Kendimi bildim bileli Trabzonspor taraftarıyım. Abim, amatör futbolcuydu, sıkı Fenerbahçeliydi (halen öyledir) ve benim rol modelimdi. Futbol topuna sevdalanmamın sebeplerden biri ve belki de önde geleni, maç ya da idman demeden onun malzemelerini oradan oraya taşımaktı. Peki, rol modeli abisi Fenerbahçeli olan Diyarbekir’li futbol tutkunu bir çocuk nasıl ve ne şekilde Trabzon’lu olur? Ayrı bir bahis bu; belki bir gün uzun boylu anlatırım.
Taraftarlığım da öyle gazozuna taraftarlıklardan değildir. TS’nın bütün maçlarını izlemeye çalışırım. Hafta sonunu TS’nin maç programına göre ayarlarım. Kulüpteki gelişmeleri yakından takip ederim. İçinde TS’nin geçtiği her habere bakar, her ayrıntıyı okurum. Velhasıl futbol ve TS -ve tabii diğer göz ağrım Real- üzerinde düşünmekten büyük bir zevk alırım. (Real’den demişken Tuncer’e (Köseoğlu) bir selam vermem lazım. Bir süre önce bir yazı hakkında konuşmak için aradı. Hasbıhal ettik, laf döndü dolaştı Real’e geldi ve Tuncer “Takımın iyi gidiyor. Real’den nefret ederim ama Zidane’ı severim” dedi. Nasıl bir sevgiyse bu, o güne kadar 16 maç üst üste alan Real üç maçtır berabere kalıyor. Tuncer’i tenzih ederim ama “nazar” dedikleri bu olsa gerek!)
Enkazın edebiyatı değil gerçeği
Hayat serüveninde yolun yarısını geçeli çok oldu. Artık yaş itibariyle de fena bir bir TS’li sayılmam. Az buz tecrübe biriktirmedik. Eğer bana “Takımının başına gelen en büyük felaket nedir?” diye sorarsanız, duraksamadan ve hiç tereddüt etmeden “İbrahim Hacıosmanoğlu’dur” derim.
Herhalde tarihte hiçbir başkan kulübüne bu kadar zarar vermemiştir. Komplo teorilerine biraz itibar etsem, Hacıosmanoğlu’nun Trabzon’u bitirmek için karanlık güçler tarafından kulübe bela edildiğini yazıp söyleyeceğim. O derece yani!
Hacıosmanoğlu, TS gibi büyük bir takımın başkanından ziyade hızla yükselmek isteyen ergen bir mafya üyesi gibiydi. İçi boş tehditler, hakemleri odalara kapatmalar, ciplerle rakip takımın taraftarının arasına dalmalar ve daha nicesi… Sonuç: Mali dengeleri bozulmuş, kültürü ayaklar altına alınmış, sportif açıdan yere serilmiş bir Trabzon! Hani siyasette “enkaz edebiyatı” denir ya, burada enkazın edebiyatı değil gerçeği vardı.
Şüphesiz bunun bir karşılığı olacaktı. Trabzon’u yakıp-yıkan Hacıosmanoğlu kongrede hezimete uğradı. TS'nin kaptan köşküne Muharrem Usta geçti. Usta, selefinin zıddı gibi. Popülist değil akılcı davranıyor. Dangıl-dungul konuşmuyor, muhataplarıyla medeni bir ilişki kuruyor. Günü kurtarmaktan çok geleceği şekillendirmek istiyor. Anlık çözümlere rağbet etmiyor, işleri belli bir plan-proje dâhilinde yürütmeyi tercih ediyor.
Kültürel ve mali iyileşme
Usta’nın Trabzon’da yönetimi devralmasının üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Bu süre zarfında iki alandaki tahribat kısmen onarıldı. Başta rakiplerle olmak üzere spor camiasının bütün unsurlarıyla –kulüp kültürüne uygun- sağlıklı bir dil tutturuldu. Usta yönetimi, taraftarlarını mahcup edecek bir söylem veya icraattan uzak durdu. Keza, UEFA’nın caydırıcı ölçütlerinin de etkisiyle, mali tabloda düzelmeler yaşandı. Herhangi bir hesaba kitaba dayanmayan, sırf taraftarın gönlünü hoş etmek için çok büyük bedeller ödenerek alınana futbolcular bir bir elden çıkartıldı. Yeni transferler ve ücretlendirmeler takım içi dengeler gözetilerek yapıldı.
Tabi taraftarı nasıl beklentisi, sportif başarı. Bir işkenceye dönüşen geçen sezonun ardından Usta, takımı Ersun Yanal’a emanet etti. Hedefini ortaya koyarken de gerçekçilikten şaşmadı. “Bu sene ligin tozunu dumanına katacağız, şampiyon olacağız” demedi. Taraftarı olmayacak duaların beklentisine sokmadı. Eldeki sınırlı kaynakları mümkün mertebe doğru kullanarak yeni bir takım kuracaklarını belirtti ve çıtayı Avrupa kupalarına katılmakla sınırlı tuttu.
Bana göre, Usta’nın teknik direktör seçimi yerindeydi. Çünkü gaye gelecek sezon şampiyonluk kovalayacak bir kadronun iskeletini kurmaktı. Böyle bir ekibin başına takım kurma ve oyun modeli geliştirme becerisi yüksek bir hocanın getirilmesi gerekirdi. Yanal, bu nitelikleri haiz bir isimdi. Takımı hem yeniden yapılandıracak, hem de ileriye taşıyacak bilgi ve kapasiteye sahipti.
Usta yönetiminin takımın önüne koyduğu hedef de doğruydu. Zira mütevazı hedef sayesinde taraftar beklentilerini asgariye seviyeye çekecek ve böylece takımın erkenden baskı altına girmesinin önüne geçilecekti.
Helva
Ne var ki TS için lig çok tatsız-tuzsuz başladı. TS, tarihinin en kötü lig başlangıcını yaptı. 6 maçın 4’ünden mağlubiyetle ayrıldı. Attığı üç gole karşılık kalesinde 10 gol gördü. Her mağlubiyetten sonra takımın daha iyi olmasını beklenirken, ne yazık ki TS –istikrarlı bir şekilde –hep bir gol fazlasıyla yenik düştü. (1-0, 2-0, 3-0, 4-0) En farklı mağlubiyetleri ligin iki yeni takımından aldı (Aytemiz Alanya’ya 3-0, Kardemir Karabük’e 4-0 kaybedilmesi) ve bu da sinirleri daha da gerdi.
Salt neticeler değil kötü olan; takımın sahadaki performansı da ışık vermiyor. İki ciddi sorunu var TS’nin:
Biri, takımın kırılganlığıdır. Kırılganlık derken, fiziki kırılganlıktan değil, psikolojik-zihni kırılganlıktan bahsediyorum. Takımın fizik kalitesi kötü değil, rakiplerine cevap verebilecek bir direnci var. Ama gol yediğinde TS için sanki dünya duruyor ve takım helva gibi dağılıyor. Geriye düştüğü dört maçta TS oyuna bir daha dönemdi ve rakiplerine hiçbir karşılık veremedi. Bırakın maçı döndürmeyi, gol yedikten sonra henüz bir gol atabilme başarısı gösteremedi. Oysa Yanal takımlarının alamet-i farikası yenilgiyi kabul etmemeleri ve mücadeleden vazgeçmemeleriydi.
İkincisi, hücum organizasyonlarının zayıflığıdır. Yanal, hücum futbolunu seven bir teknik adam. Rakibi önde karşılar, sahanın her yerinde baskı kurar, top kazanır ve pozisyon üretir. Aykut Kocaman’ın ifadesiyle, TS bugüne kadar Yanal’ın bu “cüretkar bir oyun tarzı”nı sahaya yansıtmadı. Pozisyon fakiri bir TS var sahada. Son Karabük maçında, 90 dakika boyunca kaleyi bulan şut sayısı 2 (yazıyla da iki)! Buna mukabil, rakiplerine pozisyon vermede ise TS, son derece bonkör. Karabük’te rakibine 6 pozisyon verdi, bunların dördü golle neticelendi. Yanal’ın takımlarında olmazdı bu.
Sabır yılı!
Peki, ne yapmalı? Trabzon’da yerel medya isyanlarda. Seyirci, beyaz mendilini cebinden çıkartmış durumda. Karabük’te üçüncü golden sonra Yanal’ı istifaya davet eden sesler yükseldi. En kolayının bu olduğuna şüphe yok da acaba doğrusu bu mu? Yanal’ı gönderip Mandıralı’yı getirmek; Mandıralı’yı gönderip Kafkas’ı getirmek, Kafkas’ı gönderip Tekelioğlu’nu getirmek ya da X’i gönderip Z’yi getirmek midir Trabzon’u düze çıkaracak olan?
Hiç zannetmiyorum. Bugüne kadar hep böyle yapıldı, Trabzon bütün değerlerini tek tek harcadı ama gün yüzü görmedi. Bir daha bu yanlışa düşmemeli TS. Bile bile lades dememeli!
Usta’nın kötü sonuçlara rağmen Yanal’ı harcamaması ve hocanın alacağı tüm kararların arkasında duracağını açıklaması güzel.
Aynı basireti taraftar da göstermeli. Bir sabır yılının içinde olunduğunu kabullenmeli. Enkazı ayağa kaldırmak kolay bir iş değil, zamana ve iradeye ihtiyaç var. Planlama da iyi, hoca da. Taraftarın takımına yapabileceği en büyük iyilik, yılsonuna kadar onu desteklemek olacak.
Elbette Yanal’a düşen de var. Ne kadar “sabredelim” desek de biliyoruz ki sabır, Trabzon da rahat ve bol bulunan bir haslet değil. O yüzden Ersun Hoca elini çabuk tutmalı. 15 günlük milli maç arasını iyi bir fırsat, takımı toparlamak için bu fırsatı en iyi şekilde kullanmalı.