Ana SayfaManşetTek damla gözyaşı

Tek damla gözyaşı

“Teldeki bir kuş gibi /gece yarısı korosundaki sarhoş gibi /özgür olmayı denedim /Bir bebek gibi, ölü doğmuş /boynuzlu bir canavar gibi /bana ulaşan herkesi parçaladım.”

Genç kadın, asmaların kuytusuna gizlenmiş kadın heykelinin yüzüne dokunuyor. Okşuyor yüzünü; hatta sol elinin başparmağıyla o antik Yunan figürlü mermer heykelin tek damla gözyaşını siliyor sanki.

Gözyaşını göremiyoruz, heykeller ağlamaz. Ama acıyı, hüznü akan gözyaşından öte anlatabilir. Zihnimize öyle sabitleyebilir. Hem insan da acıyla, hüzünle taş kesilebilir bazen.

Kadınlardan canlı olanı, çantasını sağ elinin parmaklarının çengeline asıp omuzundan sarkıtmış. Göçebe, yorgun, hayat turisti bir hâli var. El çantasının ağırlığı kadar, o çantanın yüklediği kimlik, o yorgun alışkanlık da yormuş, bıktırmış belli. İskandinav sarısı saçları, rüzgârla taranmış. 

Kadınlardan mermer olanı, zorlu, acılı, hüzünlü tarihinin hemcinsine miras bıraktığı yüzlerce yılın izlerini yüzünde taşıyor. Öylece taşlaşmış… Yorgun, küskün, biraz pişman… Fotoğrafta sağ elinden sarkan pankartta “Life We Ha…” kelimeleri görünüyor. Gerisi yok ama evrensel/tarihsel muhtemel bir sloganın ilk üç kelimesi olabilir: “Sahip olduğumuz hayat…” Gerisi kadına yüzyıllardır lanetli bir miras gibi aktarılmış. Arta kalan yarım cümlelerle selefine her asırda ölümcül bir sınav; “Boşlukları tamamlayın…”

Kadınlardan hüznü canlı olanının dudağındaki cümle, sanıyorum “Sana dokunmuyorum sadece, seni yaşıyorum…”

Yönetmenin kısa süreli sevgilisi!

“Marianne & Leonard: Worlds of Love (Aşk Dünyaları)” filmi yukarıdaki fotoğrafla açılıyor. O fotoğraf karesi üzerine gevezeliğim, canlı ve cansız kadına dair tasvirim, o filmi izledikten birbirini doğurdu. Ne yapayım… Ne filmde, ne cürmümce yaptığım araştırmalarda o fotoğrafa, o heykele dair bir ipucu bulamadım.

İngiliz yönetmen Nick Broomfield’ın 2019 yapımı filmi, iki kahramanı da film gösterime girmeden üç yıl önce ölen Marianne Ihlen ile Leonard Cohen sevdasını sinemaya taşıyor. O aşkın miladı da 60 yılı geride bırakmış.

Haz etmedim Broomfield’den… Böyle bir belgesele “Marianne benimle arkadaş olduğu zaman Yunanistan’ın Hydra adasını ziyaret eden 20 yaşında oldukça kayıp biriydim. Kısa bir süre onun sevgililerinden biri oldum” diye başlaması canımı sıktı mesela.

Neresinden tutayım… Bana one, two, three night stand’i çağrıştıran bir denk düşmeyi, “kısa süreli sevgililik” olarak tanımlası… Ve kendi deyimiyle “bir büyük aşk”ın belgeseline iliştirmesi… Albüm dolusu Ihlen&Cohen fotoğraflarından tekine aradan kafa uzatmak bir yana… “Helal olsun Nick Baba” mı demeli!

Böbürlenme demeye dilim varmıyor ama “açık etme” mevzusunda geçmişte aynı kalınlığın paydaşı Cohen’den öğreneceği bir şeyler var. Cohen Manhattan’daki Chelsea Hotel’in iki numaralı odasında Janis Joplin’le yaşadığı geceyi, aynı adla şarkısına alıyor. Gecenin cinsel ayrıntısı da var bir dizesinde

Yıllar sonra “I’m your man” belgeselinde, LSD ile uçuşta olduğu dönemlerdeki o cümlesi için özür diliyor: “Geçmişteki en büyük pişmanlıklarımdan birisi Janis ile yaşadıklarımı ifşa etmiş olmamdır. Delikanlılığa, centilmenliğe sığmayan bir davranıştı…” (Keşke delikanlılık, centilmenlik yerine daha cinsiyetsiz kavramlar kullansaymış)

Yönetmenin filmine ad olarak uygun gördüğü “Aşk Dünyaları” vurgusu da bana, belgeselin içeriğinden ziyade ikincisine, üçüncüsüne kapısını açık bırakan bir iliştirme duygusu yaratıyor. Zira filmde de sergilendiği gibi aşk Cohen için bir “dünya” değil gezegenler arası seyahat. Ihlen için de Cohen’le birlikte olduğu sekiz yılın ardından ne sular akıyor.

Broomfield,  Marianne&Leonard aşkının yaşandığı dönemde adada da değil. Kendi deyimiyle Cohen’i “pek tanımıyor”, o dönemlerde merhabası bile muğlak. Bu yönüyle benim için bu belgesel bir hayat öyküsünden çok “o aşk”a ya da Marinanne’a dair bir iddianame. Ki Broomfield çektiği belgesellere “kendini çok kattığı, iliştirdiği” için eleştirilen bir yönetmen.

Ötesi… Özgür, önem, değer verilen, güçlü Marianne’ı anlatırken ikide bir “Leonard’ı bir kafese kapatıp kilitlemek, anahtarını yutmak istiyordum. Bütün kızlar ona hayrandı. Bu benim çok canımı yakıyordu”, “Hayatım için çok önemli bir karar vermem gereken dönemlerdi. Leonard’la benim bir çocuğumuz olamayacağına karar verdim” gibi sözlerini öne çıkarması, kadın ve evlilikle ilgili klişelere savrulduğunu düşündürdü bana.

Yaptığını değil söylediğini sevmek…

Ihlen, kendi cümleleriyle kendini hiç güzel bulmayan, yüzünün çok yuvarlak olduğunu düşünen ve o nedenle hep başını öne eğerek yürüyen bir kadın. Güzelliğini Cohen ona kelimeleri, şiirleri, şarkılarıyla hissettiriyor.

Cohen derseniz, aşk adına yaşadığı, gerçekleştirdiği şeylerle değil söylemeyi sevdiği şeylerle tatmin olan, söylediklerini ise yaşayamayan bir adam o döneminde. Marianne’a adadığı, adını verdiği şarkıda “Şimdilik gizli aşkına ihtiyacım var” dizesi, aslında çok şey anlatıyor. O şarkıyı sahnede ilk seslendirdiğinde aktardığı o anekdot da: “Bu şarkının adı ‘Elveda Marianne’.  Marianne adlı çok iyi tanıdığım bir kadın… Norveçli. Bu şarkıyı söyledikten sonra yanıma geldi ve dedi ki, ‘İyi ki o şarkı bana yazılmamış. Çünkü benim adım Mari-ann”.

Sekiz yıllık birliktelikleri, her geçen yıl Marianne’ı daha çok yalnızlığa sürükleyen bir kronolojinin de basamakları. Son dönemlerinde yılda sadece bir-iki hafta beraber oluyorlar. Cohen’in bencilliği, tatminsizliği kendi itiraflarıyla da ortada: “Bu bencilce bir hayattı ama o zaman öyle gelmiyordu. Bunun acısını çocuklar, yanımdakiler çekti. Çünkü hep gidiyordum.” Hep kaçıyor zira Marianne’la birlikteliği, “o zarif örümcek ağı, ayak bileğini kayaya bağlıyor”.

Adanın kayıp çocukları

Ihlen, 1958’de ilk kocası Norveçli romancı Axel Jensen ile Yunanistan’a Hydra Adası’na geliyor. Jensen agresif, mobilyaları camdan dışarı atacak kadar öfkeli bir karakter. Jensen başka bir kadınla, Ihlen de Cohen’le tanışıyor.

Ada 1960’ların rüzgârında özgür birlikteliklerin, açık evliliklerin, uyuşturucu ve alkolün adresi oluyor. Cohen de başta LSD, haplara, alkolle gömülüyor. Hydra’dan tek başına sık sık uzaklaştığı o dönemi, “Kendimi, içine attığım o müstehcen filmde öğrendim. Kadınlardan ilgi görmeye takıntılıydım. Kadınların arkadaşlığına ve arkadaşlığın cinsel ifadesine açlığım (iştahım) vardı. Bunun 1960’lı yıllara denk gelmesi büyük şanstı” diyerek özetliyor.

Hedonizmi, bitmeyen arayışları o dönem 1968’de çıkardığı Bird on Wire’a da yansıyor: “Teldeki bir kuş gibi /gece yarısı korosundaki sarhoş gibi /özgür olmayı denedim /Bir bebek gibi, ölü doğmuş /boynuzlu bir canavar gibi /bana ulaşan herkesi parçaladım.”

Hydra’da o evliliklerden doğan, büyüyen çocukları “kayıp çocuklar” olarak anıyor tanık olanlar. Hemen hepsinin ömrü, bakım kurumlarından, intiharlardan, ağır bağımlılıklardan, ruh sağlığı merkezlerinden geçmiş.

“Alaşağı ettiğim kıymetli insanlar”

Akıl Hastaneleri’nde konser vermeye başlıyorlar. Cohen’in annesinin de, büyükbabasının da yolu oralardan geçmiş. Şöyle anlatıyor o konserlerin nedenini: “Gerçekten yenilmiş biri için çaldığınız zaman, o yenilgiyi oluşturan elementler benim şarkılarımı oluşturan elementlerle örtüşüyordu. Bu deneyim sayesinde empati kazanmaya başladım”.

Cohen’e 1970’ler Suzanne Elrod’la evliliği ve o evlilikten 1972, 1974 yıllarında doğan iki çocuğu getirdi. 1979’da ayrıldılar. Sanılanın aksine Cohen o kült Suzanne şarkısını ona değil, dansçı Suzanne Verdal için yazıyor. 

Cohen 1994-1999 yılları arasında Los Angeles yakınlarındaki Mount Baldy Zen Merkezi’ne kaçıyor, orada inzivaya çekiliyor. İki yıl sonra Cohen’e Rinzai Zen Budist Rahibi unvanı veriliyor ve ‘sessizlik’ manasına gelen Jikhan ismini alıyor. Kendi sözleriyle elde var hüzün ve “kendimi eğitebilmek adına alaşağı ettiğim kıymetli insanlar”…

Yıllar sonra ise “Çapkın bir adam (Ladies Man) olarak yayılan şöhretim, yatağımda yalnız geçirdiğim binlerce geceyi hatırlayınca, beni acı acı gülümseten bir şakadır” sözleriyle özetliyor o nafile koşuşturmalarını.

Hoşçakal, yolda görüşürüz…

Ihlen 28 Temmuz 2016 Oslo’da, 81 yaşında ölüyor. Ölmeden eline Cohen’in mektubu ulaşıyor: “Pekala Marianne, çok yaşlandık, artık vücutlarımız ayrı düşüyor. Sanıyorum ki çok kısa bir süre sonra peşinden geleceğim. Biliyorum, arkanda, sana öylesine yakınım ki elini uzatsan, elime ulaşabilirsin. Ve biliyorsun ki seni her zaman güzelliğin ve bilgeliğin için sevdim. (…) Ama şimdi… Sadece sana iyi yolculuklar dilemek istiyorum. Hoşçakal eski dost, sonsuz aşk, yolda görüşürüz.”

Cohen de Ihlen gibi lösemi hastasıydı. Onun ölümünden üç ay sonra, 82 yaşında hayata veda etti. The Washington Post ölümünü “Düştü, ölümü ani, beklenmedik ve huzurluydu” başlığıyla duyurdu. Montreal’de anne ve babasının yanına, sade bir çam tabutla defnedildi.

O Yunan heykelinde görünmeyen ama hissedilen o tek damla gözyaşı, Julie Felix onu İngiltere’de çıkardığı programda tek başına, gitarıyla “The Stranger Song”u söylerken yanağından süzüldü. Tek damla gözyaşı…

- Advertisment -