Halil Berktay’dan peş peşe gelen harika yazıların sonuncusunda (Büyük teoriler küçük hayatlar- 22 Şubat 2015) Murat Belge’yle gerçekleştirilen uzun röportaja bir atıf yer almasaydı, muhtemelen röportajı okumuş olmayacaktım ve bir dönem her satırını takip ettiğim bu saygın aydınla nasıl apayrı köşelerde durduğumuz üzerine yeniden düşünmeyecektim.Kuşkusuz ki Murat Belge ne bir darbecidir; ne bir CHP’lidir; ne de –yine kendi yazısından öğrendiğim üzere- Özgür Gündem gazetesinde ileri sürüldüğü gibi latan bir ırkçıdır. Bu sözler, içinden geçtiğimiz öfkeli ağır siyasi iklimin dilimizi karşılıklı kuşatan zehrini kanıtlar ancak, başka bir şeyi değil…Murat Belge; çoğulculuğu önemseyen, öteki ile çatışmaktan çok uzlaşmanın, kavga yerine iknanın metot olarak benimsenmesini savunan, insan haklarına saygılı normlara dayanan bir devlet ve toplum düzeni talep eden ve bunlarda da samimi olan entelektüellerdendir.Onu okuyup üzerine yeniden düşündüğüm soruyu ilginç kılan da işte bu. Benzer değerleri savunan; benzer toplumsal düzeni özleyen bir insan olarak ben, neden Belge’nin ardından gitmiyorum? Neden yanında, kıyısında değil, tam karşısında duruyorum?Herhalde bu söylediklerim, bir dönem severek izlediği bir aydının siyasal tutumunu cepheden reddetme konumuna gelmiş bir insanın iç konuşmaları olarak algılanmayacaktır. Çünkü ne kadar önemli bir aydın olursa olsun, konu ne Murat Belge ile ne de sıradan bir insan olarak benim hayal kırıklıklarımla ilgilidir. Aslında, ne yapacağını pek bilemeyen, iç dünyası öfke ve endişeyle karışmış, umutsuzlaşmış geniş bir mahalleden söz ediyorum. Parçalanmış, kendi içinde düşmanlaşmış bir mahalleden…İşte Öcalan’ın PKK’ya “olağanüstü kongre toplayın silahları bırakın” çağrısı, tam da bu soruların ortasına düştü.Soruyu daha çıplak cümlelere çevirdim: Bizim mahalle, bu ülkede 12 yeni yıl geçirdi. Kasım 2002- Şubat 2015. Alışık olduğumuz bütün yerleşik taşları yerinden oynatan, uzun, inişli çıkışlı bir tarih içinden yürüdük ve yürüyoruz. Bu gün burada, 28 Şubat 2015’de, Kürtler silah bırakmak üzereyken iki uzlaşmaz sözün sahibiyiz. Bir kısmımız Türkiye’nin bir numaralı meselesinin bu hükümetten kurtulmak olduğunu, doğru siyasetin bu hedefe kitlenmesi gerektiğini söylüyor. Bir kısmımız ise –benim gibi- en ciddi tehlikenin hükümetin düşmesi olduğunu düşünüyor. Bu tuhaflığın sırrı ne?Bu sorunun ışığında Belge’nin hem röportajını, hem de takip eden yazılarını tekrar dönüp okudum. Evet, Murat Belge için AKP iktidarının devamı “ucunda hiçbir ışık olmayan bir tünel”e girmek anlamına geliyor. Temel fikir bu. Kalan bölümü, bir kısmından yararlanabileceğiniz, bazılarına katılabileceğiniz, kimilerine de itiraz edebileceğiniz geniş bir alana yayılan sözler… Hepsi önemli tartışmalara dokunuyor fakat bu yazının konusu değil.Memleketin en acil sorununun AKP iktidarından kurtulması olduğunu söyleyenler, alternatifin ne olduğu ve (varsa böyle bir alternatif) neden demokrasi açısından daha tehlikeli değil de daha yararlı olacağı üzerine bir tek inandırıcı söz söyleyemiyorlar. Yani, bir politik analizleri yok. Sayfalarca konuşan Murat Belge, bu gün tanık olduğumuz en merkezi çatışma – AKP/Cemaat- üzerine bir tek küçük cümle kurmuyor. Biz ne Gülen örgütünün niteliği hakkında, ne kullandığı iktidarın meşruiyeti üzerine, ne AKP iktidar gücünü yitirirse bu Cemaat’in siyasette oynayabileceği yeni rollere dair hiç, ama hiçbir ses duymuyoruz Belge ve onun gibi düşünenlerden. AKP yerine kurulabilecek muhtemel hükümetlerin demokratik dönüştürme kapasiteleri, bürokratik müdahaleler karşısında neler yapabilecekleri, Kürt meselesinde çözüm iradeleri, bağımsız ve tarafsız bir yargı gücünün inşası, yeni Anayasanın nasıl şekilleneceği gibi temel konularda neler düşünüyorlar, bilmiyoruz. Bilemeyiz de zaten. Neden mi? Cevabı Murat Belge versin:… “Türkiye’de bir iktidar problemi var. Ama daha önemli olan, bir muhalefet problemi var. ‘Bunlar gitsin, kim gelsin’ deyince cevabı yok.”Belge’nin bu açıklaması da bir çaresizliği itiraf ederken, aynı zamanda meselenin politik bir analize dayanmadığının; bir duygunun ardından kör bir sürükleniş yaşandığının kanıtından başka bir değer taşımıyor.Biz bu ülkede 12 yılda, önce askerî vesayetin tasfiyesine tanık olduk mu? Olduk.Olağanüstü halin kaldırıldığını, Kürt kimliğini inkâr ve asimilasyon politikalarına son verildiğini gördük mü? Gördük.Tam bir devlet rutini olan sistematik işkenceyle mücadele edildiğini ve çok ciddi sonuçlar alındığını biliyor muyuz? Evet biliyoruz.Siyasi cinayetler, karanlık sabotajlar, faili meçhuller bitti mi? Bitti.Ve nihayet kalıcı barışın eşiğinde miyiz? Evet, öyle gözüküyor…Peki, bütün bunlar olurken, “şimdi hükümetten kurtulmamız için yan yana durmamız lazım” denilen güçler ne yapıyorlardı?Bu ülkede herkesin kendi bulunduğu yere uygun bir olgular listesi çıkartıp karşısındakinin burnuna dayadığının farkındayım. Hemen şu köşeden bir arkadaşın ortaya atılıvermesi an meselesi… Göz çıkartan gaz fişekleri, polis kurşunuyla ölen göstericiler, işini kaybeden gazeteciler, alo Fatih’ler, kadının fıtratı, maden kazaları, “hain” Merkez Bankası… Ve liste uzar gider…Fakat bu tartışmanın kazanmaya kitlenmiş bir demagoji hafifliğinden kurtulmasının; gerçekten kendini karşısındakine dinletebilen samimi bir iletişime dönüşebilmesinin temel koşulu, liste yarıştırmak değil, bu listelerle politik alternatifleri ilişkilendirmektir. Her kim elinde iktidarın anti-demokratik tutumlarının listesiyle karşımda dikilmekle yetinmeyip, bu hükümetten kurtulduğumuzda hangi iktidarın kurulacağını ve elindeki listenin nasıl çöpe atılacağını, yukarıda benim saydığım listenin daha da iyileşerek, derinleşerek ilerleyeceğini inandırıcı bir çerçeve içinden anlatacaksa sonuna kadar dinlemeye hazırım.Oysa tartışmalar böyle ilerlemiyor.“Bu güçlerle yan yana durup AKP’yi iktidardan indirmenin demokrasi açısından çok hayırlı olacağına” inanabilmemiz için Erdoğan’ın hoyrat, çatışmacı üslubu ve siyasal gücünü arttırma çabası dışında bir gerekçeye rastlayamıyoruz? Niçin bütün politik okuma ve iddialı analizler bir liderin üslubundan ibaret kalıyor? Neden, bu ülkede mevcut güç dengeleri, iktidara talip yapıların özellikleri, olası alternatiflerin vadettiği siyasi atmosfer üzerine, güçlü, inandırıcı tartışmalar yerine, hep ajitasyona yüklenen duygusal propagandalarla karşılaşıyoruz?Murat Belge’nin röportajından başladım yine ondan bitireyim. Belge muhalif aydınlar içinde hamasete başvurmamaya en çok özen gösterenlerden, ajitasyon ucuzluğuna düşmeyenlerden. O, çok sık olarak Erdoğan’ın tahakkümcü, otoriter, sert üslubundan şikâyet ediyor.Açık söyleyeyim; Anayasa tartışmaları sırasında AKP’nin oluşturduğu Türk Usulü Başkanlık taslağının temel mantığına da, Erdoğan’ın kimi söylemleri ve gerilimi tırmandırmaktan kaçınmayan tutumuna da yapılan itirazları ben haksız bulmuyorum. Fakat bu değerlendirmeler beni asla AKP hükümetinden kurtulma siyasetine ikna etmiyor. Tersine bu hükümetin varlığının devamını çok önemsiyorum. Erdoğan’ı tasfiye hedefinin de esasen AKP’yi çökertme projesi olduğunun çok farkındayım. Bu iktidarın başarısız olması halinde, Türkiye’nin, şiddet enstrümanlarını işletmekten çekinmeyen, son derece kirli, hileci küresel odakların vesayetinin kucağına itileceğine; sandığın önemini yitireceğine, azınlığın çoğunluğa tahakkümü yönünde çok acımasız bir kavganın tırmanacağına, bu kavganın da hiç kimseye hayrı olmayacağına inanıyorum.Üsluba ve siyasi gücü tek elde yoğunlaştırma isteğine karşı çıkmak, AKP hükümetinden kurtulmanın en iyi yol olduğu düşüncesini haklı çıkartmaz. Eğer öyle olsaydı, bu düşüncenin sahipleri muhtemelen Bülent Arınç, Abdullah Gül gibi kült AKP’lileri de yanlarında bulurlardı.Oysa yanlarında; sızmacı yöntemlerle çalışan, her türlü kirli istihbarat tekniğini kullanarak güç alanı yaratan, küresel uzantılı darbeci örgütleri; 12 yıl boyunca statüko için kılıktan kılığa girerek direnen iki yüzlü ahlaksız medya aktörlerini; “Kürt” diyemeyen, kendi memleketini kavurup atmış katliamların adını anamayan, kasetlerle yetkilendirilmiş, uzaktan kumandalı ikinci sınıf siyasetçileri buluyorlar.Ve tam da Kürtlerle kalıcı barışı sağlamak üzereyken, Türkiye’ye dönüp hep bir ağızdan “Bu hükümetten kurtulmak ülkenin en acil hedefidir” diye sesleniyorlar.Bu mudur doğru bir “yan yana geliş”?
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik