Halil Berktay, Türkiye’nin son altı yılını anlaşılır kılacak yazılar yazıyor. “Neden böyle oldu” sorusuna yanıt arıyor. Yazıları hem ufuk açıcı buluyorum, hem de Türkiye’nin son yıllarını eleştirel bir yaklaşımla gözden geçirdiği için ülkeyi yönetecek aklın yetkinleşmesi açısından hayati görüyorum. Ancak Berktay’ın yaptığı sorgulamada, kendisiyle hemfikir olduğum kısımlar olmakla birlikte farklı düşündüğüm bölümler de var. Yeri geldiğinde ayrıştığım noktaları, neden farklı ele aldığımı ifade etmeye çalışacağım.
Türkiye’nin son altı yılını önemsiyorum. Çünkü bu altı yıl Türkiye’yi anlayabilmenin sosyal laboratuvarı. Eğer bu altı yıla ilişkin açıklayıcı anlam şemaları oluşturabilirsek, neden Türkiye’nin bir türlü demokratikleşemediğinin şifresini bulmuş olacağız. O yüzden bu yıllar üzerinde önemle durmakta yarar var. Ben son altı yılı şu iki genel sorgulama kümesi altında sistemleştirebileceğimizi düşünüyorum.
(a) Ne oldu da Türkiye demokratikleşme yolunda ilerlerken dramatik bir şekilde OHAL’li günlere evrildi? Nasıl oldu da askeri vesayet ile mücadele, daha korkunç bir askeri darbe doğurdu? Ne oldu da “Ergenekon” ile mücadeleden FETÖ canavarı çıktı? Ne oldu da Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesi birdenbire dış kuşatmaya dönüştü?
(b) İktidarın FETÖ’ye ve dış kuşatmaya karşı verdiği mücadele en doğru ve etkili mücadele yöntemi miydi? Hükümetin darbe ve dış müdahaleyi karşılama şeklinin de Türkiye’yi krize sokmakta bir etkisi oldu mu? Yoksa alınan önlemler, olağanüstü koşulların acıtıcı lâkin kaçınılmaz tedbirleri miydi? İktidar, kendisi ve ülkesine yönelik kalkışmayı karşılarken kendisi gibi düşünmeyen ülke renklerini de mücadelenin içine alarak siyasi yarara gitme yolunu neden tercih etmedi?
Vesayete kimler karşıydı?
Türkiye’de yaygın, ancak bir o kadar da hatalı bir bakış açısı var. Türkiye’nin hem demokratikleşmesini hem de askeri vesayetle hesaplaşmasını isteyenler sadece FETÖ’cüler değildi. Emre Taner’in müsteşarlığı döneminde MİT, kurumsal olarak Türkiye’nin artık bir askeri darbeler ülkesi olmamasını, meselelerini çözerek demokratikleşmesini istiyordu. Bu yüzden ordu içinde, özellikle emekli askerlerle birlikte hareket eden bir merkezin varlığından çok rahatsızdı.
MİT, Yaşar Büyükanıt’ın genelkurmay başkanı olmasından önce yapılan spekülasyonların ardından, dönemin başbakanının (Erdoğan’ın) talebi üzerine ordu içinde neler olup bittiğine dair bir bilgilendirme notunu başbakana ve cumhurbaşkanına (Abdullah Gül’e) sundu. Türkiye’nin askeri vesayet ile mücadelesi MİT’in bu bilgilendirme notu üzerine başladı. Ancak konunun polis eve adliyeye yansımasından sonra top MİT’ten çıktı.
İşte ne oldu ise, askeri vesayet ile mücadelenin adliyeye ve polise intikal etmesinden sonra oldu. Çünkü dört önemli gelişme yaşandı.
(1) Suçun ve suçlunun soruşturulmasında yeterince titiz davranılmadı. Daha çok, topyekûn suçlayıcı bir dil ve soruşturma tercih edildi. Oysa MİT topyekûn suçlayıcı bir dil yerine kriminal hedef odaklı bir soruşturma taraftarıydı.
Darbe yapmayı düşünenler vardı. Bu kişiler ordu ve sivil siyaset içinde faaliyet yürütüyordu. Temel düşünceleri AK Parti iktidarından kurtulmaktı. Ancak ordu içinde darbe isteyenler, sanıldığı gibi yaygın ve sistematik bir görüntü sunmuyordu. Daha çok emekli askerler ve bazı siviller üzerinden orduyu darbeye zorlayan bir tazyik vardı. Dolayısıyla ordu içinde darbe isteyenler olmakla birlikte, bunlar ordunun geneli içinde büyük çoğunluğu oluşturmuyordu. Hattâ sadece üçte birlik bir kısmını oluşturuyorlardı da denebilir. Ama ordu içinde azınlıkta da olsa darbe isteyenlerin barındırılması, sivil siyasiler için büyük bir riskti. Dolayısıyla elimine edilmeleri gerekiyordu.
(2) Cemaat bu hikâyeden kendisine iktidar devşirmek istedi. Biz bu tehlikeyi yeterince göremedik.
FETÖ darbeyi abarttıkça abarttı. Devlet ve özellikle ordu içinde faaliyet yürütenlerin “neredeyse tamamının” darbe isteyenlerden oluştuğu yönünde güçlü bir algı yaratarak, topyekûn tasfiyeye psikolojik imkân sağladı. Ayrıca bu ülkenin en gizli ve mahrem bilgilerinin yer aldığı kozmik odaya dahi girilmesine rağmen, Ergenekon yapılanmasının kanıtları tartışmaya açık olmayacak şekilde ortaya dökülemedi. Belki de Ergenekon vardı. Ancak hukuk “belki de vardı” varsayımı üzerinden işlemez. Meselâ askeri vesayetle mücadelede çok çok önemli olan NATO odaklı Gladyo’nun Ergenekon ve benzeri yapılanmalara dönüşüp dönüşmediği veya Cemaat üzerinden kendisini yeniden güncelleyip güncellemediği konusunda sorgulayıcı bir tutum takınılmadı.
(3) İşin içine yabancı servisler sızdı. Bu sızma polis ve yargı üzerinden oldu. Zaten bu bağlantıyı sağlayan isimlerin tamamı daha sonra soluğu yurt dışında aldı.
Asıl bundan sonra, Türkiye’nin değişim ve dönüşümü sağlıklı mecrasından saptırılarak yozlaştırıldı. At izi it izine karıştı. Ortam bulanıklaştı, herkes kolay suçlanır hale geldi. Bu sağlıksız yapının sağlıklı bir sonuç doğurmayacağı belliydi. Nitekim öyle de oldu.
7 Şubat neden önemli?
(4) Bilinçli yaratılan o sisli günlerde Cemaat tarihi bir hatâ yapıp karşısına MİT’i aldı. Cemaat polis, yargı ve ordudan sonra sıranın MİT’e geldiğini düşünüyordu. Bunun için hedef şaşırtılarak MİT’te Ergenekon yapılanması olduğu, bunlara dokunulmaması halinde tehlikenin geçmeyeceği propagandası yapıldı. Amaca ulaşılması için de 7 Şubat’ta altın bir vuruş yapıldı, MİT dosyası hazırlandı. Bunun için de medyadaki tetikçiler kullanıldı. (Bu isimlerin hâlâ muteber kişilerden sayılmasını da doğrusu anlamakta zorluk çekiyorum.)
Ancak Cemaatin hiç ummadığı ve beklemediği bir şey oldu. MİT, tüm suçlamalara yönelik bir dosya hazırlayarak dönemin siyasi iradesinin önüne çıktı; “durum budur” dedi. MİT’in karşı hamle yaparak suçlamalara yanıt vermesi, yanıtlarla birlikte hakikatlerin de ortaya çıkması, Cemaat açısından “kral çıplak” durumu yarattı. Bu durum siyasi irade için de bir aydınlanma eşiği oldu.
Erdoğan, tehlikeyi ilk gören isim oldu. Ancak yakın çalışma arkadaşlarını ilk başta ikna etmekte zorlandı. Çünkü yakın çevresi fitne çıkartılarak AK Parti’nin Cemaat ile karşı karşıya getirilmek istendiğini söylüyordu. Erdoğan ise Cemaatin giderek çok büyük bir tehlikeye dönüşeceğini, son hedefin de kendisi olacağını görüyordu.
Cemaatin MİT hamlesi, MİT’in de Cemaatin karşısına son derece kendinden emin ve kararlı bir tavırla çıkması, Türkiye’nin altı yılını alacak büyük kavganın fitilini ateşledi. Bu öyle bir kavga oldu ki, Türkiye’nin değerleri de, sosyal, siyasal, demokratik ve güvenliğe ilişkin öncelikleri de yeniden düzenlendi.
Devam edeceğim. Bir sonraki yazımda, Halil Berktay’ın çizdiği perspektif ışığında nerede hatâ yapıldı, nerede doğru davranıldı; ona bakmaya çalışacağım.