Toplin’in iddia ettiği gibi, filmler çoğunlukla bir konu ya da öznenin kapsamlı bir incelemesini sunmasa da, yine de düşünceyi harekete geçiren motifi anlamaya yönelik katkıda bulunabilirler. Filmler, “olayların eksiksiz kronolojisini sunmak değil, his ve duyguları harekete geçirerek” işlev görmektedir.
Ancak elbette ki, siyasi olanın “popülerleştirilmesi” tehlikesi görmezden gelinemez. Bazen kaçınılmaz olarak kurgusal karakterlerin hikâyelerine odaklanan bir dizi yüzünden 1968, 1971 ve 1980 darbelerinin asıl siyasi anlamları arka planda kalabilir.
O zamanlar, büyük sosyal çatışmaların yaşandığı dönemlerdir ve eleştirmenler popüler kültürün olayların siyasi içeriğini boşalttığını iddia etmektedir. Bir taraftan, Deniz Gezmiş üzerine kitapların satışları patlamakta ve özellikle de genç neslin ülke tarihine olan ilgisi giderek artmaktadır ancak diğer taraftan bu kişiler birer kahraman haline getirilmekte ve o dönemleri hatırlamayanlar bu insanları cesur televizyon karakterleri olarak görmeye başlamaktadır.
Özellikle de yaşadığımız bu ileri teknoloji ve iletişim çağında, dizi akıp giderken, Deniz Gezmiş idama yürüdüğü sırada arka planda çalan şarkıyı indirmek için izleyiciyi kısa mesaj yollamaya çağıran ekranın altındaki reklamı izlememizin algıya, geçmişi hatırlamaya ve onunla hesaplaşmaya nasıl bir etkisi olacaktır?
Görüşme yaptığımız kişilerden bazılarının sözünü ettiği dizinin önemli işlevlerinden biri de, dizinin prime time’da daha önce hiç gerçekleşmemiş bir ilki hayata geçirerek işkence de dâhil olmak üzere o yılların sarsıcı olaylarını ekranlara taşımasıdır. Elbette ki bu, iki ucu keskin bir bıçaktır: İşkenceyi hatırlayanlar ve işkence görmüş olanlar için bu türden bir sahneleme onların acılarının bir şekilde kabul edilmesidir.
Şimdiye kadar – tabii eğer tartışıldıysa – yalnızca bazı dar çevreler tarafından gündeme getirilmiş olaylar artık yaygın bir şekilde kabul görmektedir. Ancak bu olaylar “tanık” olanlar bu türden bir temsilin anılarına saygısızlık olduğunu iddia ederek diziyi suçlamaktadır. Landsberg, bu görüşe karşı çıkarak söz konusu sahnelerin ele alınan zaman dilimine dair kişisel anılara sahip izleyicilerin “gerçek” belleğini harekete geçirdiğini ve anıları geri getirdiğini savunmaktadır.
Konu hakkında bilgi sahibi olan izleyiciler kendi anılarını yeniden ziyaret etmeye davet edilirken, bazen de tarihi bir olayın temsil ediliş şekli izleyicinin hatırladıklarıyla çelişebilmektedir. Üstelik Landsberg, “protez” anılar olarak adlandırdığı kavramın izleyicileri ille de kendi anılarına sahip olmadıkları olaylara tanıklık etmeye teşvik ettiğini de savunmaktadır.
Bu önemli bir noktadır çünkü görüştüğümüz kişilerden birinin de söylediği gibi: “Hatırla Sevgili’yi izlerken, çocuklarımıza kendi hikâyemizi anlatmadığımızı hissettik. Bu bize kendimizle hesaplaşmak ve kendimizi eleştirmek için sunulmuş bir fırsattı. Biz bir kuşak olarak hikâyemizi sonraki nesillere anlatmada üzerimize düşen görevi yerine getirdik mi? Bunu sorgulamamız gerekiyor.”