Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Temmuz darbesinden sonra, Ağustos ayı başlarında Rusya’ya geçekleştirdiği gezi ve ardından Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Tahran’a yaptığı sürpriz ziyaret, Türkiye’nin Suriye politikasında bir değişikliğe mi gidiliyor sorusunu akla getirmekte. Suriye krizinin patlak verdiği ilk günlerden bu yana farklı cephelerde görünen Türkiye ve Rusya’nın (ve tabii İran’ın), beş yıl sonra ortak bir paydada buluşmaları mümkün mü? Soru önemli, çünkü Suriye’de barış umudunu da içinde barındırıyor.
Suriye çok bilinmeyenli bir denklem değil, kuralsız bir satranç oyunudur
Suriye çok bilinmeyenli bir denklemden ziyade, farklı aktörlerin oldukça farklı gündemlerle içinde yer aldığı bir satranç oyununa benziyor. Ancak bu satranç oyununun kuralları belli değil. Herkes kendince bir kural koyuyor ve diğerlerinin de bu kurala uymasını talep ediyor, daha doğrusu zorluyor. Bu satranç oyununun yıllarca devam etmesinin pek çok sebebi var. Ancak en önemlisi,, bu kuralsız oyunda herkesin meseleye bir “zero sum game” (kazanç ve kayıplar toplamının sıfırlandığı, tek kazananlı oyun) olarak bakması.
Bu satranç oyunun global bağlamdaki tarafları, iki büyük güç etrafında kümelenen ülkelerden oluştu: ABD’nin başını çektiği Batı bloku ve tabii Rusya’nın öncülük ettiği Asya bloku. Şüphesiz her iki blokun en aktif unsurları, doğğrudan doğruya Ortadoğu’daki müttefikleriydi. Sahada onlar yer alıyor, zararın maddi ve manevi anlamda yükünü omuzlarında taşıyordu. ABD ve Rusya ise daha çok son iki yılda savaşa dâhil olmak durumunda kaldı. Daha önce işlerini ağırlıklı olarak bölgedeki müttefikleri üzerinden yürütmeye çalıştılar. Rusya, İran, Irak ve bir nebze de Lübnan’ın yer aldığı Asya bloku, son beş yılda yekpare yapısını korumayı başardı. Hattâ İran ve Rusya gittikçe yakınlaştı ve son olarak Rus savaş uçakları, İran’ın hem hava sahasını hem topraklarını kullanma avantajını elde etti. Rusya ve İran’ın bu kadar iç içe hareket etmesi, meselenin Suriye boyutunu aşıyor. Daha çok Soğuk Savaş dönemindeki kuşatma politikalarını hatırlatıyor.
Batı bloku erken çatlak verdi
ABD’nin başını çektiği, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın da içinde yer aldığı Batı bloku, gelişmeler karşısında Asya bloku kadar yekpare duramadı. Özellikle ABD ve Türkiye arasındaki kimi sorun ve gerginlikler, daha savaşın ilk dönemlerinde itibaren görülmeye başladılar. Bu çok normal bir durumdu, çünkü her ülkenin Suriye’den farklı beklentileri bulunmaktaydı. Küresel ve bölgesel çaptaki aktörler bir yana, Suriye’de, arazide çarpışan güçlerin de farklı gündem ve beklentileri vardı. Nüfusun yüzde 11-12’sini oluşturan Aleviler, eski rejimin devam etmesinden yanaydı. Buna karşılık nüfusun yaklaşık yüzde 50-55’ini oluşturan Sünni Araplar, kendi aralarında ılımlı ve cihatçı örgütler şeklinde dağılmıştı ve bu kesimlerin her biri tüm ülkeye kendi başına hükmetme sevdasındaydı. Nüfusun yüzde 10’unu meydana getiren Hıristiyanlar, cihadî bir yönetimin soykırımına maruz kalmamak için, güneyde Alevi yönetimiyle, kuzeyde Kürtlerle birlikte hareket etmeye girişti. Nüfusun yüzde 15-20’sini oluşturan Kürtler, federal bir yönetimi savunuyor.
Global aktörlerden Rusya, Akdeniz’de bir liman, bir çıkış, hattâ kendisine mecbur ve bağımlı bir Alevi devleti istemekte. ABD, Suriye içinde Rusya’yı dengeleyebilecek ve Ortadoğu’daki kazanımlarını korumada kendisiyle hareket edecek yerel bir güç arıyor. Alevi veya Sünni Arapların yönetimindeki bir Suriye’nin artık imkânsız olduğunu, herkesten önce ABD gördü. Öte yandan, Moskova’da PYD’ye büro açtıran Rusya da, üniter bir Suriye’nin mümkün olmadığını biliyor. İran, Akdeniz’e açılan Şii hilâli hülyasını gerçekleştirmeye en yakın, dolayısıyla en kârlı konumdaki ülke. Eskiden olduğu gibi Alevilerin yöneteceği, sözde “birleşik” bir Suriye arzuluyor. Ancak Suriye’deki Alevi nüfusun, bir daha tüm Suriye’yi yönetme şansının asla mümkün olmayacağını da çok iyi biliyor. Doğrusu İran, eskiden Şam’ın dâhil olduğu bir Alevistan’a bir değil bin kez fit idi; fakat Rusya’nın işe doğrudan müdahil olması ve Türkiye’nin Suriye’de reel bir politika üretememesi nedeniyle, şimdi Halep’i de içine alacak bir Alevistan istiyor.
Türkiye ne istiyor?
Peki, Türkiye ne istiyor? Sünni Arap çoğunluğun yöneteceği ve Kürtlerin herhangi siyasi bir statü sahibi olmadıkları birleşik bir Suriye arzuluyor. Şimdi bu noktada Rusya ve İran ile anlaşmak mümkün müdür? Canalıcı soru şudur: Türkiye mi Suriye’ye yönelik politikasından vazgeçecek, yoksa Rusya ve İran mı?
Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu, İran ziyareti sonrasında şu açıklamayı yaptı: “Suriye'de ateşkesin sağlanması konusunda tüm muhataplarımızla birçok platformun dışında ikili ya da çoklu görüşmelerimizi de yapıyoruz… Biz her zaman söylüyoruz, bölgede Suriye, Irak gibi ülkelerde sorunu çözmek için İran ve Rusya’nın rolü çok önemli ama yapıcı rolü çok önemli…İşbirliğine hazırız. Yeter ki Suriye'nin toprak bütünlüğü korunsun. Bu konuda zaten İran ile aynı düşünüyoruz. Rusya da aynı düşündüğünü bize iletmişti” (Hürriyet, 19 Ağustos 2016).
İran’ın Suriye’de nasıl bir toprak bütünlüğü istediğini Türkiye çok iyi biliyor; İran da Türkiye’nin nasıl bir üniter Suriye arzuladığını çok iyi görüyor. Gevşek bir federalizmle, Suriye’nin teritoryal anlamda bütünlüğü mümkün. Ancak cinin şişeden çıktığı ve yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği bugünkü koşullarda, ne Sünni Arap, gerçekten muktedir bir Alevi Arap yönetimine evet der, ne de Nusayri Arap, gerçekten muktedir bir Sünni Arap yönetimine. Kürtlere gelince, bunca yıkım, acı ve gözyaşından sonra, kendi güvenliklerini kendilerinin üstleneceği siyasi bir statüden asla vaz geçmeyeceklerdir.
Başbakan Binali Yıldırım da, “Suriye'de akan kanın durması bizim için esastır. Suriye’nin toprak bütünlüğü korunmalı… Görüyoruz ki bazı gayretler var. Türkiye’nin güneyinde Kürt oluşumu meydana getirmek, başka yerlerde de başka oluşumlara zemin hazırlamak. Türkiye olarak bu kabul edebileceğimiz bir şey değildir” diyor (Sabah, 22 Ağustos 20016).
Türkiye, ABD ile anlaşamaz mıydı?
Türkiye’nin Suriye konusunda İran ve Rusya ile aynı eksende buluşması, yani Türkiye’nin, sırf Kürt fobisi nedeniyle Rusya ve İran’ın Suriye politikasına tamamen evet demesi bile, Suriye’ye barış getiremez.
Acaba Türkiye, Suriye konusunda Rusya ve İran ile anlaşacağına, ABD ve Kürtler ile anlaşsa daha iyi olmaz mıydı? Çünkü ABD, Rusya ve İran’ın güdümündeki bir Alevistanı, ancak Kürdistan ile dengeleyebilir; İran’ın mezhepçi yayılmacılığını da bir Sünnistan ile kontrol altına alabilir. Son günlerde Suriye uçaklarının Haseke’yi havadan vurması, daha önce Irak Kürdistan’ında olduğu gibi Kuzey Suriye’nin de BM tarafından uçuşa yasak bölge ilan edilmesini gerektirecektir. Dünya bu saatten sonra bir de Suriye’de bir Kürt soykırımını kaldıramaz. Öte yandan Suriye’de Alevistan, Sünnistan ve Kürdistan çoktan doğdu bile. Şimdi bütün mesele, bunlardan hangi “devlet”in (eyalet veya federal yönetim de olabilir) nereleri kontrol altında tutacağı. Bence Türkiye “Kürdistan” dan korkmasın; Türkler ve Kürtler bir elmanın iki yarısı gibi, bin yıldır içiçe yaşayan, kader birliği yapmış iki halktır. Nasıl Irak Kürdistanı Türkiye’nin refah düzeyini artırdıysa, yarın Suriye Kürdistanı da aynı rolü üstlenecek. Üstelik Türkiye kendi iç Kürt barışını Suriye’de kaybetti. Galiba Suriye’de, Kürtlerin iki yakası bir araya geldiğinde, yani Afrin Kobani ile birleştiğinde meselenin biraz daha aklıselim ile ele alınmasının yolu açılacak.
Çok değil, Suriye’de barışa kırk elli kilometre kaldı. Ha gayret.