Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIViva Rivalità! Vivere est militare!

Viva Rivalità! Vivere est militare!

İkizler birbirlerinin eksik yönlerini tamamlarlar. Bu yüzden birbirlerine birçok noktayla da bağımlıdırlar. Kendilerini ve kendi benliklerini bulmak için ikizlerini yok ettiklerindeyse aslında bizzat kendilerini ve kendi benliklerini yok ettiklerini anlarlar. Fenerbahçe ile Galatasaray da bu türden ikizlerdir. Bu bakımdan birinin küme düşmesi önce diğer taraftarı delicesine mutlu edecek olsa da sonrasında her ikisinin benliklerinde büyük zedelenmelere ve yaralanmalara yol açacaktır.

Fenerliler bu sene şampiyon olamayacaklarını çoktan anladılar. İkinci olur muyuz ümidi içindeler! Ama bu arada ezeli ve tek gerçek rakipleri Galatasaray’ın (1905) küme düşüp düşmeyeceğini belli edecek maçları da merakla takip ediyorlar. Geçen haftaki Göztepe (1925) maçı bu bakımdan hayati önem taşıyordu. Çok da heyecanlı oldu. Galatasaray dördünün penaltıdan atıldığı beş gollü maçı son dakikalarda kazandı (bu arada hemen söyleyeyim VAR hakemi bence bu maçta doğru kararlar verdi. Umumiyetle VAR yok! Ama bu sefer hakikaten vardı).

Fenerliler Galatasaraylıların maçlarını neden acaba heyecanla izliyorlar? Çün ki aslında farkında olmasalar da ligde “tek başlarına” kalmaktan korkuyorlar! İki takım tek yumurta ikizi kadar değilse de bence kesin ikiz kardeşler. Açıklayayım:

Fenerbahçe (1907) ve Galatasaray’ın taraftar sayılarına bakıldığında Türkiye’de en çok sevilen iki takım oldukları açık. Bunda eskilik, zenginlik, İstanbul takımı olmaları gibi sebeplerin dışında başka sebepler de amil olmalı. Zira BJK (1903), Kasımpaşa (1921) gibi Cumhuriyet öncesi kurulan futbol takımlarının taraftar sayısı hala kıyas kabul etmeyecek oranda az! Bel ki de en önemli sebep başarı! Tartışmaya açık tabi.

Sebepler her ne ise birçok Fenerbahçeli ve Galatasaraylı takımlarına karşı diğer takım taraflarından daha ziyade bağlılar. Bazı Fenerli ve Galatasaraylıların şunu dediklerini bile işittim:

Bizim için Fenerlilik/Galatasaraylılık her şeyden önce gelir! Milletten ve dinden bile.” Bir Trabzonsporlunun her ne kadar Kabe’nin önünde TS (1967) atkısıyla poz verip “Bize her yer Trabzon!” diyen fotoğrafı gözümün önünden silinmese de, takımım dinimden önce gelir diyebileceğini sanmıyorum ya da varsa ben duymadım!

Bu minvalde bu gibi köktenci taraftarların Fenerbahçe veya Galatasaray’da oynayan yabancı futbolcuların maçın seyrini değiştirse dahi Türk Milli Takımı’na attıkları gollere sevindiklerini biliyorum. Ya da Türk Milli Takımı’nda oynayan Fenerli ve Galatasaraylı topçuların yorulmasına daha da beteri sakatlanmasına sevinenler bile var. Tabi her iki taraftarın da ezeli rakibinin, yabancı bir takıma (club) yenilmesi sonucu aldıkları büyük hazdan bahsetmeye gerek bile duymuyorum.

Bu gibi duyuş ve hissedişler bize sayıları hayli kalabalık bir kısım Fenerli ve Galatasaraylının, kimliklerini oluşturan hanelerinin en üstüne takım aidiyetlerini koyduklarını göstermesi itibariyle önemlidir (Bu arada yaptığım yeni kimlik tanımı için bkz. “Rethinking the notion of identity and kimlik“, Essays in memory of Hazel E. Heughan, Edinburg 2007: 239-256).

Diğer ülkelerde de Fenerbahçe-Galatasaray gibi ezeli rakipler var. Mesela İspanya’da Barca (1899) ile Real Madrid (1902). Britanya’da da iki örnek var ki akıllara durgunluk verir: İngiltere’nin Liverpool şehrindeki Liverpool (1892) ile Everton (1878) arasındaki rekabet, 89 kupasındaki yarı final maçında taraftarlar arasında kavga çıkmasına ve doksan altı Liverpoollunun hayatını kaybetmesine sebep olmuştu. Tüm bu kayıp ve acılara rağmen hala Walton mahallesindeki St Luke’s Kilisesi’nin her tarafı Everton’ın renkleri olan mavi beyaza boyanmışken halılar kıpkırmızıdır. Rahip “cemaatinin ve kendinin Liverpool’un renklerini çiğneyerek ibadete başlamaktan haz duyduklarını” söyler.

İskoçya’da da Glasgow şehrindeki Celtic (1887) ile Rangers (1872) rekabetinin arkasında mezhep ve kavim çatışması yatar. Celticliler Katolik İrlandalı, Rangerslılar ise Protestan’dır. Buradaki rekabet ama daha serttir: Rangers taraftarları futbolcularla birlikte hemen hemen her maçta “Fuck the pope” tezahüratını Tina Turner’ın (1939-) “Simply the best” şarkısı havasında okurlar.[1]

Yukarıda Fenerbahçe ve Galatasaray için ikiz dedim, hatırlarsınız. Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarları kabul etmeseler de aslında birbirlerine çok benzerler ve birbirlerini tamamlarlar. Paranın iki vechesi gibidirler.

İkizlik meselesi gayet çarpıcıdır. Filmlere de konu oldu:

B. Wood ve Jack Geasland’ın romanından uyarlanan ve bir David Cronenberg (1943-) filmi olan Dead Ringers’da (1998) Beverly ve Elliot isimli tabip ikiz kardeşlerin hikâyesi. Yine Polonya asıllı Alman senaryocu Hans Benno Franz Kyser (1882-1940) ile Alman hikayeci Hanns Heinz Ewers (1871-1943), yönetmen Arthur Robison’ın (1883-1935) eseri olan Der Student von Prag (ilk yapımı 1913) filminde Praglı fakir öğrenci Balduin’in görüntüsünü şeytana satması ve şeytanın bu görüntüyle Balduin’in ikizi olarak ortaya çıkması hatırlanabilir. Daha avami de olsa Amerikalı Michael Mann (1943-) tarafından yazılan ve yönetilen Heat (1995) isimli filmde polis rolündeki Al(fredo James) Pacino (1940-) ile hırsız rolündeki Robert (Mario) De Niro (1943-) birbirlerine benzeyen ama birbirlerini yenmek, yok etmek için mücadele eden iki kişidir. Ancak birinden biri gerçekten yok olursa diğerinin üstlendiği rol ve konum da anlamsızlaşacaktır. Çün ki artık mücadele edeceği kimse kalmayacaktır.

İkizler birbirlerinin eksik yönlerini tamamlarlar dedim. Bu yüzden birbirlerine birçok noktayla da bağımlıdırlar. Kendilerini ve kendi benliklerini bulmak için ikizlerini yok ettiklerindeyse aslında bizzat kendilerini ve kendi benliklerini yok ettiklerini anlarlar. Ne diyor Romalı bilgin ve devlet adamı Cicero (İÖ 106-İÖ 43)? Unus sustineo tres personas: mei, adversaii et judicis.[2]

Fenerbahçe ile Galatasaray da bu türden ikizlerdir. Bu bakımdan birinin küme düşmesi önce diğer taraftarı delicesine mutlu edecek olsa da sonrasında her ikisinin benliklerinde büyük zedelenmelere ve yaralanmalara yol açacaktır.

İnanmıyorsanız geçmişten bir örnek vereyim: 1979/80 senesi Galatasaray, sondan üçüncü hafta Fenerbahçe ile mücadele ediyor. Galatasaray yenilirse küme düşmesi büyük ihtimal dahilinde. Fenerin hocası Ziya Şengül (1944-) maça gelirken otobüsü durdurur. Futbolculara dönerek “Sizlere maç konuşması yapmayacağım. Bu maçla ilgili taktik de vermeyeceğim. Galatasaray küme düşerse bundan en büyük zararı Fenerbahçe görür” der. Tekrar teyide muhtaç bir rivayete göre de saha kenarında Fener kaptanı Cemil Turan (1947-) ile Galatasaraylı Öner Kılıç (1954-) arasında ilginç bir konuşma geçer: Cemil Kaptan Öner’e “Hayırdır niye suratın asık?” diye sorar. Öner de “Abi biliyorsun durum kötü. Size de yenilirsek kümede kalmamız mucize!” diye cevap verince Cemil Kaptan: “Oğlum küme düşecek başka takımlar varken, ne yapacağız koskoca Galatasaray’ı mı düşüreceğiz? Bu bize yakışmaz. Başkaları düşsün. Siz topunuzu oynayın!” der. 4 Mayıs 1980’de oynanan maçta daha on yaşındayım ve tribündeyim. Heyecan içindeyim. Maç başladığı gibi bitti: 0-0 ve o yıl Galatasaray küme düşmekten kurtuldu.

El-hakk bu işler böyledir, efendim. Çün ki futbola hayat veren mücadeledir, rekabettir, hırstır, azimdir. Müsabaka içinde cedel olmazsa futbolun ruhu (spirit) yok olacaktır. Ne topçu oynayacak ne de taraftar seyredecektir. Hakiki mücadelenin varlığı için de gerçek rakip gereklidir. Bu rakip de ne kadar dişli ve ezeli olursa mücadelenin verdiği haz ve tad da o nispette yüksek olacaktır. Fener ve Galatasaray başka hangi takımla oynadıklarında mücadele bu kadar alevlenir ve herkesi kendinden geçercesine bir hale büründürür ki?

Bu ruhun ebediliği için “yaşasın ezeli rakipler”!


[1] https://soundcloud.com/eugenecraig98/sets/fuck-the-pope-and-the-ira

[2] Ben üç kişilik taşırım: kendiminki, rakibiminki ve yargıcınki.

- Advertisment -