Dünya tarihi örneklerle dolu. Herhangi bir toplumda ya da toplumlar arasında uzlaşma sağlanamadığında şiddet hüküm sürmeye başlar. Uluslararası anlaşmalar, liderler arasında buzları eriten tarihi görüşmeler ve elbette koalisyon hükümetleri hep uzlaşı kültürünün sonucudur. İnsanların değil, fikirlerin çarpışması için uzlaşıya her zaman ihtiyaç var.
Aslında uzlaşı günlük yaşamın bir parçası. Belki farkında değiliz. Evlilik bir uzlaşıdır. Çocuk aile ilişkileri uzlaşı ister. Bütçe yapmak için öncelikler arasında uzlaşı yapılır. Her şey uzlaşı gerektirir. Uzlaşı demek fedakârlık demektir. Uzlaşıya alerji, isteksizlik diktatörlüğün ayrılmaz parçasıdır. Uzlaşı sanat mıdır? Evet önemli ölçüde sanattır; ancak bilgiye de dayanır. Sanat olunca da kültür bunun altyapısıdır.
Kültürden yoksun olanlar fiziksel şiddete başvurur. Uzlaşı kültürü belirli bir süreç gerektirir. Analiz gerektirir. Fikirler çarpışır, insanlar değil. Düşüncelere tahammülsüzlüğün hakim olduğu 18’inci asırda Alman yazar Heinrich Heine “Bugün kitap yakanlar yarın insan yakarlar” diyordu. Bir asır sonra gerçekten Musevi soykırımı yapıldı. Bizde de kitaplar yakıldı. Arkasından da Madımak’ta insanlar yakıldı. Uzlaşıyı onu meydana getiren, onun alt unsurlarını teşkil eden, olmazsa olmaz başka kavramlar da vardır.
Bunlardan birincisi karşısındakine saygı duymak, onu anlamaya çalışmaktır. Bugünün yaygın deyimi ile empati. Empatinin olması için kimlik tanıması (recognition) gerekir. Bir diğer unsur hoşgörüdür. İyi bir eğitimin vereceği en önemli şey hoşgörüdür. Hoşgörü, mutlaka bir fikre saygı duymak, onu benimsemek anlamına gelmez. Ama o fikre tahammül göstermek demektir. Tabiatıyla şiddeti teşvik, ırkçılık gibi düşünceler hariçtir.
Uzlaşı kültürünü yaratan bir diğer unsur tevazudur. Kibirli insan veya toplumlarda uzlaşı ve hoşgörü aramak beyhudedir. Ezop’un dediği gibi “Beyin ne kadar küçükse, kibir o kadar büyüktür.” Uzlaşı, belirli bir tarihi sürecin, deneyin ve en nihayet eğitimin sonunda meydana gelir. Kuşkusuz toplumların içinden geçtiği süreçler belirli hassasiyetler yaratır. Bunların üstesinden gelebilmek, bunları yönetebilmek için kültür ve empati önemlidir. Çok kültürlü toplumlar böyle bir deneyden geçtiklerinden, genelde uzlaşı kültürü bu toplumlarda daha hızlı yeşerir. Anglo – Sakson toplumlar bu bakımdan şanslıdır. Bu unsurlar yerinde olduğu takdirde çok seslilik gerçekleşir.
Uluslararası ilişkilerin temeli uzlaşıdır. John Kennedy’nin “Korkudan müzakere etmeyelim, ama müzakereden korkmayalım” sözü dikkate değer. 1962 Küba krizini hatırlayalım. Başkan John Kennedy ile Nikita Kruşçev uzlaşamasalardı, nükleer savaş kaçınılmazdı. Batı ile komünist dünya arasında ‘detente’ (yumuşama) veya ‘co-existence’ (barış içinde yaşama) olmasa idi, iki kutup birbirine girerdi. En anti komünist ABD Başkanı Richard Nixon, Çin’e açılımı gerçekleştirmiştir. Uluslararası anlaşmalar, hele bir savaşın sonunda yapılan anlaşmalar bir dikta veya empoze sonunda gerçekleşmiş ise kalıcı olmaz. Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Versailles Anlaşması bir dikta idi. Kalıcı olmadığı gibi, İkinci Dünya Savaşı’nın tohumlarını attı. Buna karşılık belki ideal olarak görülmeyen Lozan Antlaşması uzun bir uzlaşı sonunda ortaya çıktı ve sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamakla kalmadığı gibi kalıcı da oldu. İkinci Dünya Savaşı sonundaki anlaşma, Almanya’ya dikte edildi. Almanya bölündü. Ancak soğuk harp dolayısıyla Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra olduğu gibi, anlaşmayı kenara atma imkânı yoktu. Üstelik Almanya, büyük bir değişim gösterdi ve Batı demokrasisinin tam bir parçası oldu ve Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra da birleşti. Japonya’ya da anlaşma dikte edildi. Bu ülke de büyük değişim gösterdi ve Batı dünyasının parçası oldu.
Uzlaşı kültürünün ve eğitimin olmadığı yerde şiddet hakim olur. Bir ülke içinde uzlaşı olmazsa; iç savaş, ekonominin bozulması, insan hakları ihlalleri adeta kaçınılmaz olur. Kadın cinayetleri neden oluyor! Etnik ve mezhepsel çatışmalar, daha büyük ölçekli örnekler. Diplomasinin anavatanı sayılan İngiltere’de, bizdekinin aksine, taviz sözcüğü ayıp sayılmaz. Bu nedenledir ki, İngiliz İmparatorluğu uzun sürmüş ve bu sömürgeci ülke, diğer sömürgecilerin aksine, vuruşarak değil uzlaşarak çıkmıştır. Bu ülkelerde, İngilizce halen hakim dildir ve trafik İngiltere’de olduğu gibi hâlâ soldandır! Evet sömürge sürecini unutmuyorlar. Ama kinle de siyaset yapmıyorlar.
Kuran’da da kalplerde kin taşınmaması istenmiyor mu? İngiltere, bu ülkelerle kültürel, ticari ve siyasal ilişkilerini devam ettirmek için Commonwealth örgütünü kurdu. Eski İngiliz sömürgeleri ile İngiltere düzenli toplanırlar. Bunları tesadüfle izah edemezsiniz. Avrupa’da koalisyonların, yani uzlaşıların olmadığı ülke bulmak kolay değildir. Özellikle, refah içinde yüzen Kuzey ülkeleri ve Benelüks ülkelerinde hemen her zaman çok partili koalisyonlar vardır.
Koalisyona pek sık rastlanmayan İngiltere’de dahi o zamanlar muhafazakar David Cameron, Liberal Demokratlarla koalisyon yaptı. Yarı başkanlık sisteminin hakim olduğu Fransa’da başkan ile başbakan ayrı partiden olunca ortaya uzlaşı çıkar. (Gerçi Fransa’da koalisyon kültürü yoktur.)Bu da “Beraber yaşama” demektir. Sosyalist başkan François Mitterrand, sağ ittifakın liderlerinden Eduard Balladur’u başbakan olarak atamıştı. Ancak, Fransa’da partiler seçimlere dahi koalisyon yaparak girerler. İtalya’da sosyal demokratlar ‘zeytin dalı’ koalisyonu kurmuşlardı.
Hollanda’da ise hükümeti genelde ikiden fazla parti koalisyonu meydana getirir. Almanya en büyük başarıları, Hıristiyan Demokratlar ile Sosyal Demokratlar’ın uzlaşısı sayesinde elde etmiştir. Sırasıyla Helmut Kohl, Gerhard Schröder ve Angela Merkel bu tür koalisyonların mimarları olmuştur. Almanya’da olduğu gibi bazı ülkelerde yazılı dahi olmayan koalisyon gelenekleri gelişmiştir. Mesela
Almanya’da koalisyonun küçük ortağı dışişleri bakanlığını alır. Kosova, Kıbrıs ve komşumuz Yunanistan’da da çoğu kez koalisyon vardır. Kosova’da koalisyona Türklerin kurduğu parti de girince sevinmedik mi?
Üstelik bazı devletlerin demokrasi tecrübesi bizden çok yeni. Bazıları ise kendileri zaten yeni. Dikkat edilirse, bu tür koalisyonların asgari ortak noktasında, halkın seçimine saygı ve demokrasiye bağlılık gelir. Uzlaşı ve koalisyon sadece Avrupa kıtasında yoktur. Asya’da da koalisyonlar vardır. Asya’da, yanılmıyorsam 18 ülkede bir ara koalisyon hükümetleri vardı. Onlar nasıl uzlaştı! Açlıktan kırılan Afrika’da ise zamanında 12 ülke koalisyon hükümetleri ile yönetiliyordu.
Bu uzlaşıların temelinde sadece demokrasiye saygı ve sorunları beraberce çözme gereği yatar. (Gerçi bu kültür son zamanlarda zayıfladı.) Genelde Amerika’da olduğu gibi sadece iki büyük partinin bulunduğu ülkelerde koalisyon olmaz. Ancak Amerikan demokrasisi, kıta Avrupası’ndan farklıdır. Orada, bir defa dar bölge seçim sistemi dolayısıyla parti disiplini zayıftır. İki büyük partinin milletvekilleri, bazen parti tutumundan ayrılıp belirli konularda beraber hareket ederler. Zaman zaman Türkiye aleyhine alınan kararlar böyle uzlaşıların sonucudur. Ayıp saydığımız lobicilik, Amerikan demokrasinin ayrılmaz parçasıdır. Mutlak hakim zannettiğimiz Başkan, Senato ve Temsilciler Meclisi ile devamlı uzlaşmak zorundadır.(Trump ve partisi hepsine hakim olduğundan tek adam durumuna geldi.)
ABD başkanlarından Thomas Jefferson şöyle diyor: “…insanlar ve devletler için tek bir ahlaki sistem vardır. Bu da, koşullar ne olursa olsun bütün yükümlülüklere tam sadakat, hatta uzun vadede iki tarafın da çıkarlarını koruyacak şekilde açık ve cömert olmaktır.” İki tarafın çıkarlarını korumak sözlerinin altını çizmek gerekir.
Türkiye, bu ülkelerin çoğundan devlet tecrübesi bakımından çok daha eski ve deneyimli. Çağımızda devlet kurmak yetmiyor. Onu yönetmek ve devam ettirmek, en az kurmak kadar önemlidir. Tarihte 16 devlet kurmuş olmakla övünmek yerine var olanı yönetmek ve ileri götürmek daha önemli değil mi?
Hindistan’ın kurucularından Jawaharlal Nehru’nun dediği gibi, “demokrasi iyidir, zira diğer sistemler daha kötüdür. “ Aslında demokrasi emir verme rejimi değil, rıza alma rejimidir. Demokrasi durağan değildir; devamlı ileriye doğru gidişi gerektirir. Demokrasi ve çok seslilik üzerinde durmamızın nedeni, uzlaşının ancak bu sistemde, bu tür kafa yapısında gerçekleşebilmesinden ileri geliyor.
Gelelim ülkemize. Maalesef bu konuda sicilimiz parlak değil, üstelik giderek kötüleşiyor. Son zamanlarda sıkça ve yaygın biçimde görülen ‘ötekileştirme’ uzlaşının tam tersi; hatta tersinden de ötedir. Adeta, düşmanlık aşamasındadır. Bu tür toplumların sonu iyi değildir. Demokrasinin temelinde yatan, fikirlerin değil insanların çatışması durumuna geldik. Halbuki biz geçmişte çok uluslu bir toplum idik. Bu çerçevede, uzlaşı kültürü ile bazılarımızda var olan biat kültürünü ayırt etmemiz gerekir.
Uzlaşı kültüründe düşünce vardır. Biat kültüründe ise gözü kapalı itaat mevcuttur. Burada bir parantez açmak gerekir. Dünyanın bazı dinsel mekânlarındaki öğretiler açıkça şiddeti teşvik etmektedirler. Bu açıdan biat kültürü, uzlaşı kültürüne taban tabana zıttır. Rahmetli Turgut Özal, bu çatışma kültüründen şikâyetçi idi. Bu nedenle de, partinin içinde dört eğilimin temsiline özen gösterdi. Bizim geçmişte sözde uzlaşı için kurulan bazı koalisyon hükümetleri, Batı’daki örneklerinin aksine genelde kerhen kurulan koalisyonlardır. Burada hesap, “Bu koalisyon partiden ne götürür, ne getirir” hesabıdır. En büyük yanlış burada yatar. Gene Batı örneklerinin aksine, iş yapma yerine vakit kazanma için gerçekleştirilmiştir. Milli Cephe hükümetleri buna örnektir.
Tabiatıyla istisnaları vardır. Bunlardan biri Demirel-Erdal İnönü koalisyonudur. Rahmetli Demirel uzlaşı kavramına uzun bir siyasi tecrübe sonunda ulaştı. Rahmetli Erdal İnönü’nün uzlaşma kültürü ise bence derin bir eğitimin sonucudur. Rahmetli Bülent Ecevit’ in kurduğu üçlü koalisyon önemli reformlar yapmıştır. Batı’da koalisyonlar sorun çözmeye yöneliktir ve bu nedenle genelde uzun süreli olurlar. Koalisyon kurulurken süre vermezler. Kısa süreli olmak kaydı ile kurulan koalisyonlar, başından iş yapmama vaadi veriyor demektir. Ülkemizde bazı koalisyonlar gerçek bir uzlaşıdan uzak olmuşlardır. Ancak günümüz koşulları değişmiştir. Hızla değişen dünyada ve de özellikle bulunduğumuz coğrafyada vakit kaybına halklar hoşgörü ile bakmıyor. Çözüm istiyor. Uzlaşı yaparken hayati ve hayati olmayan konuları ayırt etmek gerekir. Eskiler buna mühim ile ehem derler. Acil ve acil olmayanların, kısa ve uzun vadede yapılması gerekenlerin listesini yapmak elzemdir. Olmazsa olmazların başında rejim ve demokrasi, temel insan haklarına saygı ve dış politikada tutarlılık gelir. Dış politika hataları, iç politika hatalarına benzemez. İçeride yapılan hata milli irade ile düzeltilir. Dış politika hatalarını düzeltmek için genelde milli irade yetmez. Başka devletlerin benzer iradesi de gerekir.
Siyaset ‘yapılabileni’ gerçekleştirmektir. Dünyamızda bu, ille de asgari müşterek ile yetinmek anlamına gelmemeli. Onun üstüne çıkmak zorundayız. Uzlaşı kültürünün bir ülkede ve de özellikle bir ara ülkemizde yayılmasında liderlerin etkisi, söz ve hareketleri büyüktür. Unutmayalım, yaratılan canavar gün gelir kendisini yaratana yönelir. Siyasette ve de özellikle mitinglerde kalabalıklardan siyasetçi hoşlanır. Ancak, siyasetçi, Amerikalı yazar Walter Lippman’ın haklı olarak işaret ettiği gibi, o kalabalığı meydana getiren fertlerden çekinir.
Gerek dünyadaki son siyasal ve askeri gelişmeler ve dünya ekonomisindeki dalgalanmalar, gerek çevremizdeki ve de içimizdeki ateş çemberi Türkiye’de süratle geniş bir uzlaşıyı gerektiriyor. Martin Luther King, “İnsanların iyi zamanlarda nerede durdukları o kadar önemli değil, zor zamanlarda nasıl hareket ettikleri önem taşır “diyor. Kabul etmek gerekir ki, Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Amerikalı ebebiyatçı Emerson, “Medeniyetin ölçütü ne nüfus, ne de şehirlerin büyüklüğüdür. Ölçüt, bir ülkenin ortaya çıkardığı insan kalitesidir” diyor. Bu da eğitim ve kültürle olur.
Uzlaşılar ve koalisyonlar kokteyl içkilerine benzer. İyi yapılırsa tadına doyulmaz. Önemli olan eldeki malzemeyi iyi kullanmaktır. Aynı malzemeyi kullanan iki farklı aşçının yemeklerinin tatları farklı olabiliyor. Bunda da maharetin farkı ortaya çıkar. İşin sanat kısmı kendini burada gösterir. Her meseleye beka sorunu derseniz uzlaşma olmaz.