Tayvanlı yönetmen Ang Lee’nin 70’lerde Amerikalı liberal bir ailenin karlı bir Şükran Günü’nde yaşadıklarını anlattığı Buz Fırtınası, film boyunca kendi başlarına heyecanlı maceralara giren aile üyelerinin başarısızlıkla aileye geri dönmeleriyle biter.
Buzlu bir tren vagonu içinde mahcup olduğu bir partiden ailesine geri dönen ailenin oğlu, bu sırada okuduğu Fantastik Dörtlü çizgi romanında, baba Reed Richards’ın düşmanları tarafından atom bombasına çevrilen oğlunu anti-madde silahıyla öldürmek zorunda kaldığı yeri okurken şöyle der:
“Aileniz bir nevi kendi kişisel negatif maddeniz gibidir. Aileniz içinden çıktığınız boşluktur ve öldüğünüzde geri döndüğünüz yerdir. Ve paradoks da budur – ne kadar yaklaşırsanız, boşluğun o kadar derinlerine gidersiniz.”
Halbuki genelde herkes ailesini sever ve ailesinde huzuru bulur.
Ama aile aynı zamanda kapalı devre bir yapıdır, diğer insanlarla aramızda bir duvardır, başkalarıyla ortak bir hayat kurmanın da her zaman kaçılabilecek alternatifidir.
O yüzden kamu hayatında ailevi ilişkiler, diğerleriyle sağlıklı ve verimli ve eşit ilişkiler kurmanın önünde bir engel haline gelebilir.
Hele bir kamu görevinde bu ailevi ilişkiler; kötü, zorba, kalitesiz yönetim pratiklerine dönüşür.
Buna siyasette “nepotizm” deniyor.
“Nepos” Latince’de yeğen anlamına geliyor. Çünkü bu kavramı Katolik Papalar ve piskoposlara borçluyuz.
Haliyle onların kayıracakları evlatları olamıyor. Onun yerine de yeğenlerini kayırıyorlar.
Papalar da Krallar gibi kendi hanedanlarını devam ettirmek istediklerinde, yeğenlerini kardinal yapmaya başladılar.
Kardinallik aynı zamanda bir dini bilgi ve ahlaki hayat standardı gerektirdiği için, akraba yoluyla bu mevkilere getirilen yeğenler çok göze battı.
Böylece negatif bir kavram olarak Nepotizm ortaya çıktı.
Cumhuriyetler öncesi siyasette aile bağları tabii ki çok önemliydi.
Cumhuriyetlere geçince bu terkedildi, ayıplandı ama sonra bir şekilde geleneksel bağlar geri döndü.
Büyük liderlerin çocukları, eşleri, kardeşleri de aynı itibardan pay aldılar, halka bu saltanattan çok bir başarı hikayesini sürdürmek gibi geldi.
Genelde hikayenin sonunda başarı ve siyasi yeteneğin genlerden aktarılmadığı ortaya çıktı ama aksi örnekler de var.
Mesela komşumuz Yunanistan’ın Karamanlis, Miçotakis ve Papandreu ailelerinin mensupları yönetiyor. 3 Papandreau, 2 Karamanlis ve sonuncusu dahil 2 Miçotakis soyadlı başbakanları oldu.
ABD’de Kennedy kardeşi Bob Kennedy’yi önce Adalet Bakanı yaptı, sonra öldürülünce onun yerine başkan adayı oldu.
Kennedy ailesi hala ABD siyasetinde, bu seçimde de muhtemelen pusulada bir Kennedy olacak.
Üstelik Amerikan siyasetinde nepotizm eskide kalmış bir adet değil, yeni bir akım.
Baba ve oğul Bushlar bir dönem arayla başkanlık yaptılar. Az kalsın diğer kardeş de başkan olacaktı.
Bill Clinton, eşi Hillary Clinton’ı önce bir kamu görevine getirdi, sonra kendisinden sonra önce Dışişleri Bakanı, sonra başkan adayı oldu.
Obama’nın eşi her dönem başkan adayı.
2024 başkanlık seçimleri son 48 yıldır Biden, Clinton veya Bush soyadlı birinin pusulada olmayacağı ilk seçim olacakmış.
Trump ise bunun zirvesi.
2016’da göreve Clinton ailesini nepotizmle suçlayarak gelmişti ama gelir gelmez önce dünyanın en karmaşık meselelerinin olduğu Ortadoğu’da damadını kendine danışman yaptı.
Dindar bir Yahudi olan damat, İsrail lehine anlaşmalarla ortalığı iyice karıştırdı.
Sonra Trump, kızı Ivanka’yı siyasi danışmanı yaptı. Oğulları zaten sürekli siyasetin içindeydi.
İkinci dönem aklını başına alacak diye beklenirken en son Cumhuriyetçi Kongre gösterdi ki Trump, Cumhuriyetçi Parti’yi bir aile partisine çevirmiş.
Kongrenin bütün organizasyonunu yapan, eş başkanı gelini Lara Trump’dı.
Diğer oğlu Donald Trump Jr.ın nişanlısı bile kürsüye çıkıp konuştu. Normandiya çıkarmasında Amerikan askerlerinin komünizmle mücadele ettiğini söyleyerek siyasetteki birikimini ortaya koydu.
İki oğlu zaten her an siyasetin içindeler, televizyonlarda konuşuyorlar, hatta sorularını beğenmedikleri Amerikan NBC kanalının muhabirine defol git buradan diyecek kadar evsahibi gibiydiler.
Başkan yardımcısı Vance, büyük oğlu Don Trump’ın arkadaşı ve onun referansıyla o koltuğa oturdu.
Muhtemelen Trump başkan seçilirse Beyaz Saray’da hatta bakanlıklarda en az bir tane daha Trump soyadlı yönetici olacak.
Çünkü Trump, iktidarını ve popülaritesini Cumhuriyetçi Parti’ye borçlu değil, partisi de dahil olmak üzere kimseye güvenmiyor. Bu özgüven ve güvensizlik ailesine çok geniş bir hareket alanı açıyor.
Trump genleri taşıyan çocukları da bundan geri duracak mütevazi insanlardan oluşmuyor.
Trump ailesi neredeyse bir üst kurul gibi hareket ediyor. Trump seçilirse de ülkeyi aslında Trump aile meclisi yönetecek gibi duruyor. Eğer birileri Donald Trump’ın kulağını çekip, koca bir ülkeyi böyle yönetemeyeceğini söylemezse.
Zaten Trump’ın en büyük zaafı şu anda ailesi ve ailesinden gelen çoğunlukla fevri, radikal, düşünülmemiş tavsiyeler.
En son kongrede birlik mesajları verme fikri de diğer danışmanlarına aitti. Aile üyelerine kalsaydı, Biden’ın onu öldürtmeye çalıştığını bile söyleyebilirdi.
Yani aile içinde huzur duyulan, güvenli bir alan olabilir ama siyasette o huzur farklı ve eleştirel seslerin duyulmadığı, insanı dışardaki seslere kapatan, kamusal çıkarın öncelenmesini engelleyen bir huzursuzluk kaynağı olabiliyor.
Aile meclisi kararları bir aile için rasyonel olabilir.
Ama siyasi yol arkadaşların, uzmanların, kamu önderlerinin dinlenmesi gereken kararlarda kimsenin nüfus edemediği kapalı devre bir irrasyonellik kaynağı haline gelebiliyor.
Evet, aile günün sonunda sığınağımız ama aynı zamanda bizi hep onaylayan, kapalı devre, dar bir çıkarın gözetildiği bir kurum ve bu da hem kişisel hem de toplumsal gelişimin önünde bir engele dönebiliyor.
Trump ABD’sinde daha önce öyle olmuştu, seçilirse yine öyle olacaktır.
Başka yerlerde de farklı olacağını kim iddia edebilir?