Paris saldırılarını “Fransa’nın 11 Eylül’ü”ne benzetmenin doğru görülecek tek yanı, teröre karşı küresel ölçekte artan duyarlılık olabilir. El Kaide’nin 2001’de ABD’de de düzenlediği saldırılar Afganistan ve Irak’ın işgaliyle sonuçlanmıştı; 11 Eylül saldırılarından tam 14 yıl sonra, bu kez El Kaide’nin türevi DAEŞ tarafından -yine bir sonbaharda- Paris’te gerçekleştirilen katliamın, Ortadoğu’ya yönelik yeni bir işgal hareketine yol açmasa da, dünyanın siyasi ve psikolojik ikliminde büyük değişiklikler doğuracağı muhakkak. Paris saldırılarının hemen ardından, şimdiden yeni bir konjonktür oluştu bile; bu dönem, 11 Eylül saldırıları sonrası oluşan konjonktürün bazı özelliklerini taşıyor; dünya, etnik, dini, ideolojik farklılıklarına takılmaksızın teröre karşı ortak bir tutum geliştirmeye başladı.
Bu yeni dönem en çok Türkiye’ye yarayacaktır. Zira terörden en fazla etkilenen ülkeler arasında sayılırız. 7 Haziran seçimlerinin ardından büyük bir terör dalgasıyla karşı karşıya kaldık. DAEŞ’in son olarak Ankara’da, PKK’nın ise Güneydoğu’da üst üste gerçekleştirdiği terör saldırıları, ülkenin siyasi ve psikolojik bütünlüğünü zorlar boyutlara ulaştı. Dünyanın; DAEŞ terörüne karşı duyarlılığı, PKK terörünü ise görmezden gelmesi, Türkiye’yi en fazla zorlayan noktalardan biriydi. Ankara, her ne kadar dünyaya PKK’nın bir terör örgütü olduğunu anlatmaya çalışsa da, şu ana kadar çok sınırlı bir karşılık buldu. Demokratik sistemin yerleştiği, siyasi kanalların açık olduğu bir ülkede terörist yöntemlerle hak arayan bir örgüte, bırakalım Batı’yı, kendi içimizde bile sempatiyle bakan, hak veren ve hatta onu siyasi olarak destekleyen geniş bir çevre söz konusu. Ancak teröre bir şekilde destek olan, arka çıkan bütün kesimler 1 Kasım seçimlerinde sandıktan büyük bir yara alarak çıktı. Seçmen, terörle neredeyse tek başına mücadele eden AK Parti’yi büyük bir oy oranıyla iktidara taşıdı. Ülke yönetimini, terörle mücadele eden siyasi partiye emanet etti. PKK’nın siyasi uzantısı HDP, teröre arka çıktığı için seçimlerde başarısızlığa uğradı.
1 Kasım seçimleri, Ankara’nın teröre karşı toplumsal bir bütünlük, ortak bir duyarlılık geliştirmeyi başardığını gösterdi. Ne var ki, teröre karşı sadece içeride sağlanan bu ortak tutum yeterli değil. Dünyanın da Türkiye’nin terörle mücadelesini desteklemesi gerekiyor. En azından teröre arka çıkmaması gerekiyor. Türkiye’nin yıllardır terör nedeniyle yaşadığı sıkıntıyı dünya, Paris saldırılarıyla birlikte belki de doğrudan anlama fırsatı buldu. Burada PKK’nın, 11 Eylül saldırılarının oluşturduğu siyasi konjonktürde uzun süre silaha davranamadığını hatırlatmak gerekiyor. PKK lideri Öcalan’ın 1999’da yakalanmasının ardından örgüt silahları susturmak zorunda kalmıştı; silaha sarılmak için, 11 Eylül sonrası oluşan konjonktürün dağılmasını beklemişlerdi. DAEŞ’in Paris saldırısı, 2010’da başlayan ve “Arap Baharı” olarak nitelenen, PKK dâhil yeni terör gruplarına alan açan, fırsat sunan 5 yıllık ara dönemin sonunu getirecektir. Dünya, teröre karşı müsamaha gösterdiği bir dönemi geride bırakıyor; bunu en çok PKK ve HDP’nin fark etmesi gerekiyor. Silahları terk etme, siyasallaşma, barış ve çözüm için bundan daha elverişli bir dönem olamaz.