“Herhangi bir kişiye hakaret asla tasvip edilemez. Ancak, salt hakaret suçundan dolayı tutuklama kararı verilmesi de asla kabul edilemez. İstanbul’da sulh ceza hakiminin verdiği malum karar, uluslararası camiada bizi rezil etmekten başka bir sonuç doğurmaz.”
Kendi deyişiyle bir zamanlar “Tayyip Bey ile beraber” olan, Erdoğan’ın uzun yıllar boyunca sıklıkla danıştığı hukukçu profesör İzzet Özgenç, gazeteci Sedef Kabaş 22 Ocak’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret suçlamasıyla tutuklandığında bu tweet’i attı.
Bundan dört gün sonra, 26 Ocak’ta, gazeteci Mustafa Yılmaz’ın sunduğu TV5’teki “Kulis Ankara” programında keyfî tutuklamalar hakkında daha kapsamlı bir değerlendirmede bulundu:
“Gece kimin kapısı çalınır? Kaçacak olan birisinin çalınır. Siz, arıyorsunuz adamı, bir suç işlediği konusunda elinizde ciddi deliller var fakat kişiye ulaşamıyorsunuz. Size bir bilgi geldi; dendi ki ‘Şurada, şu evin içinde, şu mağarada, şurada, burada kişi saklanıyor’ diye. Artık böyle bir bilgi sizin önünüze geldiyse, bunun beklemeye tahammülü yoktur. Gidersiniz, hemen o evi basarsınız, o mağarayı basarsınız, o kişiyi alırsınız, gözaltına alırsınız, bilahare tutuklarsınız. E, bu insanlarda böyle bir şey yok ki. Böyle bir durum olmadığı halde, böyle bir tehlike olmadığı halde biz, neden insanların gece yarısı gidip, sabaha karşı gidip kapısını çalar, evin içine dalarız? Sanki evin içinde bir şey varmış gibi arama yaparız, evin altını üstüne getiririz. Bunun hukukla izah edilir bir tarafı yok. Bu, sadece insanları toplum nezdinde küçük düşürmek için. Yani soruşturma ve kovuşturma sürecini başlı başına bir cezalandırma aracı olarak kullanmanın görüntüsüdür. Sorun buradadır.”
Özgenç, söyleşinin devamında geçmişte kendilerine böyle muamele edilenlerin şimdi iktidarda aynısını yapması karşısında duyduğu şaşkınlığı dile getiriyor:
“28 Şubat sürecinde bunların hepsine bir şekilde maruz kamış insanlarız, doğrudan veya dolayısıyla. Meselâ ben o zaman Tayyip Bey ile beraberdim. O zaman Tayyip Bey de bu sıkıntıları yaşıyordu. Şimdi neden aynı şeyleri yaşatıyoruz ki insanlara?”
Bunu, söyleşinin en can alıcı cümlesi izliyor. “Sorun burada” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Sorun burada. Kontrol bizim elimizde değil. Kontrol şu anda, açık söyleyeyim, bizim bilmediğimiz bir kişinin, kişilerin elinde. Ben, bunları açık açık, ulaştırmam gereken insanlara iletiyorum, konuşuyorum. Kimse benim bu söylediklerime itiraz etmiyor.”
Serbestiyet’in söyleşi talebi
Biz, Serbestiyet olarak Özgenç’e TV5’teki yayında söylediklerini açacak bir röportaj talebinde bulunduk. Olumlu cevap aldık ve istediği üzere sorularımızı yazılı olarak ilettik. Şu soruları yönelttik Prof. Özgenç’e:
“TV5’te katıldığınız ‘Kulis Ankara’ programında kullandığınız şu ifadeler çok konuşuldu:
“Kontrol bizim elimizde değil. Kontrol şu anda, açık söyleyeyim, bizim bilmediğimiz bir kişinin, kişilerin elinde.
“1-) Siz, Ankara’nın havasını iyi bilen ve siyaseti yakından takip eden bir akademisyensiniz. Başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere birçok siyasi ile yakın zamana kadar sıkı iletişiminiz olduğu da biliniyor. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda, bu açıklamalarınız daha da önemli bir hâl alıyor. Bu açıklamayı biraz daha açar mısınız, ‘Kontrol bizim elimizde değil’ derken ne demek istediniz?
“2-) 2017’deki referandum ile birlikte geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çok üstün yetkiler verdi. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Atatürk’ten sonra en geniş yetkilere sahip siyasetçi oldu diyebiliriz belki de. Ama siz aynı yayında kontrolün Erdoğan dışında bir kişinin, bir grubun elinde olduğunu söylüyorsunuz. Kim bu kişi veya kişiler?
“3-) Son dönemde Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu, Nihal Bengisu Karaca, Nagehan Alçı gibi gazeteciler Türkiye’de ‘rejim’ ya da ‘devlet’ olarak adlandırılacak yapının çok güç kazandığını, AK Parti’nin de bu rejimin bir parçası haline geldiğini söylüyorlar. Sizin açıklamalarınızı da bu bağlamda okumamız mümkün mü? Siz bu görüşlere katılıyor musunuz?
“4-) Muhalefetin, sizin dikkat çektiğiniz noktadaki ‘tehlike’nin farkında olduğunu düşünüyor musunuz? Muhalefet sizce bu konuya yeterli ilgiyi gösteriyor, bunu çözmek için bir hazırlık yapıyor mu?”
İzzet Özgenç’in cevabı
Prof. Özgenç, sorularımızı cevaplayamayacağını belirten bir mesaj gönderdi sitemize. Cevapta, gerekçe de vardı:
“Bu soruların ilişkin olduğu konularda benim daha fazla açıklama yapmam doğru olmaz. Zira, yapılacak olan ilave açıklamalar, bir akademisyen kimliğinden ziyade, siyasetçi kimliğini gerekli kılmaktadır. Ben, bir ceza hukukçusuyum. Yapılanlarla ilgili hukuki değerlendirmelerimi zamanında ilgili kamu otoritelerinin doğrudan veya en azından dolaylı olarak bilgisine sundum ve sunmaya devam ediyorum. Bütün bu bilgilendirmelerime ve özellikle, bunlarla ilgili olarak bir itirazla karşılaşmamama rağmen, hukuki değerlendirmelerimin dikkate alınmadığını görmekteyim. Sorunlu gördüğüm uygulamaları gerçekleştiren ilgili kamu görevlilerinin tam bir suskunluk ve endişe içinde olduklarını gözlemledim. Öncesinde bu bilgilendirmeleri bizzat ilgilisine bilgi notu şeklinde sunmakta iken, bunların dikkate alınmadığını görmem üzerine, aynı zamanda kamuyla da paylaşma ihtiyacı hissettim. Bu değerlendirmelerimi Sayın Cumhurbaşkanının bilgisine arz ettiğimi özellikle belirtmek isterim. Bütün bu değerlendirmelerim ayrıca, şubat ayı içinde 14. Basısı yapılacak olan Suç Örgütleri kitabımda aynen yayımlanmaktadır.”
Biz, bunun yayımlanmak üzere gönderilmiş bir not olduğunu düşünmedik fakat dün (1 Şubat) sabah İzzet Özgenç bu mesajı Twitter hesabından “Serbestiyet.com adlı internet yayın organı yetkililerinin bana yönelttikleri yazılı sorulara verdiğim icmalî cevap, ekte paylaşılmıştır” notuyla kamuoyuna duyurunca mesele farklı bir noktaya geldi.
Prof. Özgenç’le, sarf ettiği çarpıcı cümleler üzerine söyleşi talebimizin hikâyesi böyle.
Prof. Özgenç’in kamuoyuna ve siyasetçilere mesajları
Peki bu hikâye bize ne anlatıyor. İzzet Özgenç’in kamuoyuyla paylaştığı son notla birlikte değerlendirildiğinde ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?
Dört noktanın altını çizmek gerekiyor:
Birincisi: İzzet Özgenç, öne sürdüğü temel iddiayı tevil etmiyor. Bir akademisyen olarak söyleyebileceğini söylediğini belirtip bundan sonrasının ‘siyaset’in işi olduğunu vurguluyor.
İkincisi: “Ben, bunları açık açık, ulaştırmam gereken insanlara iletiyorum, konuşuyorum. Kimse benim bu söylediklerime itiraz etmiyor” cümlesiyle, işaret ettiği ‘tehlike’nin ulaştığı iktidar siyasetçileri tarafından da paylaşıldığını ima ediyor.
Üçüncüsü: “Sorunlu gördüğüm uygulamaları gerçekleştiren ilgili kamu görevlilerinin tam bir suskunluk ve endişe içinde olduklarını gözlemledim” cümlesiyle, bürokrasideki tedirginliğe işaret ediyor.
Dördüncüsü: “Öncesinde bu bilgilendirmeleri bizzat ilgilisine bilgi notu şeklinde sunmakta iken, bunların dikkate alınmadığını görmem üzerine, aynı zamanda kamuyla da paylaşma ihtiyacı hissettim. Bu değerlendirmelerimi Sayın Cumhurbaşkanının bilgisine arz ettiğimi özellikle belirtmek isterim” cümlesiyle hukuk dışı uygulamaların sorumlularının, yaptıklarının hukuka aykırı olduğunu bilmelerine rağmen yapmaya devam ettiklerini kamuoyuna duyuruyor.