Ana SayfaYazarlarTrump, ne yaptın sen!..

Trump, ne yaptın sen!..

 

ABD başkanı olduğundan beri kendisinden olağan siyasal mantığı zorlayan sürpriz adımlar beklemeye alıştığımız Trump, sonunda öyle bir adım attı ki, dünyayı kana bulamak için bundan başka bir şeye gerek kalmadı.

 

Yıllardır bütün ABD başkanlarının ertelediği tehlikeli bir kararı, marifetmiş gibi göğsünü gere gere aldı. 

 

Filistin topraklarında Müslüman Araplar ve Yahudiler iki ayrı, bağımsız devlet olarak barış içinde yaşasınlar diye dünya milletlerinin kendisine emanet ettiği barış ve müzakere sürecini sorumsuz bir hovardalıkla berhava edip, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını açıkladı.

 

Yetmedi; ardından ABD büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması emrini de verdi.

Bunları yaparken ileri sürdüğü gerekçeler ise kendi vatandaşları da dahil kimseyi ikna etmedi.

 

Korkulan oldu ve bu vahim olayın hemen sonrasında, başta Kudüs ve Filistin toprakları olmak üzere kitlesel protesto, çatışma, füze atışı, hava bombardımanı, gözaltı ve ölüm haberleri peş peşe gelmeye başladı.

 

Zaten son yıllarda IŞİD (DEAŞ) belasından yorgun ve bitkin düşen bölge ve dünya, şimdi de neresinden bakarsanız bakın, Trump’ın bu olağanüstü sorumsuz, her yönüyle insanlığa karşı taammüden cinayetten farkı olmayan tavrının sonuçlarıyla mücadele etmek zorunda kalacak.

 

Çözüme kavuşmayan en eski anlaşmazlık

 

Bilindiği gibi, Yahudilere yurt bulunması ve devlet kurulması düşüncesi Birinci Dünya Savaşı öncesinde uç verdi. Osmanlı İmparatorluğu parçalanması bu yöndeki arayışları kolaylaştırdı.

 

Daha Milletler Cemiyeti döneminden başlayarak İngiltere böyle bir sürecin gelişmesine destek verdi. Seçilen eski Osmanlı toprağı Filistin’e göçler böyle başladı. Yahudi inancı da bu tercihe tarihî ve dinî bir dayanak olarak gösterildi.

 

İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilerin Hitler faşizminin soykırımına uğrayıp milyonlarca kayıp vermeleri bu süreci hızlandırdı. Yeni kurulan Birleşmiş Milletler bu sorunu devraldı ve 1948 tarihli kararıyla kesinleştirdi.

 

Bölgenin yerleşik halkı olan Filistinli Müslüman Araplar ile bölgeye adım adım yerleşmeye ve silâh gücüyle toprakları işgal ederek alan genişletmeye çalışan Yahudiler, sonra İsrail arasındaki çatışma süreci böyle gelişti.

 

Bu çatışma halen dünyanın çözüme kavuşmamış en eski anlaşmazlıklarından biri. Dinî, tarihî ve kültürel özellikleriyle bir insanlık mirası ve dünya şehri olan Kudüs ise bu anlaşmazlığın kilit taşı gibi.

 

Filistin sorunu, Ortadoğu’da ve Müslüman ülkeler arasında siyaseti belirleyen temel faktörlerden biri. Hatt çoğu zaman, tıpkı bugün olduğu gibi, dünya siyasetinin de önde gelen bir belirleyeni oluyor.

 

Sadece ABD ve diğer Batılı ülkeler değil, sorundan etkilenen başka ülkeler de,  bölgeye yönelik stratejilerinin icrasında bu sorunu çoğu kez elverişli bir enstrüman olarak gördüler ve görüyorlar.

 

Bütün bu nedenlerle, aradan geçen onca yıla rağmen hâlâ bütün tarafların “evet” dediği bir çözüm bulunamadı.

 

Barış olsun diye az uğraşılmadı

 

Filistin sorunu, silahlı çatışmaya girmeden ve kan dökülmeden, barışçı görüşmeler yoluyla çözülmesi için yıllar boyu barış yanlısı ülkeler, sorumlu devlet adamları ve uluslararası kuruluşlar tarafından ciddi emek harcanan ender uluslararası sorunlardan biri.

 

Birleşmiş Milletler birçok yönden  eleştirilse ve bu eleştirilerin çoğu haklı da olsa, sadece bu örgütün bu konuda aldığı kararları, oluşturduğu komisyonları, atadığı temsilcileri, düzenlediği toplantıları göz önüne aldığımızda bile, Trump’ın neleri yerle bir ettiğini görebiliriz.

 

Filistin sorunu gündeme geldiğinden beri ABD’nin tercihinin çoğu kez İsrail’den yana olduğunu biliyoruz. Bunda güçlü ve zengin Yahudi lobilerinin baskısı ile Protestan Evangelist çevrelerin etkisi rol oynuyor. Bu açıdan bakıldığında, İsrail’in acımasızlık ve pervasızlığına, işgalci stratejisine ve kışkırtıcı politikalarına ABD’nin kol kanat germesinin, birçok çözüm eşiğinin kaçırılmasına sebep olduğunu söyleyebiliriz.

 

Madalyonun diğer  yüzünde, gene ABD’nin, sorunun daha fazla kan dökülmeden, barış içinde iki devlet olarak yaşayabilmeyi sağlayacak sürdürülebilir bir anlaşma çerçevesinde bir çözüme kavuşturmak için bazen dikkat çekici ölçüde çaba harcadığını da kabul etmeliyiz.

 

İşte Trump,  gerçekleşmesi asla mümkün olmayacak kararıyla, hem bölge ve dünyayı ateşin içine attı, hem de ABD’nin az çok olumlu çabalarını dahi yerle bir etti.

 

Konuyla yakından ilgilenenlerin bildiği bazı BM kararlarını hatırlatmak istiyorum.

 

Trump’ın yerle bir ettiği BM kararları

 

BM Genel Kurulu 25 ve 29 Kasım 1947 tarihlerinde iki oturum yaptı. Filistin’deki İngiliz manda yönetiminin kaldırılmasını, İngiliz ordusunun çekilmesini, 1 Ocak 1948’e kadar Arap ve Yahudi devletleri olarak iki ayrı devletin kurulmasını, bu arada Kudüs’ün sınırlarının çizilmesini, silahlardan arındırılmasını ve BM Vesayet Konseyi’nin himayesinde ayrı bir yapıya sahip olmasını, 181 sayılı kararıyla dünyaya ilan etti. (Filistin Ulusal Konseyi 1988’de Cezayir’de toplanarak BM’nin 1947 tarihli bu kararında öngörülen iki devletli çözümü kabul etti. O kararda ayrıca terörizm de kınanıyordu.)

 

BM Genel Kurulu, bir yıl sonra, yani 11 Aralık 1948’de bir kere daha toplanıp, Kudüs’ün uluslararası statüde olmasını, işgal ve saldırılar nedeniyle topraklarını terk eden Filistinli Müslüman Arap mültecilerin ise isterlerse vatanlarına geri dönebilmelerini 194 sayılı kararına bağladı.

 

Bilindiği gibi, 1967 Altı Gün Savaşı Filistin’deki tabloyu kökten değiştirdi. İsrail Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı işgal etti. Bölgenin demografik yapısını ve Kudüs’ün konumunu değiştirmek için adımlar attı. Buna karşılık BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi 1968 tarih ve 252 sayılı kararıyla İsrail’in girişimlerinin hepsini geçersiz ilân etti.

 

30 Haziran 1980’de BM Güvenlik Konseyi, İsrail’i önceki Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi kararlarını tanımaya, Kudüs’ü kendi başkenti yapmak için attığı adımlarda ısrar etmekten vazgeçmeye, bu kutsal şehrin statüsünü ve karakterini etkileyen girişimlerine son vermeye çağıran 476 sayılı kararı aldı.

 

BM Güvenlik Konseyi aynı yıl (1980), 478 sayılı kararı ile bu kez Kudüs’ün statüsünü değiştiren bütün İsrail eylemlerinin geçersiz olduğunu ilân ettiği gibi, Kudüs’te diplomatik temsilcilik açan ülkelerden bu temsilciliklerini geri çekmelerini de istedi. Aynı tarihlerde toplanan Genel Kurul da İsrail’in tavrını uluslararası hukukun ihlali olarak tanımladı.

 

1967 Savaşı’ndan itibaren İsrail, her fırsatta bazı Filistin topraklarınişgal etti ve Kudüs’ün statüsünü kuvvet kullanarak değiştirmeye çalıştı. Buna karşılık BM, güç kullanarak toprak işgal edilemeyeceği ve Kudüs’ün statüsünün değiştirilemeyeceği yönünde sürekli karar aldı; bu kararlar neredeyse her yıl tekrarlandı.

 

Eski Kudüs şehri, 1982 yılı itibariyle BM Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından korunmak amacıyla Dünya Kültür Mirası listesine kaydedildi.

 

Genel Kurul 1 Aralık 2006’da aldığı 26 sayılı kararla, İsrail Anayasası’nda Kudüs’ün başkent olarak belirtilmesi bağlamında “Kutsal Kudüs şehrinin statüsünü ve karakterini değiştiren veya değiştirmeyi amaçlayan kararların, yasama ve yürütmeyle ilgili önlemlerin geçersiz olduğunu” duyurdu.

 

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 23 Aralık 2016’da, İsrail’in işgali altındaki Filistin topraklarında yasadışı tüm yerleşim faaliyetlerini “hemen ve tamamen” durdurmasını öngören bir karar tasarısını daha kabul etti. Güvenlik Konseyi üyesi 15 ülkeden 14’ü karar tasarısı için evet oyu verirken, veto hakkı bulunan ancak bu hakkını kullanmayan ABD, Obama döneminin bu son kritik oylamasında çekimser kaldı. Bu yüzden karar tasarısı 14-0 geçti. İsrail BM Genel Kurulu'nun bu kararına uymayacağını açıklarken özel olarak ABD’ye çok sert tepki gösterdi.

 

Haksız politika bu kez yalnızlık getirebilir

 

Bugün dünyadaki mevcut güç dengelerinin ve bölgedeki karmaşık siyasal sorunların geldiği nokta, böyle maceracı hamleleri kaldırabilecek durumda değil.

 

Tarihi, dini, mezhebi, etnik, siyasi ve askeri nitelikteki uluslararası sorunları şapkadan tavşan çıkarır gibi ergen sorumsuzluğuyla çözmeye kalkışmak, hele konu Ortadoğu ve Filistin ise, hiç olacak şey değil.  Olmadık ittifaklar ve siyasal kombinasyonlar her an ortaya çıkabilir.

 

Meselenin alışıldık güç oyunlarıyla veya iç kamuoyunda rahatlama hamleleriyle istenilen noktaya getirilebileceğini sanmak her zaman gerçekçi olmayabilir.

 

Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasında da benzeri bir durum yaşanıyor.

 

ABD zaten bir süredir bölgedeki ittifaklarını adım adım kaybetmekteydi. Bu olayın süreci hızlandırdığını ve yanında duracağını varsaydıklarının da ister istemez biraz mesafe koyduğunu söylemek acelecilik gibi görünmüyor.

 

AB ülkelerinden hiçbiri ABD’nin peşinden gitmedi. Tersine, karara açıkça karşı çıktılar  ve  BM uhdesinde sürdürülen iki devletli çözüm arayışlarında ısrar edilmesi gerektiğinin altını çizerek, Trump’ı kararıyla başbaşa bıraktılar.

 

Latin Amerika’da, iki küçük ülkenin destek açıklamasının dışında kararın yanında duran olmadığı gibi,  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısıyla Venezuela Devlet Başkanı Maduro’nın ta oralardan, bir Hıristiyan ülkesinden gelip  İstanbul’da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Toplantısı’na konuk olarak katılması da bir başka şeyin işareti olsa gerek.

 

Bazıları yarım ağız kınadı

 

Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi son dönemde ABD-İsrail hattında kümelenen bazı Müslüman ülkeler (ki bazılarının Trump’ın kararından haberdar edildikleri ve uygun buldukları ileri sürülüyor), İİT toplantısında bir biçimde temsil edildiler ve bağımsız Filistin devletinin başkentinin Doğu Kudüs olduğu yönündeki (belirli bir kararlılığı ifade eden) Sonuç Bildirgesi’ni imzaladılar. Yani tamamen kopmayı göze alamadılar.  

 

Bu ülkeler ABD’nin kararını benimsediklerini ve İsrail’in yanında yer aldıklarını açıkça belirtemiyor. Hattâ Suudi Arabistan ve Mısır örneğinde olduğu gibi, kendilerini Trump’ı karardan vazgeçmeye çağıran yarım ağız açıklamalar yayınlamaya mecbur hissediyorlar.

 

Rusya, Çin ve Hindistan ile diğer Asya ülkeleri arasında, ABD’nin kaotik politikasına destek verenini bulmak imkansız gibi.

 

ABD’de ise yapılan anketler Trump ve yönetimine bu konuda verilen desteğin yüzde 30-35 arasında olduğunu, hattâ kendi partisinden bile umduğu düzeyde bir destek bulamadığını gösteriyor.

 

Bazı ABD yetkililerinin Filistin’e yapmak istediği ziyaretlere katılmayı reddedenler arasında Hıristiyan din adamlarının da olması birçok şeyi anlatıyor.

 

Bu politikanın dünya tarafından sevinçle karşılanmayacağı, sürdürülebilir olamayacağı ve ABD’yi yalnızlığa sürükleyeceği belliydi. En azından şimdilik, öyle olduğu görünüyor.

 

Türkiye’nin başarılı hamlesi

 

AK Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin ve Kudüs konusunda özellikle tarihten ve inanç ortaklığından kaynaklanan duyarlılığı herkesçe biliniyor. Bu bağlamda, TBMM’de yer alan bütün partilerin gösterdiği ortak duyarlılık Türkiye adına çok önemli.

 

Trump’ın kararını açıkladığı 6 Aralık 2017 gecesinden itibaren Erdoğan’ın ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun konuyu ele alışları, kabul edelim ki, son derece doğru bir siyasal hat üzerinde oldu.

 

Kudüs’ü (dini boyutuyla) üç semavi dinin, (tarihi ve kültürel vasıflarıyla) bütün insanlığın, (siyasi realitesiyle) Müslüman  Arabı, Yahudisi ve bütün farklı renkleriyle o topraklarda yaşayanların ortak kenti  olarak tanımlamak; bugüne kadar sürdürülen barış görüşmelerinin sonuçlarına ve ilgili BM kararlarına sahip çıkmak, haklı, sağlam ve savunulabilir bir noktada durmak anlamına geldi.

 

Bu çerçevede, vakit geçirmeden insiyatif alıp, zaten dönem başkanlığı Türkiye’de olan İİT’yi süratle olağanüstü toplantıya çağırmak, önemli ve atak bir tavırdı. Yüksek katılım için etkin bir diplomasinin sürdürülmesi, firesiz katılımın sağlanması ve sorunsuz bir organizasyonun gerçekleşmesi, bariz bir başarıydı.

 

Toplantının sonunda açıklanan bildiride ABD’nin kararın kabul edilemezliğinin ifade edilmesi, Kudüs’ün (Doğu Kudüs kastediliyor) bağımsız Filistin devletinin başkenti olarak tanınması ve dünyanın diğer ülkelerine bu yönde çağrıda bulunulması, alternatif bir politik çıkış sergilemek bakımından son derece yerindeydi.

 

Bir yandan ABD’nin ilkesiz ve sorumsuz tavrı sergilenirken, diğer yandan bundan sonrası için izlenecek hareket hattının önceki barış görüşmelerinin meşru sınır çizgileri içinde kalacağı ve BM kararlarına bağlı hareket edileceği açık şekilde ifade edildi.

 

Barış ve çözüm çabaları, kaldığı yerden devam etmeli

 

Buradan anlaşılıyor ki, farklı düşünenler ve zihni çatışmacı bir hatta kayanlar olsa bile, hakim eğilim uluslararası meşruiyet ve barış ilkelerinde ısrar edilmesi, Filistin halkının hukukunun savunulması yönünde gelişiyor.

 

Sonuç olarak bu toplantı, Filistinliler, İslam ülkeleri ve Türkiye adına başarılı bir toplantıydı ve sonuçlarıyla ciddi umut verdi.

 

Ancak, bu meselenin diğer tarafı ABD, İsrail ve onları perde gerisinde destekleyen Suudi Arabistan, Mısır ve BAE gibi Müslüman Arap ülkeleri olunca, bugünden yarına sonuç elde etmenin kolay olmayacağı hesaba katılmalı.

 

Dahası, İİT şahsında ortaya konulan cesur ve meşru tavrın sürdürülebilir kılınması için, bundan sonrasının ülkelerin ve bölgenin siyasal realiteleri ve BM kararları gözetilerek tasarlanması ve yürütülmesi icap ediyor.

 

Hele, provokasyona gelip işi silahlı direnişe taşıma eğilimi uç verirse, İslâm ordusu oluşturma heveskârlarına zemin sunulursa, anti-semitik bir söylem hakim olur ve bütün İsrailli Yahudiler hedef alınırsa, anlamı olmayan ve sonuç vermeyecek boykotlara girişilirse, bundan Filistin halkının ve bölge ülkelerinin zarar göreceği kesin gibidir.

 

ABD ve kimi müttefiklerinin bölgeye yönelik hesaplarında Filistin sorununun bir kez daha kullanışlı bir araç olarak devreye sokulmasına fırsat verilmemeli.

 

Trump barış çabalarını yere yıktı. Çözüm bu çabaları yeniden ayağa kaldırmaktan geçiyor.

 

- Advertisment -