Gerilimli Türk-Alman ilişkilerinde son tartışma Almanya’da yaşayan 1 milyon çifte uyruklu Türkün 24 Eylül’de yapılacak Bundestag seçimlerinde hangi partiye oy verecekleri/ vermeleri gerektiği konusunda patlak verdi. Şansölyer Merkel başkanlığındaki Büyük Koalisyon (CDU-CSU/ SDP) hükümetinin kimilerinin ancak komplo teorileriyle açıklamaya çalıştığı anlamsız Erdoğan ve AK Parti karşıtlığına dayanan ve son dönemde FETÖ ve PKK’ya kol kanat gerdiğinin ortaya çıkmasıyla “Türkiye düşmanlığı” olarak da nitelenebilecek politikasının bu seçmenlerin oylarını çoğunlukla koalisyon ortaklarından özellikle biri aleyhine etkileyeceği kimse için sır değil aslında. Çifte uyrukluların yaşadıkları ülkede kökenlerinin/ bağlarının bulunduğu ülkeye karşı düşmanlık politikası izleyen ya da politikaları bu izlenimi veren siyasi partilere oy vermezler doğal olarak.
Büyük koalisyon ortaklarının, bu sosyolojik gerçeği bilmemeleri mümkün olmadığına göre, çifte uyruklu vatandaşlarımızın 60 milyon üzerindeki toplam seçmen içinde ağırlık taşımadığı sonucuna varmış olduklarını söylemek mümkün. Çifte vatandaşlarımızın yoğun yaşadığı bölgelerde adayları seçimi kaybetse de bu kaybı göze aldıklarını varsaymak gerekiyor. Öyle olmasaydı sadece iktidar partileri Hristiyan Demokratlar (CDU/CSU) ve Sosyal Demokratlar (SDP) değil, aynı zamanda muhalefette yer alan Yeşiller İttifakı (Bündnis 90 / Die Grünen) ve Sol Parti (Die Linke) de çifte uyruklu Türklerin tepkisini çekecek politikalar üretmezdi.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı medyasına geniş biçimde yansıyan çifte uyruklu vatandaşlarımıza 24 Eylül’de Hristiyan Demokratlara, Sosyal Demokratlara ve Yeşiller’e oy vermemeleri çağrısı öncelikle Alman siyasetçilerin izleyegeldiği Türkiye karşıtı politikalarına ve özellikle Merkel’in Türkiye ile Gümrük Birliği’nin güncellenmesine karşı sözlerine “tepki” niteliği taşıyor. El País’in “Erdoğan Almanya’daki Türklerden Merkel, SDP ve Yeşiller’e oy vermemelerini istedi” başlıklı, Andrés Mourenza imzalı haber analizinde de bu hususun altı çiziliyor. (https://elpais.com/internacional/2017/08/18/actualidad/1503065146_715678.html)
Mourenza analizinde yapılan çeşitli araştırmaların SDP’nin Türk seçmenlerin bugüne kadar yoğun olarak oy verdikleri parti olduğunu da vurguluyor ki bu doğru. Dolayısıyla Erdoğan’ın çağrısının olumsuz bir etkisi olacaksa bunu en çok yaşayacak parti de SDP olacak. Bu çağrıya en sert tepkiyi gösterenin SDP’li Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel olması de tesadüf değil. Ama Dışişleri Bakanı’nın RedaktionsNetzwerk’e yaptığı “bu, ulusal egemenliğimize yapılan görülmemiş bir müdahale (karışma)”ve “Erdoğan’ın bu müdahalesi Almanları birbirleriyle çatıştırma arzusunu gösteriyor” açıklamaları akla “Alman hükümetinin, siyasi partileri ve medyasının Türkiye’deki son seçimlere ve 16 Nisan referandumuna açık müdahalesinin ardındaki niyetin itirafı mı acaba?” sorusunu getiriyor doğrusu.
Mourenza bu soruyu sormuyor ama Erdoğan’ın “diaspora milliyetçiliğini” körüklemesinin bir karşılığı olduğunu, çifte uyruklu Türklerden birçoğunun Almanya’da ayrımcılığa uğradığını, buna tepki olarak Türkiye’de AK Parti’ye oy verdiklerini söylüyor. Alman yetkililerin 16 Nisan referandumunda birçok Türk bakanın “evet” için propaganda yapmasına, Erdoğan’ın video konferansla bile onlara hitap etmesine yasak getirmesinin sonuçta 4 milyonu bulan Türk nüfusun tepkisine yol açtığına işaret eden Mourenza, Merkel’in kendisinin bile referandumda “hayır” cephesinde yer aldığını hatırlatıyor. Bu bağlamda, Angela Merkel’in daha bu hafta “Türkiye’nin Erdoğan ve hükümetinden ibaret olmadığını, halkın yarısına yakınının anayasa değişikliğine hayır dediğini ve umutlarını bize (Almanya’ya) bağladığını” dile getirdiğine dikkat çekiyor.
Alman uyruklu Türklerin Merkel’e ve hükümetine tepkisinin PKK sempatizanlarının Erdoğan aleyhine yaptığı gösterilere gösterilen hoşgörüyle had safhaya ulaştığına değinen Mourenza, Ankara’nın Berlin’i ayrıca geçen yılki darbe girişimine katılanlara koruma sağlamak ve AB ile ilişkileri tırpanlamakla suçladığını, Berlin’in ise Erdoğan’ı “otoriter sapma” içinde olduğu gerekçesiyle eleştirdiğini, ayrıca Türkiye’de tutuklu vatandaşlarını kurtarmak için mücadele ettiğini vurguluyor.
Mourenza Almanya ile Türkiye’yi bunlar gibi birçok sorunun karşı karşıya ama aynı zamanda ortak ekonomik çıkarların da bir araya getirdiğinin altını çiziyor. Analizinin son paragrafında, Almanya’nın Türkiye’ye son olarak ekonomi alanında darbe vurmayı denediğini belirtiyor ve Gabriel’in bu alanda geçen ay başlattığı krizi hikâye ediyor. Krizin Türkiye’yi alttan almaya ve ilişkileri yumuşatmaya zorladığına işaret eden Mourenza yazısına Gabriel’in “Türkiye’ye ekonomik baskı sonuç veriyor” sözleriyle noktalıyor.
Ayrı bir tartışma konusu ama Mourenza’nın yukarıda özetlediğim haber analizi yakın geçmişe kadar uluslararası medyanın Türkiye aleyhine algı operasyonuna aktif olarak katılmış olan El País’te son dönemde gördüğüm en objektif yazılardan biri. En azından AB dayanışması çerçevesinde Berlin’den yana bir tutum almıyor. Aksine Alman hükümetinin Türkiye aleyhine söylem ve eylemlerini sıralamak suretiyle Berlin’den kaynaklanan bazı sorunlar da olduğuna dikkat çekiyor. Bu olumlu bir gelişme.
Konunun özüne, çifte vatandaşlarımızın kime oy vereceği tartışmasına dönersek, Şansölyer Merkel’in Herford’daki parti mitinginde dediği gibi, “Türkiye kökenliler de dahil tüm Alman vatandaşlarının özgür seçim hakkı var” elbette. Ama ardından söylediği “hiçbir müdahaleye müsamaha göstermiyoruz” cümlesi pek bir şey ifade etmiyor. Kastettiği, Erdoğan’ın sözleri ise, 16 Nisan referandumuna müdahale etmiş olan Merkel’in bunu söylemeye hiç hakkı yok.
Kaldı ki çifte uyrukluların çoğunluğunun, yukarıda belirttiğim gibi, gerilim politikalarına oy vermeyeceği ve bu doğal eğilimin bu sefer hangi partiyi vuracağı da belli. Bunu İspanyollara kadar Avrupa’da herkes bilebiliyor. O partinin lideri Martin Schulz “Erdoğan ölçüyü kaçırdı” çıkışını yapıyorsa demek ki iktidar partisi ile arasındaki 15 puanlık farkı kapatmak için ya Türk kökenli seçmeni aptal yerine koyuyor ya da başta altını çizdiğim gibi onların oylarına hiç ihtiyaç duymuyor ki buna pek ihtimal vermiyorum doğrusu. Çünkü siyasi partilerin doğal seçmenlerini ne kadar oy getireceğini bilmedikleri politikalar uğruna harcamaları akılcı bir yaklaşım değil. Ama ok yaydan çıkmış ve bu oylar hükümetin koalisyon ortağına getirisi olan politikasıyla uçmuş görünüyor. Erdoğan’ın oy çağrısı bu durumun nedeni değil, ilanı aslında.
Sonuç olarak, çifte vatandaşlarımızın Bundestag seçimlerinde kime oy verecekleri/ vermeleri gerektiği tartışmasının iki ülke ilişkilerindeki gerilimden kaynaklanan ikincil bir sorun olduğu gerçeğini kabul etmek gerekir. Asıl sorun, Almanya’nın 15 Temmuz’dan sonra neye hizmet ettiği bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilen mevcut Türkiye politikasından kaynaklanıyor. Ayrı bir tartışma konusu ama bu politikanın başarıya ulaşması söz konusu olmadığı gibi, iki ülke arasındaki tarihi ilişkilere de giderek onarılması güç zararlar veriyor ne yazık ki.