Seçim ve ittifaklar gündeme gelince, HDP’nin konumu ve dayandığı seçmen gücü siyasi platformlarda değişik tartışmalara konu oluyor. İktidar onun buharlaşmasını isterken, muhalefet iktidarın önünün kesilmesine yardımcı olsun ama ortalıkta görünmesin diye düşünüyor.
Kuruluşundan itibaren faaliyetlerini yakından izlediğim, kimi zaman destek verip kimi zaman eleştirmeye çalıştığım bu partiye dair bazı değerlendirmelerimi paylaşmak istiyorum.
Öncellikle herkesin gördüğü gerçeğin altını bir kez daha çizmekte yarar var: HDP’nin sık sık gündemin ana maddelerinden biri olmasının nedeni, müesses nizamın kabullenmekte zorlandığı Kürt sorununun sözcülüğünü yapan bir parti oluşudur. Ama son dönemde daha baskın olan, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden itibaren, özellikle de başkanlık rejimine geçildikten sonra, siyasetin dengelerini belirleyen bir güç ve kilit aktör haline gelmesidir.
AK Parti ve Cumhur İttifakı onun bu konumunu geleceklerindeki en ciddi risk olarak gördükleri için, denklem dışı bırakmak üzere her türlü hukuk dışı uygulamayı ve demagojik propagandayı hızlandırmış durumda. HDP yok sayılarak ve demokratik siyaset platformunun dışına itilerek, konumunun karşılığı olan etkinliği göstermesi her yoldan engellenmek isteniyor.
Mithat Sancar’ın eş başkanlığa gelişi
Öğretim üyesi ve insan hakları savunucusu Prof. Dr. Mithat Sancar, bu politikaların zirveye çıktığı dönemde partinin eş genel başkanı seçildi. Sancar’ın, tutarlı aydın kimliği, birikimi ve vizyonuyla, AK Parti’nin ve ihtiraslarını dizginleyemeyen küçük ortaklarının işini zorlaştıracağı, muhalefet çevrelerinde genel kabul görüyor.
Kongre hazırlıkları sırasında adı geçmeyip birkaç gün kala aday gösterilse de, Sancar’ın ilk günden itibaren bu partinin siyasetine derinlik ve güç kazandıracağı, Cumhur İttifakı’nın HDP’yi şeytanlaştırıcı girişimlerini boşa çıkarma yönünde yoğun çaba göstereceği şimdiden belli olmaya başladı.
TBMM’nin 100. kuruluş yıldönümünde kürsüden yaptığı, “aynı topraklar üzerinde demokratik, katılımcı ve çoğulcu birlikte yaşam inşa etme” çağrısı hayli etkili oldu.
Partinin eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile İyi Parti yöneticileri arasında yaşanan ve Millet İttifakı’nı riske sokan tartışmanın olumsuz etkilerini, sürdürdüğü gösterişsiz ve dikkatli arka kapı diplomasisiyle bertaraf etmesi, o çevrelerin kulislerinde üzerinde durulan bir konu.
Cumhur İttifakı’nın kimseye haber vermeden torbadan çıkardığı milletvekili düşürme operasyonu, HDP camiasında adalet ve hukuk adına güçlü bir itiraza neden olmasına karşın, ırkçı ve lümpen milliyetçiliğe pek koz vermedi. Pervin Buldan’la birlikte Sancar, teşkilatlardan ve seçmenlerden yükselen haklı tepkiyi, iktidardan gelen yoğun yasaklama ve engellemelere rağmen, sembolizmi yüksek bir “Hakkâri, ve Edirne’den Ankara’ya” yürüyüşüyle yansıtmaya çalıştı.
Türkiye’de Kürt partisi olmak
Herkesin bildiği bir gerçeği ifade etmek gerekirse, uzun ve kanlı bir geçmişi olan Kürt sorununun çözümü HDP’nin temel önceliği olup, hemen her meseleye bu pencereden bakıyor.
Çağdaş ve demokratik sistemlerin ölçüleri içinde yaklaşırsak, HDP’nin “Kürt partisi” görüntüsü vermesinde, bu kimliğin taleplerine sözcü olmasında, faaliyetlerini esasen bu alanda yoğunlaştırmasında… yadırganacak ve kınanacak bir durum yoktur.
Çerçevesini Anayasa’nın 3., 68. ve 69. maddeleri ile Siyasi Partiler Yasası’nın çizdiği, demokratik olmayan bir siyasal sistem ortadayken, HDP’nin bu sorunun hakkını veren bir mücadele sergilemesinin hiç de kolay olmadığını kabul etmek hakkaniyet icabıdır. Hele yasama, yürütme ve yargı erklerinin tek elde toplandığı, parlamentonun işlevsiz hale geldiği başkanlık rejiminde bu daha da zordur.
HDP’nin öncülü partilerin akıbetlerine bakınca da bu gerçek bütün çıplaklığıyla görülmektedir.
HDP, öncüllerinden farklı
Bununla beraber HDP, önceki Kürt partilerinden bazı yapısal bazı farklar barındırıyor. Halkların Demokratik Kongre’sinden yola çıkılarak kurulurken, bünyesinde muhtelif sol-sosyalist parti ve çevreler yer aldı. Program ve tüzüğü birlikte hazırladılar. Batı il ve ilçelerindeki örgütleri bu çeşitliliği gözeterek oluşturdular.
Partinin Türkiye coğrafyasına yayılan bir teşkilâtlanmaya sahip olmasında biraz da bunun rolü oldu.
Bu farklılık ister istemez siyaset diline ve eylemlerine de yansıdı. Kürt sorununu anlama ve sahiplenme eğilimi, hem gruplar üzerinden, hem de onların bir varlığını olduğu il ve ilçelerde, kısmî bir gelişme gösterdi.
Madalyonun diğer yüzünde, sol grupların geleneksel radikalizminin ve sekterliğinin bazen partinin iç hayatına, bazen de eylem ve söylemlerine yansıdığı gözleniyor.
“Bileşen hukuku”
HDP adına kamuoyuna yansıyan sert söylem ve sloganları, tartışmalı durumları ve kimi olumsuz olayları sol gruplara ve onlarla Kürtler arasında var olduğu ileri sürülen “bileşen hukuku”na bağlama eğilimine çok sık rastlanıyor. Bu hukuka gizemli bir fonksiyon atfediliyor.
Bundan yola çıkarak, HDP’nin siyasetteki yerini tâyin eden temel ve kritik politikaların sol gruplar tarafından belirlendiği; kötülüklerin kaynağının onlar olduğu; bu arada, hak ettiklerinden fazla da milletvekili aldıkları gibi değerlendirmelere rastlanıyor. Yakından bakınca bu değerlendirme, sorunun kaynağını alâkasız yerde arayan afakî bir yaklaşım niteliği taşıyor.
Aslında Kürtlerle sol gruplar arasında aktedilmiş ve yazıya geçirilmiş böyle bir ortak hukuk belgesi yok. Eğer birlikte yürümenin bir tür diplomasisine işaret edilmek isteniyorsa, bu diplomasi nasıl işlerse işlesin, Kürt dinamiğinin gücünü ve tâyin edici rolünü unutturmayan bir diplomasi olduğunu hatırlatmak bile gereksiz.
Bu ilişkinin hemen bütün boyutları partinin tüzük ve programına yansıtılmış durumda. Ayrıca, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında Kürtlerin ve solun kurduğu partilerin, kadın, gençlik, inançlar, etnik kimlikler, emek güçleri, LGBTİ, engelliler, çoğulcu demokrasi ve katılım, rotasyon, kota ve pozitif ayrımcılık, ekoloji ve çevre gibi alanlarda geliştirilen anlayış ve ilkelerden hayli yararlandığı anlaşılıyor. Bu haliyle HDP klasik partilerden de ayrışmış görünüyor.
HDP seçim barajını anlamsızlaştırdı
Partide eş genel başkanlardan biri mutlaka Kürt olurken, diğerinin farklı kimlikten olmasına dikkat ediliyor. Bu dikkat, topluma çoğulculuk mesajı verilmek istenmesiyle ilgili. Eş başkan adaylarından biri parti içinde az çok ortak yaklaşımla belirlenirken, Kürt kimlikli olanın partinin Kürt tarafınca belirlenmesi ise bugünkü realite içinde anlayışla karşılanıyor. Merkez organlar ve batıdaki örgütler elbette partideki renkliliğe göre şekilleniyor.
Her gruptan en az bir kişinin meclise gönderilmesi ve barajın devre dışı bırakılması özellikle ilginç. Gerek HDP’yi bir arada tutma hedefi, gerekse de kamuoyuna partinin modeli ve gelecek tasavvuru hakkında verdiği fikir bakımından, bu iki boyut veya uygulama dikkat çekiyor. Parlamenter alanın yıllar boyu sol gruplara kapatıldığı hesaba katılırsa, bunun belirli bir toplum kesiminde olumlu karşılandığına şüphe yok.
HDP’nin inşasında soldan yetişmiş birçok kadro etkin rol oynadı. HDP’nin güçlü bir seçmen tabanına sahip olması ve parlamenter zeminde imkânlar sunması nedeniyle, bu kadrolar arasında siyasal kariyerini tamamen HDP’de sürdürme eğiliminin doğduğu gözleniyor. Bu çerçevede değerlendirilebilecek bir başka husus ise, parti içi gruplardan bağımsızlaşan bir HDP’lilik kimliğinin giderek benimsenmesidir.
İki kıskaç arasında yolunu arayan parti
HDP’nin asıl sorununa gelecek olursak; parti olağanüstü zor şartlar altında, doğrusu bu benzetme tam oturur mu bilemem ama iki kıskaç arasında yolunu arıyor.
Hatırlayalım, Cumhurbaşkanı Erdoğan, HDP’nin 80 milletvekili çıkardığı 2015 seçimleri öncesinde partinin seçime bağımsız adaylarla girmesini istemiş; şayet AK Parti 400 milletvekili çıkarırsa, Kürt sorununun çözümü için bütün yasal değişiklikleri rahatça yapabileceği vaadinde bulunmuştu.
Tabii ki olmadı. HDP, tartışılması bile abes olan demokratik ve anayasal hakkını kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zorlamasıyla 1 Kasım’da seçim yenilendiğinde, desteğinin kısmen azalsa da sürdüğü ve yeniden güçlü bir grup çıkardığı bir kez daha görüldü. Ama bu, aynı zamanda iktidarın sınır tanımayan baskılarının da başlangıcıydı. Bunu “Siyasette iki tıkanma” başlıklı yazımda etraflıca yazmıştım.
HDP o dönemden itibaren bir de PKK politikalarının basıncına maruz kaldı. İktidarın PKK’ya dönük her hamlesi, PKK’nın Türkiye’ye dönük her eylemi ve söylemi, sonuçları itibariyle HDP’nin demokratik siyasetinin, eylem ve söyleminin baskı altına alınmasını beraberinde getiriyor. Bu iki yönlü kıskaç, iki yönlü basınç, partiyi çoğu zaman kötürüm ve dilsiz duruma soktu.
PKK, eleştiri ve gelecek
Ortadoğu çapında bir strateji uygulayan PKK’nın, Suriye İç Savaşı’nda izlediği politikalar Türkiye’ye “özyönetim” ilanları, “devrimci halk savaşı” ve “hendek savaşları” şeklinde yansıyınca, HDP demokratik siyasete sadakatini ve meşruiyetini kamuoyuna anlatmakta çok ciddi zorluğa düştü. Üstelik o sıralarda, barış girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının bütün negatif etkileri de siyasette kendini gösteriyordu.
PKK’nın silâhlı güçleriyle muhtelif yerlerde uyguladığı terör eylemleri karşısında, HDP kendi özgün sözünü oluşturamadı ve itirazını yükseltemedi. PKK’nın bu kendini tekrar eden ve bölge halkının aleyhine gelişen eylemleri karşısında parti, yasal zemininin ve demokratik siyaset vizyonunun belirlediği mücadele alanlarına kıskançlıkla sahip çıktığına dair bir toplumsal algı yaratmakta başarılı olamadı. Toplumdan yükselen haklı temeldeki eleştirilere tatmin edici cevap bulamadı. Parti içinde bu durumu kapsamlı şekilde değerlendiren bir süreç yaşandığına dair güçlü işaretler de görülmedi. Partinin bu konulara dair hangi sonuçları çıkardığı halen pek bilinmiyor.
HDP bünyesinde bulunan sol-sosyalist parti ve çevrelerin, bu hususta yapıcı, partinin önünü açan bir rol oynadığına dair herhangi bir bilgi ise henüz kamuoyuna yansımış değil.
HDP anayasal demokratik düzenin vazgeçilmezidir!
Çok çalkantılı geçen ikili kıskaç dönemi halen sürüyor. PKK’nın neden olduğu ölümler devam ediyor. İktidar dışarıda, Irak’ta büyük bir operasyon yaparken, içeride HDP’nin demokratik ve yasal ölçüler içinde planlanmış olan Ankara yürüyüşünü her yola baş vurarak kısıtlamaya çalışıyor. Yetmezmiş gibi, tam da bu aşamada Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Yasası’yla oynayarak HDP’nin seçimlerdeki muhtemel kilit rolünü yok etmeyi hedefliyor.
Kürt sorunu demokratik ve eşitliklikçi yollardan çözüme kavuşmadıkça toplumumuzun barış ve huzur içinde yaşayamayacağını artık biliyoruz. Hakkındaki eleştirilerde önemli haklılık payları olsa bile, yasal demokratik platformda kalmakta ısrarlı olan HDP, Türkiye için bir imkân olarak görülmelidir.
Pervin Buldan ve Mithat Sancar, bu dönemde yayınladıkları “HDP’nin Strateji Belgesi”yle nasıl bir mücadele hattı sürdüreceklerini geçtiğimiz günlerde açıkladılar. Türkiye’nin can alıcı meselelerine doğrudan dokunan bu politikaların gerçekleşmesi için bütün gücüyle demokratik bir rol almaya çalışan partiyi siyaset zemininden atmaya çalışmak yerine onu ortak geleceğe kazanmak, hepimizin lehine olacak.
HDP demokratik siyasette kendi özgün alanını güçlendirdikçe, Türkiye barışa ve çözüme daha fazla yaklaşacak.