Bilhassa 20. yüzyılın ilk çeyreğini düşündüğümüzde Anadolu topraklarının genelde “Türk milliyetçiliği” fikrine oldukça yabancı olduğunu söylemek mümkün. Etnik, ırki ve kavmi bir kavram olarak Türklük, Müslüman Anadolu topluluklarının kendilerini tanımladığı bir kimlik olmaktan bir hayli uzaktır.
Özellikle erken dönem modern Türk milliyetçiliğinin ideolojik öncüllerinin ve temel parametrelerinin şekillenmesi bakımından Türk Yurdu ve Türk Ocağı gibi süreli yayınlar son derece önemli bir işlev görmüştür.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde bilhassa Rusya doğumlu, Batılı anlamda modern eğitim almış ve kendini “Türkçü” olarak tanımlayan “münevverlerin” teşkil ettiği en başta Türk Yurdu ve diğer süreli yayınların dil ve edebiyat alanında palazlanmaya başlayan Türk milliyetçiliği ideolojisine siyasi de bir ton katarak sistematik bir fikriyat haline getirmiştir.
Pek tabii, “Türk milliyetçiliği” fikriyatının ve Türk milli kimliği inşa sürecinin Batı’da zuhur eden milliyetçilik akımlarından ziyadesiyle etkilendiği bir vakıadır. Millet, milli mefkûre, milliyet ve milli kimlik gibi kavramlar özellikle Türk Yurdu dergisinde entelektüel mesai harcayan münevverlerin Batı’dan öğrendikleri kavramlardır.
Bir örnek vermek gerekirse, Türk Yurdu’ndaki bir yazısında Ahmed Ağaoğlu “millet ve milliyet” nosyonlarının tanımını yaparken Fransız filozof ve yazar Ernest Renan’nın 1882’de yaptığı tanımı referans noktası olarak almıştır.
Türk Yurdu dergisini tarih sahnesine çıkaran saikleri nedir sorusuna derginin kurucu üyelerinden olan ve bir dö- nem derginin aynı zamanda müdürlü- ğünü üstlenen Yusuf Akçuraoğlu açık bir biçimde cevap verir.
Akçuraoğlu, Türk Yurdu’nun Türk ırkının menfaatini her daim muhafaza etmek; çeşitli Türk halkları arasında dostluk bağlarını kurmak saikiyle kurulduğunu ifade eder. Yalnız burada Akçuraoğlu’nun yine altını çizdiği bir nokta daha var ki bu derginin kuruluşundaki esas motivasyonu bize gösterir: “Türk Yurdu, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezinde, Türk unsurunun siyasi ve iktisadi haklarını savunacak, Türk milliyetçiliğini yaymaya bağlı kalacaktır.”
Akçuraoğlu’nun bir ırk ve kavmiyet olarak Türklüğe yaptığı bu vurgunun Osmanlı İmparatorluğu gibi çok etnisiteli ve dinli bir yapının 1911’den sonra nasıl bir noktaya geldiğini düşünmemiz açısından oldukça önemlidir.
Bu önemli derginin yazarları arasında ileriki dönemde Kemalist Cumhuriyet rejiminde de önemli görevler üstlenen, Kemalist ulus devlet modelinin ve rejimin konsolidasyonu için bir hayli gayretkeş mesai harcayan bir entelijansiya grubunun varlığını belirtmek mümkündür.
Örneğin bu Türkçü entelijansiya arasında Mehmed Emin Yurdakul, Ahmed Ağaoğlu, Yusuf Akçuraoğlu, Hüseyinzâde Ali, Ziya Gökalp, Dr. Akil Muhtar Özden, Halide Edip, İzzed Ulvi, Celal Sahir, Feyzullah Sacid ve Fuad Köprülü gibi entelektüel şahıslar vardır.