük sokaklar oluşturulur meydanda. Bu sokaklarda insanların soluklanacağı küçük kafeler. (Bu kafeleri rant alanına çevirip abartmamak lazım) Başka bir sürü şey yapılır bu meydanda. 1 Mayıs gerginliğini sürdürebilir hale getiren meydan, başka bir şekle dönüşeceği için, kavganın ana nedeni de ortadan kalkar böylece. Geriye de 1 Mayıs’ı bayram gibi kutlamak kalır ki amaç da zaten bu değil mi? Ben sevdim fikrimi ve elimi taşın altına koyarak yaptım önerimi. Gerisi İstanbul’u yönetenlere kalmış.

İyi Bayramlar.                          

- Advertisment -