Ana SayfaGÜNÜN YAZILARITaliban’ı öbür gruplardan ayıran özgün dini ve kültürel alt yapısı

Taliban’ı öbür gruplardan ayıran özgün dini ve kültürel alt yapısı

Taliban ile diğer silahlı ve siyasi grupların arasındaki temel mesele, hareketin benimsediği tasavvuf merkezli ve kuzey Hindistan çıkışlı Deobandilik ekolünün yaşam tarzı. Taliban’ın bu yöreselleşmiş dini altyapısının yanında, benimsediği Peştunvali denilen kültürel kurallar da önemli bir ayrılık noktası. Bu kurallar neredeyse dini kurallar kadar katı: Taliban’ın kurucusu Molla Ömer’in El-Kaide lideri Usame bin Ladin’i Amerika’ya teslim etmemesinin nedeni Peştunvali’nin ilkelerinden birisi olan Barınma’yı (Nanawatai) ihlal etmeme kaygısıydı.

Taliban’ın Kâbil’i aldığı ve Amerika’nın öncülüğündeki Batılı güçlerin Afganistan’ı terk etmekte olduğu şu günlerde merak edilen konulardan biri de Taliban’a karşı ülke içinden bir direnişin ortaya çıkıp çıkmayacağı… 

Akla ilk “Peştun-Tacik çatışması” geliyor. Afganistan’ın çoklu etnik kimliği, Peştunların çoğunluğu oluşturması ve hanedanların ekseriyetle bu kimlikten çıkması, Taliban’a direniş ihtimalini de milliyetçilik perspektifine sıkıştırıyor. Lakin son gelişmeleri salt etnik kimlik analiziyle açıklamak mümkün değil. Taliban ile diğer silahlı ve siyasi grupların arasındaki temel mesele, hareketin benimsediği tasavvuf merkezli ve kuzey Hindistan çıkışlı Deobandilik ekolünün yaşam tarzı. Afganistan içerisindeki bazı siyasi hareketler sadece dini açıdan değil, genel olarak Peştunların baskın olmasından rahatsız olarak bunu milliyetçi çatışma noktasında tutmaya çalışıyor. Taliban’ın adının “talebeler/öğrenciler” anlamına gelmesi ve kurucu ekibine “molla” diye hitap edilmesi Deobandilikteki eğitim hiyerarşisinden kaynaklanıyor.

Afganistan’ın güneyinde yaşayan Peştun halkının büyük çoğunluğu yaşamını Deobandi ekolüne bağlı olarak sürdürüyor. Bilhassa kırsal bölgelerde yaşayan nüfus, eğitim için bu medreseleri tercih ediyor. Deobandiliğin kuruluşu ise Mâverâünnehir ve Horasan bölgesinden Hindistan’a giden mutasavvıfların, Türk-Moğol siyasi hareketliliğinin ve Fars kültürünün egemen olduğu olduğu bölgede Sünni mezhebinin Hanefi-Maturidi tasavvuf çizgisindeki faaliyetlerine dayanıyor.

Deobandi medreselerinin temeli olan Dar’ül Ulum 1867 yılında Hindistan’ın kuzeyindeki Deoband’da kuruldu. Bu oluşumun başlıca nedenleri arasında Babürlü devletinin yıkılmasının ardından Britanya’nın Hindistan’daki sömürge idaresinin oluşturduğu baskılar, Babür mirasının yok edilmeye çalışılması, yargının fakihlerden arındırılıp Batılı hukuk eğitimi alan uzman Müslümanlardan oluşan ama şeri çizgiden uzaklaşan bir sistem haline getirilmesi ve daha birçok sebep sayılabilir.

Deobandi medreselerinin tedrisatı şu yedi konudan oluşuyor; Şeriat bilgisi, Tasavvuf yolu, Sünnete uyma, Hanefi fıkhı, Maturidilik, İrtidada (dinden çıkmaya) karşı mücadele, Muhammed Kasım Nanautavi ile Raşid Ahmed Ganguhi öğretileri. Müfredatın son maddesi, Deobandi öğretisini diğer medrese eğitimlerinden ayırıyor. Dar’ül Ulum’un kurucuları olan bu ikilinin öğretileri aynı zamanda Hanefi fıkhı dairesi içinde kalarak Deobandi öğretilerinin aktarılmasını hedefliyor. Bu sebeple de genel İslam eğitimine ek olarak yerel unsurların da eğitime dahil edilmesi, Deobandiliğin bölgeselci bakış açısını kuvvetlendiriyor.

Aynı temelde, Deobandiliğin bu eğitim şekli, medresede yetişenlerin tevhid inancı konusunda kendilerine has bir anlayış geliştirmelerine neden oldu. Dini tevhid anlayışı siyasal sosyal ortamda yerelleşerek bir birlik fikrinin doğmasını tetikledi. Bu düşüncenin altında kültürel farklılığın olduğu görüşü hâkim.

Britanya’ya karşı cihat ilan eden ve merkezini bütün medreselerin bulunduğu Delhi’den Deoband’a taşıyan ulemanın da bu düşünceye sahip olması, görece daha izole ve tamamiyle yöresel dini eğitim yaşamlarıyla paralellik gösteriyor. Bu sebeple, günümüzde Taliban’ın açıklamalarında küresel cihada ya da ümmetin geneline vurgudan ziyade, Afganistan özelinde ifadeler ve söylemler yer alır. Bu durum da medreselerdeki eğitimin yerel temel öğretilerine ve yereldeki birlik inancının sosyolojik-siyasal sınırlarına dayanıyor.

Taliban’ın bu yöreselleşmiş dini altyapısının yanında Peştunvali denilen kültürel kurallar da etkisini sürdürüyor. Peştunların kırsal bölgelerde yaşayan kesimi genellikle anlaşmalarını ve yaşamlarını yazılı olmayan bu kurallara göre şekillendiriyor. Peştunvali’nin geleneksel olarak Peştun toplumuna sunduğu cesaret, dürüstlük, sadakat, inanç, kadınları koruma, namus gibi geleneksel kodların yanında, kurumsal olarak şekillenmiş dört temel formu bulunuyor: İntikam, Misafirperverlik, Barınma ve Şûra. Afganistan’ın Amerikan işgaline uğraması ve Taliban’ın ülkenin idaresinden düşmesine sebep olan nokta, Peştunvali kurallarından vazgeçilmemesi oldu. Taliban’ın kurucusu Molla Ömer’in El-Kaide lideri Usame bin Ladin’i Amerika’ya teslim etmemesinin nedeni de Peştunvali’nin ilkelerinden birisi olan Barınma’yı (Nanawatai) ihlal etmeme kaygısıydı.

Peştunvali’ye dayanan, Peştunlara has olan ve fakat pek fazla bilinmeyen bir de sistem var: ‘Arbakai’. Afganistan’ın güneydoğusundaki Peştun aşiretlerin müşterek olarak kurduğu, devletle alakası bulunmayan ve gönüllük esasına dayanan bu yapı köylerin, sınırların korunmasını ve Jirgaların (Şûraların) verdiği kararların uygulanmasını sağlamakla görevli; sistem doğrudan Jirgalara bağlı olarak görev yapıyor. Bu sebeple bölgedeki Peştunlar görece özerk bir hayat sürüyorlardı.

ABD 2010 yılından itibaren ‘Peştunlara karşı Peştunlar’ projesi ile bu geleneksel formu yerel savunma-polis güçlerine dönüştürdü.

Taliban karşısındakiler: Kentli hareketler

Taliban ile mücadele eden Peştunlar, mezhebi çizgilerini korumakla beraber daha farklı ideolojiler benimsemiş durumdalar. Bunlar aynı zamanda Sovyetler Birliği işgali öncesindeki komünist hareketlere karşı Kâbil Üniversitesi merkezli Muhafazakâr refleksler gösteren aktif kişilerden oluşuyor. Bunların başını ise Gülbiddin Hikmetyar ve Abdürrab Resul Seyyaf çekiyor.

Hikmetyar, 90’lı yıllardaki iç savaş sırasında Taliban ile yoğun çarpışmalar yaşayan Hizb-i İslam’ın kurucu lideri; Müslüman Kardeşler (İhvan) çizgisinde olan biri. Hizb-i İslam, saf İslam devleti kurmak için önerdiği, eğitimli küçük bir seçkin sınıfın etrafında şekillenmiş yüksek disiplinli teşkilat biçimiyle, Deobandi ekolünden farklılık göstermektedir.

Bir diğer Peştun lider olan Abdürrab Resul Seyyaf ise ideolojik farklılık gözetmeden bir dönem Taliban’a yakınlık göstermiş, lakin Taliban’ın Kâbil’de hakimiyet kurmasının ardından yaşanan çatışmalar iki grup arasında geri dönülmez bir düşmanlığın başlamasına sebep olmuştur. Seyyaf aynı zamanda Kahire’de eğitim aldığı dönemlerde Müslüman Kardeşler’e de yakınlık gösterdi.

Taciklerin bir dönem en güçlü figürü ve mücahitlerin ilk Cumhurbaşkanı olan Burhaneddin Rabbani ise, Peştun olan Hikmetyar ile aynı partide yetişen ve tamamiyle gözettikleri stratejik farklılardan ötürü Hikmetyar ile ayrışan bir başka lider. Tacik liderin Taliban’la ve Hikmetyar ile ayrılığı ırkî ya da mezhebi karaktere sahip değil. “Pençşir Aslanı” olarak anılan Ahmed Şah Mesud gibi Rabbani’nin de Taliban ile olan ihtilafı kültürel farklılığa dayanıyor. Şah Mesud da Kâbil Üniversitesi’ndeki komünist karşıtı ve Müslüman Kardeşler yanlısı ideolojik görüşe sahip mücahit komutanlar arasındaydı.

Eğitimli ve kentli olan Peştun ve Tacik liderler, geleneksel medrese eğitimi gören Taliban ile aynı ırktan olsalar da kültürel farklılıkları sebebiyle ayrı düşüyorlar. İhvan çizgisinden olmayan başta Tacik ve Özbek liderler ve diğer etnik kökenden liderler ise Peştun idareciliğine karşı duruyorlar.

Kuzey İttifakı bir farklılığın ismiydi

Afganistan kuzey-güney doğrultusunda sık bir dizi sıradağla bölünüyor. Coğrafi olarak bu bölünmüşlük, beraberinde yüzlerce yıldır kırsalda yaşayan halkların da birbirlerinden uzak izole yaşamlar kurmalarını getiriyor. Afganistan’ın en büyük Türki topluluğu olan ve ülkenin kuzeyinde yaşayan Özbekler de Hanefi mezhebine bağlı olmalarına rağmen kültürel farklılar sebebiyle Taliban’ın yönetimini istemiyorlar. Sovyetler Birliği’nin çekilmesinin hemen ardından Raşid Dostum yaptığı açıklamada Türkmen ve Özbekler olarak Peştun yönetimini istemediklerini belirtmişti. Ve bu sebeple iç savaş sırasında Tacik lider Ahmed Şah Mesud ile dahi savaşma yolunu seçti. Bu çatışma o dönem Taliban’ın kuzeye erişimini olabildiğince engellemek amacı taşımakla birlikte Ahmed Şah Mesud’un gücünü sınırlı tutma gibi bir amacı da vardı. Lakin Taliban’ın hızlı ilerleyişi ve gücü karşısında eski mücahitler farklılıklarını bir yana bırakmak zorunda kaldılar.

Taliban’ın Deobandi ve Peştunvali temelli ideolojisinin egemen kültür unsuru olmasını istemeyen savaş ağaları, buna tepki olarak kurdukları askeri birliğe ‘Kuzey İttifakı’ adını vererek güneyden gelen farklı kültüre karşı savaştıklarını belirtme yolunu seçtiler. Bu ittifak içerisinde sadece Hazaralar Taliban ile mezhebî bir ayrılık yaşamaktaydı.

Taliban’ın ve Afganistan’ın yumuşak karnı Hazaralar

Hazaralar, Afganistan’da ötekileştirilen bir unsur… 2001 yılındaki Amerika işgaline kadar İran kendilerine yoğun destek sağladı. 90’lı yıllarda sadece Taliban ile değil, diğer bazı Peştun liderlerle de sorun yaşadılar. Bazı Tacik liderlerin bu sorunlardan sorumlu olduğu kanaati Hazaralar arasında yaygın.  

2001 yılı itibariyle siyasi ve sosyal hayata katılımları sağlansa da Hazaralar kendilerini hâlâ baskı altında hissediyor. Bu baskıyı hem İran hem de Afganistan’da eğitim görerek aşmaya çabalıyorlar. Yaşanan işgalin sağladığı imkânlarla birlikte Hazaralar, üniversiteye en çok giden etnik kimlik oldular. Bunun sebebi ise kendilerini geliştirerek çok uzun yıllar boyunca süren dışlanmanın önüne geçebilmek. Toplumsal sınıflaşmada üste çıkarak, diğer etnik grupların arasında yer almak veyahut ezilmemek. Kendilerini entelektüel olarak geliştiren Hazaralar seçimlere en çok katılım sağlayan etnik topluluk. Topluluk içerisinde bazen mezhebi bazen ise etnik kimlik yükselişe geçiyor. Yaşadıkları sorunları dile getirirken sadece Taliban’ı değil, bizzat Peştunların yoğunlukta olduğu sistemi de eleştiriyorlar.

Deobandilik ekolü, bağlı olduğu Hanefi mezhebi gibi Şiileri doğrudan tekfir etmiyor. Bu kapsamda, Aşura günündeki geleneksel matem törenleri geçen senekiler gibi yapıldı. Lakin asıl beklenti İslam Emirliği’nin ilan edilmesiyle birlikte Hazaraların siyasetteki ve kamudaki temsiliyetlerinin ne olacağı. İran medyasının Taliban’a eleştirel olmayan bir yaklaşımı var. Kasım Süleymani’nin 2015 yılında Taliban ile yaptığı anlaşmalarda Hazaralara zarar verilmemesi hususunda mutabakat sağlandığı belirtiliyor. Son yıllarda Taliban ve Hazaraların birbirleriyle sorun yaşamamaları ve Taliban’ın Hazara bir komutan ataması bu tür anlaşmaların var olduğunu gösteren güçlü karineler… Hazaralar her ne kadar Taliban’ın yönetimi almasından hoşnut olmasa da İran’ın kendileri adına Afganistan’daki sorunlara doğrudan müdahil olabilme imkânına güveniyorlar.

Farklılıklar çok katmanlı

Afganistan’daki bu ayrışmalara bakınca yaşananları sadece mezhep veya ırk üzerinden değerlendirmek hatalı olacaktır. Birkaç neden Taliban ile diğer savaş ağalarını, toplulukları birbirinden ayırmakta; Taliban’ın ideolojik ve kültürel farklılığıyla kurduğu hakimiyet, geçmişte hareket ile yaşananlar ve Taliban-Pakistan ilişkisinin insanlarda oluşturduğu fikirler.

Taliban bazı noktalarda kuşkusuz kendini kanıtlamaya çabalayacaktır. Irk ve mezhep noktasında ise keskin hatlar çizebilmek çok zor. Afganistan’daki bu siyasi ve askeri yapıların tamamiyle belirli etnik gruplardan oluştuğunu söyleyebilmek mümkün değil. Taliban gibi Peştun ve Hanefi olmasına rağmen kentli ve devlet tahsili gören Peştunlar savaş ağalarıyla birlikte hareket ederlerken, Taliban içerisinde çeşitli etnik kökenden insanların olduğunu hareketin şûra teşkilatlanmalarından görebiliyoruz.

Taliban ile iyi ilişkilere sahip, Afganistan’daki önemli kurumların başında görev almış, monarşi yanlısı, Hamid Karzai destekçisi, ülkedeki Kadirilerin lideri Peştun önder Pir Seyyid Ahmed Geylani ile Taliban’ın iktidar yıllarında Eğitim Bakanlığı görevini yürüten ve Doha Siyasi Ekibi’nde yer alan Özbek asıllı Abdüsselam Hanefi, Afganistan’daki ayrışmanın sadece saf şekilde milliyetçilik temelli olmadığını gösteren örneklerden sadece ikisi. 

Afganistan’daki halklar ve savaş ağaları, yüzyıllar boyunca devlet otoritesinden oldukça uzak, kendi bölgelerinde görece izole ve dışarıyla az etkileşim içerisinde yaşamlarını sürdürdüler. Ülkenin çeşitli bölgelerinde memleketlerine organik bağlılık güderek ortaya çıkan bu savaş ağaları, örneğin Mesud ailesi, İsmail Han, Raşid Dostum, Muhammed Ata Nur, Muhammed Muhakkık gibi liderler Kâbil’in kontrolü ve iktidarda bir koltuk kapmaktan ziyade kendi doğdukları toprakların mutlak gücü olarak kalmak için çabalamaktalar. Afganistan’daki mücadelede yer yer milliyetçi tepkiler gözükürken, yer yer de mezhepçi ayrılıklar ortaya çıkıyor. İnanç biçimleri aynı olan yapılanmalar, ideolojik ve stratejik yaklaşımlar sebebiyle birbirlerinden kolayca ayrılabiliyorlar. İttifakların zayıflıkları ve müttefikliklerin kolayca parçalanabilir olmasının nedeni de savaş ağaları arasındaki güç dengesi… Bu durum yeni dönemde Taliban’ın yönetimi için de geçerli olacak.

- Advertisment -