Küçükken karlı kış günleri eğlencelerimden biriydi serçe tutmak. Basit bir düzenek yapardım bunun için. Önce bir un eleğini alır küçük bir sopaya ip bağlayarak eleği kaldırırdım. İçine korkota dediğimiz kırılmış mısır koyardım. Evin içine girerek pencereden serçelerin eleğin altına girmesini bekler, sonrada ipi çekerdim. Avuçlarınıza hiç serçe aldınız mı? Serçeyi biraz sıkınca minik kalbinin hızlı atışını duyar, bedeninin ürkekliğini hissedersiniz. Bir süre sonra serçenin ürkekliği size geçer refleks olarak avuçlarınızı gevşetirsiniz. Serçe avucunun içinden uçup gidince, onun özgürlüğü senin kanat çırpman olur işte. Uçan minik kuş gibi olur kalbin bir anda. Sevgiyi de ben çokça işte o eleğin altındaki serçeye benzetirim. Kendi hapsettiğimiz dünyada var olmasını istemek gibi. Özgürleşmiş sevgilerden haz almayız nedense. Sevgi tutsaklığımızın ve tutsak ettiklerimizin en büyük bahanesi olur çoğu kez. Seviyoruz ya…İşte bu ülkede devletin tam olarak yaptığı da budur. İnsanları bir eleğin altında toplayıp kalp atışlarını dinlemeden, korkutarak sevmek. Hatta o eleğin altındakilere daha büyük sevgiler gösterip, orada kalmalarını sağlamaya çalıştılar. Adına “vatan” denilen devasa sevgi adına sürekli kafamıza vurularak sevilen teferruatlar olduk hep. Aslında “babamız” gelip bizim de başımızı okşasın, diye bekleyen ve büyük sevgiden rol çalmaya çalışan kurbanlardık.Kendisini bir güvercine benzetse de ben yedi yıl önce 19 Ocak günü katledilen Hrant Dink’i işte o eleğin altındaki serçeye benzetirim hep. Kalbi ürkekçe atan ve özgürlüğe kanat çırpmak isteyen serçeye. Ve eleğin altında büyük sevgiler bahane edilerek tutsak edilerek tutulan insanların özgürleşmesi için çaba harcayan; bu uğurda savaşan bir serçeye… Bu çaba öyle fazla gelmiş olmalı ki birilerine katlettiler onu. Zira “söz konusu vatan ise gerisi teferruat” tı. İşte o gün bugündür her 19 Ocak’ta bütün teferruatlar eleğin altından çıkar minik kalpleriyle yürürler Taksim’den Agos’a doğru adalet isteyerek. Yollar yedi yıl içinde aşınmış olsa da bir türlü gelmeyen adalet her şeyden önce kırdı eleğin altından çıkıp gelen minik kalpleri.Dün de elimde “HRANT için ADALET için!” yazılı dövizle yürüdüm. Yürüyüş boyunca çevremdeki yüzlere baktım. Sesimiz gür çıkmıyordu artık. Öfkemiz bastırılmıştı sanki. Kendi yüzümü gördüm yürüyenlerin yüzünde. Yedi yılda umutlarımız kırılmıştı. En çok da kalbimiz…Evet… Hrant için bir türlü gelmeyen adalet ülkeye olan umutlarımızı azaltmakla kalmamış geçen zaman içinde adalet bekleme duygumuzu yok etmişti. Oysa yedi yıl öncesini hatırlıyorum dün gibi. Hrant abimizin cesedi belki oradaydı ama umutlarımız vardı. Adalet beklentimizle aydınlık bir gelecek kurabilirdik. Vardı öyle bir şansı ki Hrant yaşamıyla yapamadığını ölümüyle yapmıştı. Hepimizi Hrant, hepimizi Ermeni yapmıştı, daha ne olsun…!Hrant’ın yok edilişiyle adaletten yola çıkarak geçmişle de pekala yüzleşebilir, daha aydınlık bir ülkeye kavuşabilirdik. Olmadı olamadı. Hep karanlıklar çıktı karşımıza. Cinayette parmağı olanlar saflara ayrıldı. Bir taraf diğerini suçladı, diğer taraf onu. Aslında hepsi doğruydu. Herkes bir ucundan tutmuştu sesi çok çıkan bir teferruatı yok etmek için. Diğer teferruatlara da “sesinizi kesin” demek için. Ortalığa bir sürü şey döküldü dökülmesine de, bu dökülenler mahkeme salonuna nedense bir türlü gelmedi. Adalet gelmeyince umutlarımız azaldı; sesimiz kısıldı ve her şeyden önemlisi güvenimiz yok oldu.Daha birkaç gün önce davanın üç yıla yakın bir süredir savcılığını yapan Muharrem Akkaş başka bir hesaplaşma için kullandı Hrant’ı. Gözümüzün içine baka baka “görevden alınmasaydım Hrant Dink davası için operasyon yapacaktım…” yalanını söyledi. Kimse bu savcıya “İyi güzel de üç yıldır bu davanın savcısıydın niye şimdiye kadar yapmadın? Kim engel oldu sana? Hadi diyelim yapmadın, elindeki dosyayı delillerini davaya bakacak savcıya ver. O yapsın’’ demedi. Cinayet işlemede hiç şaşmadan süreklilik arz eden devlet nedense adalet aramada aynı sürekliliği göstermiyordu. Savcı gerçekten Hrant için adalet istiyorsa en azından bunu yapmalıydı. İşte bütün bu sorular ucuz kahramanlık gösterisinin gölgesinde, havada kaldı. Hrant Dink davası ihtiyaç halinde dolaptan çıkarılacak teferruattan öteye gidemedi.İşte dün bunları düşünüp durdum orada geçirdiğim birkaç saat boyunca. Eleğin altındaki serçe gibi hissettim. Kalbimin atışını dinledim. Parçalanmıştı kalbim, kırılmıştı geçen yedi yıl boyunca. Yıllar önce bir filmde duymuştum. Kalp camdandı ve kırılınca onarılmazdı. Bizimki de kırıldı işte adalet bekleyen nice yüreğin kırıldığı gibi…
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik