Ana SayfaYazarlarTeknoloji çağında “bakmak” ve “görmek”

Teknoloji çağında “bakmak” ve “görmek”

İçinden geçiyor olduğumuz teknolojik çağda, pek çok yeni kazanımlarımız oldu. Lakin kaybımızı da azımsayamayız. Bu çağda, akıl tutulması yaşarken, şüphesiz görme ve duyu boyutlarında da yitirdiklerimizi görmezden gelemeyiz.  Zira bakmaya dikkat kesilen ancak görmeyi tatile çıkaran bir duruma evrildik.

Bakabilmek için, sadece gözlerimiz etkin olması yeterlidir; görebilmek için ise akıl, kalp ve gözün birlikte çalışması gerekir.

Tefekkürü tatile çıkardığımızdan beri, derinlik bizden ırak kaldı ve görümüz zayıfladı. Zira görmek, bir şuur işidir. Görümüz tutulduğu için, iyi şiir de yazamaz olduk. Şiir, şuur ve idrak durumumuzun coşkusal bir dışavurumuysa, bu yolda da yaya kaldığımız âşikar.

Şuur, bakmayı, anlamayı ve kavramayı gerektirir. Kavramadıklarımız bizim dünyamızın içindedir ve bu bir tür keşiftir. Daha önce varolan ancak bizim dünyamıza yeni dâhil olanları keşfederiz. Bunun bir diğer adı “fark etmek”tir.

Göremez oldukça, fark da edemeyiz dahası ayırt edemeyiz. Şimdilerde bakarken, göremiyorsak, fark etme durumumuz hayli zayıf demektir. Teknik düşünmez diyen Hedegger’i haklı çıkarmamak mümkün değil. Hatta Doğu kültüründen bir katkıyla, teknik bakar ancak görmez, diyebiliriz.

Toynbee teknoloji ile kültürün ters orantılı olduğunu söylerken, teknoloji çağında göremez olduğumuzu da ima etmişti. Kültürün temel yapı taşlarını göz, gönül ve akıl adeta bir sarmal gibi inşa eder; bahsettiğimiz kayıplarla, tefekkür, sezgi ve gönül rafa kalkınca, sadece maddi kültürden söz edebiliriz. Maddi kültürü daha çok akıl, duyu ve el beceresi kurar.

Hal böyleyken, fark etme durumu biraz daha ötelenmiş görünmektedir. İşin aslı fark etme demek, bir bakıma keşfetme ve varolan varlık zinciriyle şu ya da bu şekilde iritbata geçmek anlamına gelir. Bu irtibat, anlamakla, kavramakla dahası görmekle mümkündür.

İnsanoğlu gördükçe fark etmeye başlar. Göremediklerimiz zaten bizim için yoktur. Gerçekte varolup da bize kapalı olanların, görünürlük kazanması ancak keşfetmeyle mümkündür ki bunun diğer adı fark etmedir. Modern dünyanın keşişinin üreten olduğunu anımsarsak, bu dünyada çok çalışan, çok tüketen ve rekabet edebilen öndedir. Bunun için gözlem, araştırma ve iyi bir bakış gerekecektir. Kavrama, anlama, keşfetme ve irtibat kurma oldukça uzun bir süreçtir. Buna hem tahammülümüz hem de zamanımız yoktur. Adı üstünde tahammül kelimesinin imasını yokladığımızda, bir zorluğu taşımayı ve bu esnada ve yolculukta bazı yeni uyanışları fark etmeyi sezeriz.

Yeni dünya, tüketim çılgınlığıyla birlikte, daima daha yenisine doğru yönelim içindedir. Daha iyisi olmalı, dahası en son tasarıdan geri kalınmamalı. Böyle olunca, bağlılık, tutku, özlem eski ama eskimeyen tortular, birer nostalji olarak kalıverdi.

Aşk, bir tür yanılsama olsa da, birini yüceltme ve biricik kılma özgürlüğüydü.  Şimdi ise, sevgiliyi değil; kendimizi yüceltme ve ölümsüzleştirme devrindeyiz. Bunun içindir ki, “sevgilin saçının teli” değil,  kendi öz-çekim (selfie) fotoğraflarımız ön plandadır. Çünkü kendimizi görebilmek çok meşakkatli bir yolculuktur. Aynanın yansıttığı resme bakmak ise çok daha kolaydır. Kısacası bakmak tanımayla ilişkili görsel bir ameliye iken; görmek daha derinlikli ve tortu bırakan bir fiiliyattır.

En sık kullanılan aşk mefhumu üzerinden bile, farkına varmak ifadesi havada kalmaktadır. Çünkü bugünkü aşkların, birbirlerini ilk defa görenlerin derin tanışıklığa şahit olduklarını söylemek pek mümkün değildir. “Bir bahar akşamı rastladım size derin bir telaş içindeydiniz”, sözünü şimdilerde ne yazacak şair, ne de hissedecek aşık var. İlk tanışmadan sonra aşkım diyebilmek modaysa, farkındalıksız bir modadan söz edebiliriz.

Görmenin, gönül gözünün, hissetmenin değer kaybettiği; bunun yerine bakmanın, gösterişli mekânlarda modern beden dilini konuşturmanın hatta sanal dünyada tanışıklığın pirim yaptığı günümüzde, fark etme veya keşfetmenin içini doldurmak kolay değildir.

İşin aslı şimdilerde ciddi bir yabancılaşmadan bahsedebiliriz. Bırakalım başka kişilerle tanışıklığı, kişi kendine yabancı kalmaktadır. Bireylerin iç sesleri ve derinden duyuşları değil, beğeni kültürünün imgeleri ön plandadır. Bir alışveriş merkezinde sizi karşılayan satıcının gülümseyişi, nazik davranışı ne kadar inandırıcıysa, bakışları da o derece samimi ve içtenliklidir. Bu sıradan bir örnek olsa da,  çağımızda yabancılaşmanın parke taşları böyle döşenmeye başlandı.

Emeğe yabancılaşan, kendine yabancılaşan bireylerden, görmeyi, keşfetmeyi ve fark etmeyi beklemek biraz fazla iyimserlik veya romantik tavır olacaktır. Çünkü tüketim kültürünün bireyleri olarak, bakmaya yönlendirildik. Belleklerimize hiç farkında olmadan, beğendikçe tüketme; tükettikçe yenisini görme isteği mayalanıyor.

 

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik