Şehirde yaşamanın en kötü yanı yağmurdan sonra oluşan ve insanın içine işleyen o toprak kokusunu duyamamaktır. İstanbul’da yaşamanın en kötü yanı ise yağmurlu bir günde trafikte kalmaktır ki, zaten insanı canından bezdiren ‘ hadi gel köyümüze geri dönelim’ türküleri söyleten trafik, yağmurla birlikte katmerlenir.
Pazar akşamından itibaren İstanbul’da aralıksız yağan yağmur, şehir ahalisini canından bezdirdi. Trafikte kalma süresi iki katına çıkınca isyanlar başladı. Bu isyanların en belirgini ise ‘Bu şehirde yaşanmaz’ klişesidir ki 30 senedir bu lafı duyarım. Zaman zaman kendim de söylerim. Geri döneni gördüğümüz kadar, gittiği yerde mutlu olanı da gördük. Biz hâlâ kırıp dizimizi oturuyorsak bu şehirde, demek ki henüz gelmemiş göç vakti. Kervanı boşuna yola çıkarmaya gerek yok. Benim gibi kırıp dizini oturan, bir o kadar ‘isyan’ ederek yerleşeceği küçük bir köy hayali kuranlara rehberlik edeyim biraz. Hemşerilerimize ufak bir katkımız olsun.
Öncelikle şehrin kalabalık oluşuna isyan etmeyin. Trafikte, orada burada kalabalığa isyan etmeniz size bir şey sağlamadığı gibi mutsuz olmanıza da neden olur. Ayrıca o kalabalıktan biri de sizsiniz. Siz olmasaydınız İstanbul bir eksik olurdu, bu da fena bir rakam değil.
İstanbul’un hangi semtinde oturursanız oturun, bulunduğunuz yerin toplu ulaşım haritasını çıkarın. En kısa yoldan sizi gideceğiniz yere ulaştırabilecek bir toplu ulaşım aracı vardır. Bunları iyi öğrenmek ve kullanmak İstanbul’da yaşamanızı çok kolaylaştırır. Özellikle dünkü gibi aşırı yağışlı ve gelecek günlerde oluşacak karlı havalarda bu toplu taşıma araçlarını kullanmak size büyük bir kolaylık sağlar. Haliyle şehre de…
Dünyanın en zor şehirlerinden birinde yaşadığınızı bildiğiniz kadar, en güzel şehrinde de yaşadığınızın farkına varın. Bu farkındalığı yaşamak için çok para harcamanız da gerekmez. Eminönü’nde balık ekmek yiyip, Haliç’e ya da boğaza bakmak bile insana ne kadar özel bir şehirde yaşadığını hissettir.
Boş zamanlarınızda şehrin her yanını kuşatan AVM’ler yerine eski mahallelerine gidin. AVM’lerin insanı çıldırtan o uğultusu yerine yaşanmışlıkları hissettiren Arnavut kaldırımlı sokaklarda dolaşmak emin olun size iyi gelecektir. Gittiğiniz yerlerde küçük mahalle kahvelerinde oturup çay için, laflayın… İstanbul’da yaşamak; başka hayatlar tanımak, hikâyeler biriktirmektir aynı zamanda. Şehre olan aidiyetinizi güçlenir. Başka bir gözle bakmaya başlarsınız.
İnsan sadece kalabalıklardan, gürültüden kaçmaz. Öyle an gelir ki kendisinden kaçası gelir. İşte öyle anlarda kendinize soluk alabileceğiniz limanlar bulun. İstanbul’da kendinizi iyi hissedeceğiniz çok yer var; onları keşfedin. (Benim böyle birkaç limanım var. Uzun zaman içinde keşfettiğim. Gittiğimde soluklanıp kendimi iyi hissettiğim. Onları buraya yazmam. Biraz çaba lütfen her şeyi benden beklemeyin.)
Diyelim ki bütün bu yazılanlar, İstanbul güzellemeleri fayda etmedi. Ne olursa olsun bu kentten gitmeyi kafaya koydunuz. Hele iki günlüğüne İstanbul’a gelip “Ne sıkıcı bir şehir” diyen Ankaralı arkadaşımın dediği gibi kendini kaybettin. Şimdi trend doğaya, köye dönmek ya; çoluk çocuk da büyüdü, gideceksin. Öyle gidecek bir köyün de yok benim Apiça gibi… Gitmeden önce kendince deneyimler yaşayın derim. İstanbul çevresinde son zamanlarda şehir hayatından sıkılıp doğal hayatı yaşamak isteyenlere tarlalar kiralanıyor. İşe buradan başlamak önemli. Böyle bir tarlayı kiralayıp, sebze yetiştirmek sizin doğa ile bağınızı güçlendirdiği gibi bu işi yapıp yapamayacağınız hakkında bir fikir de verir. Diyelim böyle bir olanağınız yok, işe saksıda domates, biber yetiştirmekle başlayabilirsiniz.
Doğaya dönme olayının şöyle bir boyutu daha var. Her ne kadar gazete ve televizyonlarda şehri terk edip çiftlik hayatına dönen insanların başarı öyküleri zaman zaman yer alıyorsa da bu iş Facebook’ta çiftlik kurmaya benzemez. Doğada yaşayabilmek için öncelikle onu tanımak gerekir ki bu da deneyim ve bilgi isteyen zahmetli bir işidir. Trend olduğu için son zamanlarda tatil yörelerine yakın araziler alıp birkaç kez işledikten sonra şehrine dönen insanların atıl bıraktığı tarlalar çoğaldı. Ben bunlara şehirli çekirgeler diyorum. Bir yeri talan edip çekilen çekirge sürüsünden biri olmayın.
Bütün bunların dışında bir de “Bu memleket iflah olmazcılar” var ki bunlar travmatik bir vaka haline geldiler. Sürekli memleketin kötülüklerinden dem vurup başka bir ülkeye yerleşme hayallerini kuruyorlar. Böylece sadece kendilerini değil, çevresindekileri mutsuz ediyorlar. Mutsuzluk yayarak çoğalıyorlar. Hayatımda kimseye ‘ya sev ya terk et’ dememiş olsam da; bana bu mutsuzluk halini bulaştırmaya çalışanlara, “Güle güle kardeş, yolun açık olsun” diyorum. Biz buradayız dönüşte çaya bekleriz…
(*) Not: Gazeteci dostum Metin Yener, boş ya da dolu bütün zamanlarında İstanbul’u gezip fotoğraflıyor. Geleceğe belge niteliğinde kalacak fotoğraflar çekiyor. Yazı için bu şehri daha çok sevmemi sağlayan Metin Yener’e ait fotoğrafı kullandım… İnstagram/myener29