Ana SayfaYazarlarToplumsal gerçekliği görmenin zorluğu

Toplumsal gerçekliği görmenin zorluğu

 

Gerçeklikle ilgili yapılan hataların en büyüğü öznel gerçekliğe çok büyük değer verilmesidir. Gerçekliği kabaca öznel ve nesnel gerçeklik olarak ikiye ayırırsak, kişinin kendi zihninin prizmasından geçerek ulaştığı gerçekliğe “öznel” diyoruz. “Nesnel” gerçeklik ise bizim öznel olarak müdahil olsak da değiştiremeyeceğimiz gerçekliktir. “Bence…” diye başlayan her cümle öznel olmak zorunda kalacaktır, ama dünyanın yuvarlak olmasının, Sokrates’in varlığının veya balıkların solungaç solunumu yapmalarının benim fikrimden bağımsız birer gerçeklikleri vardır. Bu gerçeklikler yorumdan bağımsız bir şekilde kesindirler.

 

Nesnel gerçeklikler zaten insan fikrinin dışında anlam kazandığı için, onlar üzerinde münakaşa etmeye gerek de yoktur. Bütün mesele öznel gerçeklik sahasında meydana gelmektedir, çünkü insan hayatının hemen her alanı mutlak gerçekliğin ötesindedir. Yurttaş Kane filminin iyi bir film olup olmadığına bu yüzden hiçbir zaman kesin olarak karar verilemez. Birisi çıkıp, dünyaca ünlü ve hemen herkes tarafından en iyi filmlerden biri seçilen bu film için tam tersi bir yorumda bulunabilir. Bu kişiye Yurttaş Kane’in iyi bir film olduğunu kanıtlama şansımız yoktur. Dünyanın bütün sinema eleştirmenlerinin filmi sevdiğini kanıt olarak göstersek bile, bu kişi, sinema eleştirmenlerinin bu işten anlamadığını iddia edip bu kanıtın yetersiz ve dolayısıyla öznel olduğunu söyleyebilir. Gelinen nokta renkler ve zevklerin tartışılamayacağıdır.

 

Şüphesiz bunda bir gerçeklik payı mevcuttur, fakat girişte dediğim gibi öznel gerçekliğe körü körüne bağlanmak bizi solipsizmin tuzağına düşürecektir. Kişinin Yurttaş Kane’i kötü bir film olarak görüyor olması, filmin kötü olduğu anlamına gelmez; sadece kişinin filmi kötü olarak gördüğü anlamına gelir. Gerçekte filmin iyi veya kötü olduğunun bilinemeyecek olması relativizmi fazla içselleştirmenin bir sonucudur, halbuki sizin dışınızdaki çok büyük bir çoğunluk, diyelim yüzde 90, filmi sizin aksinize sevmişse o halde bu gerçekliğin de kabul edilmesi gerekmektedir, çünkü insanların yüzde 90’ının filmi beğeniyor oluşu ayrıca bir gerçekliktir, bir veridir. Kişi bu veriye/ bilgiye kayıtsız kalırsa, öznel gerçekliğin bir bütünü kabul edebileceğimiz toplumsal gerçekliğe duyarsız kalıyor ve kısaca hayatı ıskalıyor demektir.

 

Demek ki ben Yurttaş Kane’i sevmiyor olabilirim, ama genel olarak büyük bir topluluğun Yurttaş Kane’i seviyor oluşunu reddetmemem, bunu önemsemem ve bu bilginin değerini kavramam gerekir. Aksi takdirde sadece kendi fikrinin gerçek olduğunu sanan otoriter zihniyetli birine dönüşebilirim. Bu mantığı içselleştirmem, topluluğun oluşturduğu fikir bütünlüğüne katılmıyor bile olsam toplumu anlamak açısından elzemdir. Gerçekliğin özüne dair bilgiye erişme şansımızın olmadığı garantidir ve herkesin gerçeğinin kendine ait olduğu da doğrudur, ama genelin, büyük çoğunluğun ortak bir karara vardığı durumlar, hayatı anlamada toplumsal gerçekliğin çok büyük bir öneme sahip olduğunu  bize gösterir.

 

Bütün bu anlatılanlar siyaset için de bire bir geçerlidir ve kanımca siyaset yapmada büyük sorunlar yaşayan laik sol/liberal çevrenin en büyük hatası, kendi öznel gerçekliğine fazla anlam yüklemesidir. Bu, Fazıl Say’ın zamanında arabesk hakkında yaptığı yorumda en iyi şekilde vücut bulmuştur. Say, arabesk müziğin hayli kalitesiz bir müzik olduğundan bahsederken estetik anlamda bu gerçeği “kanıtlayabilecek” yüzlerce kanıt bulabilir. Gerçekten de saygın müzisyenlerin çok büyük bir çoğunluğu arabeski kalitesiz bulacaktır, fakat Say ve onun gibilerin hatası arabesk müziği kalitesiz bulurken (estetik) onu dinleyenlerin de (sosyoloji) kalitesiz olduklarını iddia etmeleridir. Halbuki arabeskin kalitesiz bir müzik olduğu nasıl bir veriyse, toplumun büyük bir çoğunluğunun bu müziği seviyor oluşu da bir veridir. Oysa Say, toplumsal gerçekliği veri olarak almamakta; onu kendi arzusuyla değiştirebileceği bir oyuncak sanmaktadır. Bu yüzden koskoca halkın arabeski sevmesi “yanlış” haline gelmekte ve Say onlar adına üzülüp, onlara acımaktadır.

 

Sol/liberal çevrenin bu huyu şaşılası bir yüzeysellik barındırmaktadır. Say’ın arabesk örneğini siyasete uyguladığımızda Say’ın arabeske olan tutumunun aynısı sol/liberallerde AKP’ye karşı görülmektedir. AKP’nin işin uzmanlarınca (yazar, aydın, akademisyen, gazeteci) çok büyük bir oranda “kalitesiz” olduğu kabul edilmekte ve bu konuda hemfikir olunmaktadır. Fakat bu “estetik” yorum bir müddet sonra siyasete de bulaşmakta; Say’ın halkın arabeski nasıl sevdiğini anlayamaması gibi, bu aydınlar da halkın bu partiye nasıl oy verdiğini anlayamamaktadırlar. Bu anlayamama hali aynı sonuca vararak tamamlanır: bu müziği dinleyenler/ bu partiye oy verenler eğitimsiz, cahil, zevksiz insanlardır.

 

Buradaki hata laik cemaatin toplumsal gerçekliği birer veri olarak almamasıdır. AKP’nin “kalitesiz” olmasının bir “gerçeklik” olduğunun düşünülmesi laik aydınlara sanki yeterli görünmektedir. Say’ın estetik zevki kaliteli olan az sayıda müziksevere hitap etmesi gibi, laik aydınlar da kendi kaliteli ve değerli görüşleriyle az sayıda solcu/liberale hitap etmektedir. Bütün bunlar olurken çok büyük bir çoğunluk, AKP’ye oy veren çok büyük bir kesim şaşılası şekilde çemberin dışına düşmektedir. AKP’nin ve arabeskin neden kalitesiz olduğu üzerine destan yazan (ve çoğu da haklı olan) bu aydınlar, koskoca bir halkı unutmuş görünmektedirler.

 

Onların dilinden konuşarak bitirirsek: Justin Bieber’ın kalitesizliği hemfikir olduğumuz ortak bir kanı olabilir, bir araya gelip bu çocukla dalga da geçebiliriz; onu yerden yere vurarak kendi kimliğimizi şişirebilir ve mastürbasyon yapabiliriz. Oysa bu, “kalitesiz” müzik yapan, başarısız bu ergen gencin dünyaca ünlü bir fenomen olduğu gerçekliğini değiştirmez. Bizim onu sevip sevmememiz altı üstü bir yorumdur, ama bir şeyleri anlamak derdindeysek Bieber fenomeni ve bunun nedenleri üzerine düşünmemiz gerekir. Türkiye’de laik cemaatin yapmadığı tam olarak budur.

 

- Advertisment -