Ana SayfaYazarlarTazminat ve toprak

Tazminat ve toprak

Ne zaman Ermeni meselesi gündeme gelse üç ayaklı bir talep çerçevesinden söz etmekte oluruz: Tanıma, tazminat ve toprak. ‘Tanıma’ tabii ki soykırımın bir gerçeklik olarak Türkiye devleti tarafından kabul edilmesini ifade ediyor. ‘Tazminat’ Ermenilerin zorunlu tehciri neticesinde kaybetmiş oldukları kişisel ve cemaatsal kaybın telafi edilmesi demek. ‘Toprak’ ise 1915’de Ermenilerin Anadolu’nun doğusunda nispeten daha yoğun olarak yaşadıkları ve bugün yedi ile yayılan toprakların ‘iadesi’ anlamına geliyor…

Burada birçok problem var ve bunların bugüne dek görülmemiş olması da mümkün değil. Dolayısıyla söz konusu durumun bir stratejinin parçası olarak korunduğuna hükmetmek mümkün… Ama daha derinden bir bakış, kasıtlı bir muğlaklığın yaratılmış olduğunu ve bunun da altında Ermenilerin karmaşık psikolojilerinin yattığını söyleyebilir.

Tersten başlayıp sırayla ele alacak olursak toprak talebinin gerçekçi bir zemine oturduğunu söylemek çok zor. Her şeyden önce toprak ulus devletler dünyasında pek rızaya dayanılarak el değiştirmiyor. Ermenilerin gücünün Türkiye’den toprak almaya yetmeyeceğinin ise tabii ki herkes farkında. Ayrıca Türkiye ve Ermenistan Birleşmiş Milletler üyesi olarak birbirlerinin toprak bütünlüğüne saygı göstermek durumundalar. Diğer taraftan böyle bir talebin tarihsel zemini de zayıf. Çünkü Ermenilerin yaşadıkları topraklar, bireysel mülkiyetin parçası olanlar dışında, kendilerine ait değildi. Osmanlı toprağıydı… Diğer bir deyişle İmparatorluk çökene kadar hiçbir etnik kimliğin toprağı olarak görülmüyordu ve hukuken Sultanlığın kullanıma açmış olduğu bir alanı ifade ediyordu. Daha sonra ‘Türklerin’ eline geçmesi imparatorluğun çöküşü ile birlikte bir hukuksal dönüşümü gerektirdi. Anadolu’nun o bölgesinin kimseye ait olmadığını öne sürsek bile Osmanlıcılık ile Türkçülük arasındaki geçişliliği hesaba kattığımızda Türk milliyetçiliğinin imparatorluğun devamı olma savının Ermenilerin savı karşısında daha güçlü olduğunu teslim etmek durumundayız.

Öyle ise acaba bu toprak talebi ne anlama geliyor? Belki de biz Ermenilerin geçmişte yaşamış olduklarımıza kendimizi tatmin edici bir cevap verememiş olmamız, geleceğe ilişkin beklentimizi azamileştirmemizle sonuçlanıyor. Belki de omuzlarımızda geleceğin yükü var… Yani gelecekteki Ermenilerin ve tarihin hakkımızda ne yazacağını düşünüyor ve bu sorumluluğun altında eziliyoruz. Kendi küçük irademizle ‘büyük’ Ermeni milletinin haklarından vazgeçmiş olmanın ağırlığını taşıyamıyoruz.

Tazminat konusu bu duruşu tamamlıyor. Sanki bu konuyu da özellikle muğlak bırakmak istiyoruz. Tazminat olarak Anadolu’daki Ermeni mirasının yeniden ihyası ile yetinmek hem az geliyor, hem de diaspora açısından pek anlamlı gözükmüyor çünkü Anadolu onların ne derece vatanı pek belli değil. Öte yandan yaşananların karşılığında para istemek de epeyce etik dışı olurdu. Kim o acıları ölçebilir ve onlara fiyat biçebilir ki? Böylece ‘tazminat’ kelimesi gündemde tutuluyor ama içi bir türlü doldurulmuyor.

Sonuçta ortaya garip bir denklem çıkıyor. Ermeniler açısından tanıma, tazminat ve toprak üçlemesi bir kutsal bütünlük oluşturmakta. Ama tanıma en önemlisi ve başlangıç adımı, çünkü o olmadan diğerleri gerçekleşemez. Buna karşılık Türkiye için ise tazminat ve toprak talepleri ‘gerçekçi’ hale gelmeden tanıma mümkün değil, çünkü tanımanın sonucunu bilmiyorsunuz. Böylece aynı noktada yıllarca duruluyor ve daha yüzyıllarca da durulabilir… Eğer istenen buysa.  

- Advertisment -