Zor zamanlar… Otuz milyon insan yoksulluk sınırının altında, şiddetli bir savaş başlamış. İş, adalet, özgürlük arayışının, ırkçılığa, ayrımcılığa karşı mücadelenin en sıcak günleri… 28 Ağustos 1963. Amerika’da 250 bini aşkın bir kalabalık “iş ve özgürlük” için Washington’a yürüyor. Eşitlik, adalet, toplumsal hayatta, ekonomide, sivil haklarda ayrımcılığın kaldırılmasını istiyorlar.
Göstericiler National Mall ulusal parkında, Lincoln ve Washington Anıtı arasındaki Reflecting Pool çevresindeki meydanda toplanıyor. Martin Luther King orada o ünlü, tarihe eskimeyen bir tirat gibi geçen konuşmasını yapıyor: “Bir hayalim var…” Adalet, eşitlik, özgürlük istiyor yüksek ama herkesi kucaklayan bir sesle…
Ardından aynı kürsüye aralarında Bob Dylan, Joan Baez, Peter, Paul and Mary gibi “özgürlük şarkıcıları”nın bulunduğu sanatçılar çıkıyor. Kürsüde, takım elbiseleri, papyonları, kravatlarıyla iki dirhem bir çekirdek siyah görevliler. İçlerinden biri mikrofona yöneliyor ve “Mr. Bob Dylan…” diyerek, 22 yaşındaki genci kürsüye davet ediyor. Dylan’ın hayatındaki ilk “Mr”ı belki.
Meydandaki “Çoluk çocuk” güzelliği
Ağız armonikası ve gitarıyla, biraz müsamere havasında kürsüye çıkan Dylan, “Çok özel bir arkadaşımı davet ediyorum şimdi” diyor. Ve yaşıtı Joan Baez geliyor, birlikte seslendiriyorlar şarkıları. Latin melezi. Güzelliği ay vurmuş gece gibi… O dev, iri kalabalığın karşısında, “Çoluk çocuk” hâlleri de harika.
Baez’in gitarıyla seslendirdiği “We Shall Overcome (Üstesinden geleceğiz)”ı göstericiler hep birlikte söylüyor. O ezgiyle inliyor meydan: “Üstesinden geleceğiz, üstesinden geleceğiz/Üstesinden geleceğiz, günün birinde /Ah, kalbimin derinliklerinde inanıyorum/Günün birinde üstesinden geleceğimize.
El ele yürüyeceğiz, el ele yürüyeceğiz/Bir gün el ele yürüyeceğiz/Ah, kalbimin derinliklerinde inanıyorum/Bir gün üstesinden geleceğiz./Korkmuyoruz, korkmuyoruz/Korkmuyoruz, bugün/Ah, kalbimin derinliklerinde inanıyorum/Günün birinde üstesinden geleceğimize…” Daha sonra bazı versiyonlarında “İyi olacağız, iyi olacağız/İyi olacağız, günün birinde/Yaşayacağız barış içinde/Yaşayacağız barış içinde, günün birinde…” nakaratları da ekleniyor.
Gerçeğe kaç kez baş çevrilir
Amerika’da şiddet içermeyen, barışçı sivil haklar hareketinin simgesi o “şarkı marşı”, aslında bir gospel, doğaçlama kilise müziği. Sözleri 1947’de protest müzisyen Pete Seeger’in başında olduğu Halk Şarkıları Bülteni’nde yayınlanıyor. Seeger’in versiyonuyla 1959’dan itibaren protestoların okşayıcı ezgisi artık: Üstesinden geleceğiz…
Dylan aynı yıl unutulmaz şarkıları arasına yerleşen “Blowin’ in the Wind”i çıkarıyor. “Peter, Paul and Mary”nin sesinden çınlıyor aynı meydanda: “Nice denizlere yelken açmalı ki beyaz güvercin/Gün gelip kumda yatabilsin,/Nice zaman uçuşmalı ki mermiler/Sonsuza dek yasaklanabilsin/Yanıtı dostum, esen yelde,/Esen yelde yanıtı…”
Şarkıda sıralanıyor bugün de yanıtını aradığımız sorular: Bir insan görmüyormuş gibi yaparak kaç kere başını çevirebilir ki, ağlayan insanları duymak için kaç kulağa sahip olması gerekir, ne kadar çok insanın öldüğünü fark etmesi için daha kaç ölüm olmalı, gökyüzünü görmek için kaç kere başını yukarı kaldırmalı, özgür olması için kaç yıl var olmalı… Sorular yanıtlar rüzgârda uçuşuyor. Dylan bir röportajında en büyük suçluların yaptıklarının yanlış olduklarını anladıklarında bile başlarını çevirdiklerini vurguluyor.
Beyaz Saray’daki şarkı marşı
Yıllar geçiyor. Baez 9 Şubat 2010’da Beyaz Saray’da “In Performance At The White House: A Celebration Of Music From The Civil Rights Movement” konserinde Başkan Barack Obama ve ailesinin önünde gitarıyla sahne alıyor. 69 yaşını geride bırakmış, güzel yaşlananlardan…
Şarkısına girmeden Obama’yı, eşini, ailesini sözleriyle, hafifçe başıyla selamlayarak “Çok seviliyorsun…” diyor. Obama’nın sol yanında Başkan Yardımcısı Joe Biden oturuyor. Ardından 47 yıl sonra aynı şarkıyı, “We Shall Overcome”ı söylemeye başlıyor. “Üstesinden gelinecek şeyler” konuklara göre çeşitlense de, başkanın, ailesinin, tüm salonun katılımıyla… Zira “İnsanların türküleri kendilerinden güzel/kendilerinden umutlu,/kendilerinden kederli/daha uzun ömürlü kendilerinden.” Ve herkesin derinlerde -müsvedde de olsa- bir hayali var. Kıymetli olan onu temize çekmek herhalde.
Sıra Bob Dylan’da… Beyaz Saray ona pek yaramamış, darlanmış gibi. Huysuz, asık suratlı tarzıyla, sadece bir piyano ve kontrbas eşliğinde gitarıyla sahneye çıkıyor. Selam-sabah faslını göstermelik de olsa bir mimiğe, tebessüme bile başvurmadan pas geçerek doğrudan şarkısına, “The Times They Are A-Changin”e giriyor. Sözlerini bugünün kulaklarına fısıldıyor:
“Yoksa taş gibi batacaksınız”“Toplanın millet! Nerede geziyor olursanız olun/Ve itiraf edin: Etrafınızdaki suların yükseldiğini/Ve kabul edin yakında/İliklerinize kadar ıslanacağınızı/Eğer vaktiniz, hayatınız sizin için değerliyse/Hemen yüzmeye başlayın /Yoksa taş gibi batacaksınız /Çünkü devran değişiyor.
Toplanın yazarlar, eleştirmenler/Kalemiyle kehanetlerde bulunanlar erkenden ağzını açmasın/Gözlerinizi açık tutun/Ve erken konuşmayın çünkü çarklar dönmeye devam ediyor/Toplanın senatörler, milletvekilleri/Çağrıma cevap verin./Kapının önünde beklemeyin/Koridoru, yolu kapatmayın/Çünkü duraklayan acı çekecek/Canı yanacak değişime direnenlerin/Dışarıdaki mücadele kızışıyor/Yakında titretecek pencerelerinizi, sarsacak duvarlarınızı/Çünkü devran değişiyor, değişiyor.
Toplanın analar, babalar/Ülkenin her köşesinden/Anlamadığınız şeyleri eleştirmeyin/Oğullarınız ve kızlarınız/Sizin boyunduruğunuzda, emrinizde değiller/Geçtiğiniz yollar, yöntemleriniz hızla eskiyor,/Eğer yardımınız dokunmayacaksa çekilin yollarından/Çünkü devran dönüyor./Çizgi çizildi, lanet okundu/Şimdi yavaş olanlar/Daha sonra hızlı olacak/Nasıl şimdiki zaman/Sonra geçmiş, tarih olacaksa/Düzen hızla sonlanıyor/Ve şimdi birinci gelenler yakında sonuncu olacak/Çünkü devran değişiyor.”
Ömrü hayat yapmayı becerenler
Şarkı bitiyor ayakta alkışlanıyor, yine tek kelime, tek tebessüm yok. “Peki madem…” gibilerinden mesafeli bir mimik. Dylan şarkılarının kimseye “mal” olmasını istemiyor, her türden otoriteyle geçimsiz… Kendi tarzıyla, tavrıyla üstesinden de geliyor olmalı. Şimdi 81 yaşında… Nobel verdiler, günlerce telefonlarına bile çıkmamış.
Dylan, Baez bir ömrü dolu dolu “hayat” yapmayı becerenlerden. Şarkıları da öyle… Geride bıraksan da, kulağına demode, kalıplaşmış, Nostalji Radyosu yayını gibi gelse de, selamını esirgemeyeceğin, gönül odanı açacağın ahbaplarından. Şarkılarının sözleri hâlâ taze, hâlâ söyleyecekleri var dinleyenine.
En zor anlarda “El ele üstesinden geleceğiz, korkmuyoruz” diyor, “Devran değişiyor, düzen hızla sonlanıyor” diyor. Değişime direnmek, uzatmaları sert, kural dışı oynamak nafile… Yarım asırdan, 60 yıldan beri söylüyorlar, bizim çoluk çocuk zamanlarımızdan, Baez’i görünce “abla aşklar”a heveslendiğimiz, meylettiğimiz zamanlardan.
“Yağmurlar da diner moruk”
Şarkılar güzel söylüyor, “Bir hayalim var” cümlesi uzaktan-yakından hoş geliyor. Devran değişiyor. Son yerel seçimlerin sonuçları “El ele üstesinden geliriz” umudunu bir hayal olmaktan çıkarıyor mesela. “Görmezden gelmek için insan kaç kere başını çevirebilir ki” diye söyleniyor huysuz ihtiyarın biri.
Aklımdan dokuz yıl önce, 55 yaşında hayata veda eden Ahmet Erhan’ın hüzünlü, fazlasıyla sitemkâr dizeleri geçiyor: “Yağmurlar da diner moruk/Gökyüzüne bakmayıveririz bir gün/(…) Sen hiç Bob Dylan dinledin mi/Hiç dün gece dinledin mi/Saatler moruk, saatler… ne olmuş saatlere/kurmayıveririz bir gün/Ben parmak hesabıyla bir ömür yaşadım/(…) İğreniyorum kendimden bile bazan/Dünyadan her zaman/Biz ne kötü yaşadık be moruk/Bir kuş kanatlarını dürünce rüzgarsız kalmak gibi/(…) Moruk diyorum artık benimle büyüyenlere.”
Bu yolda bezgin-bedbin ihtiyarlasan da, ömrünün son demleri hunharca, pervasızca yağmalansa da, umut esen yelde, o rüzgârı yakaladığında, yelkenine doldurduğunda… Umut insanların böyle şarkılarında da elbet ama şarkılardaki insanlar da lazım her ülkeye.
BİR MEYDAN/BİR AŞK
ELMASLAR VE PAS
Hayatın içinde esen yel, rüzgârda uçuşan hayatlar… Aşk da öyle iklimlerin marka mevsimi. Washington’da 59 yıl önce Bob Dylan ve Joan Baez düet yaparken, nefesleri de birbirinin yüzünde esiyor. Aşkları da -öyle uzun sürmese de- esiyor, estiriyor… Baez’in 10 yıl sonra, 1975’te yazdığı “Diamonds & Rust (Elmaslar ve Pas)” şarkısına da yansıyor o günler: “On yıl önce /Sana kol düğmeleri almıştım /Sen bana bir şeyler getirmiştin /İkimiz de biliyoruz anıların ne getirebileceğini /Elmaslar ve pas getirirler /Sen patladın sahnede /Halihazırda bir efsane /Orijinal serseri /Yolunu kaybedip kollarımın arasına geldin /Ve orada kaldın /(…) Washington meydanındaki /Nefesimiz beyaz bulutlar gibi çıkıyor /Karışıyor ve asılıyor havada /İkimiz de o an orada ölebilirdik /Evet seni yürekten sevdim /Ve eğer bana elmaslar ve pas öneriyorsan /Ben çoktan bedelini ödedim…”