ABD ve Rusya’nın PYD’yi “müttefik” olarak tanıması, Türkiye’nin PYD politikasını içeride de tartışmaya açtı. Siyaset ve medya dünyasında Türkiye’nin PYD politikasını yanlış bulanların sayısı her geçen gün biraz daha artıyor; bu çevreler, Türkiye’nin PYD’yle ilişkilerini –ABD ve Rusya gibi- “müttefiklik” düzeyine çıkarmasını bile savunuyor. Türkiye’nin Suriye’de yaşadığı sıkıntıların kaynağını da tümüyle Ankara’nın PYD’yi “terörist” olarak görmesine bağlıyorlar.
PYD’le ilgili eleştirilerde sorun büyük oranda devletin dış politikadaki sığlığına yoruluyor. Eski devletin geleneksel Kürt refleksinin Suriye’de de etkili olduğu ve devletin kendini yenileyemediği düşünülüyor. Bazıları ise bunu devletin “büyük düşünememesi” olarak değerlendiriyor.
Oysa dış politikanın sorunları “düşünce” veya “düşüncesizlikle” açıklanacak kadar basit değil. Söylem değişikliği de politika değişikliği anlamına gelmez. Herhangi bir alan için bile birkaç günde veya birkaç yılda politika oluşturulamıyor. En fazla zamanı, çabayı harcadığınız konularda ancak bir politikanız şekilleniyor ve bu politika biraz başarı imkanı sunuyor.
PYD’yle ilgili olarak devletin ciddi bir sıkışmışlık yaşadığı görülüyor. Devlet 2011’den beri, bu darlığı aslında aşma gayretinde. Hatta 2009’da başlatılan ancak değişik nedenlerle yürümeyen çözüm sürecine 2011’de yeniden dönülmesinin sebebi Suriye’deki gelişmeler ve PYD’nin aktör olarak sahada belirmesiydi. Bu tarihten itibaren devletten beklenmeyecek esneklikte bir Kürt politikası geliştiği gözlendi.
Ankara, Suriye Kürtlerini ve PYD’yi kazanmak için ciddi çabalar sarf etti. Başlarda PYD’ye karşı hiçbir önyargı yoktu; aksine PYD’nin PKK ile olan bağı ve ilişkileri göze sokulurcasına gündeme getirilmiyor ya da bu yakınlık, çözüm süreci üzerinden bir avantaj olarak görülüyordu. Ankara, Suriye’de Kuzey Irak’takine benzer yeni bir dönemin başladığını fark ederek, Barzani’yle kurulan yakın ilişkilerin aynısının burasıyla da kurulabileceğini hayal ediyordu.
Dışişleri ve MİT, PYD liderini defalarca Ankara’da ağırladı ve Salih Müslim’e “PYD’yi rasyonel bir aktör olarak muhatap almaya hazır olduklarını” iletti. Türkiye’nin kendilerinden beklentisi çok basitti; PYD’nin Türkiye’ye karşı düşmanlık yapmaması yeterliydi. Dünyanın tanıdığı Suriye muhalefetine yakın durmaları istenmişti kendilerinden.
Peki PYD ne yaptı? Salih Müslim, hızla Türkiye düşmanı bir çizgiye savruldu. Esed’e karşı cephe almayı bir tarafa bırakalım; PYD, Esed’in Türkiye’ye yönelik saldırılarına kuryelik yapmaktan kaçınmadı. Esed’in isteği doğrultusunda PKK da Güneydoğu’da “şehir savaşı” başlattı.
Bu gidişat, Türkiye’nin Suriye’de dönen uluslararası tezgahı fark etmesini sağladı. Ankara, PYD’yle “iyi ilişkiler” kurma şansının olmadığını çok geçmeden anladı. PYD’yi kurdurtan güçlerin, onu Türkiye’ye kaptırmaya niyetleri yoktu. PYD’nin aktör olarak varlık bulması zaten Türkiye karşıtlığı temelinde mümkün oldu. Türkiye karşıtı bir oluşum olmasa herhalde Batı PYD’yi ciddi bir güce dönüştürmezdi.
Ankara’nın PYD’yi “terör örgütü” olarak değerlendirmeye başlamasında bu arka plan etkili oldu. Türkiye karşıtlığı üzerine kurulan, yönlendirilen bu örgüte herhalde devlet “müttefik” muamelesi yapamazdı. PYD cephesinde ciddi değişim gözlenmediği sürece Ankara’nın PYD’ye karşı tutumu değişmez. Mevcut gidişata bakılırsa bu politikanın yakın zamanda değişme ihtimali de yok.