‘İki mahkum hücre duvarına tıklayarak birbiriyle haberleşir. Onları ayıran duvar, aynı zamanda haberleşme vasıtalarıdır. Her ayrılık, bir bağdır’ demiş Simone Weil, ne güzel söylemiş. Bizi ayırdığını düşündüğümüz her şey belki de birbirimize sesimizi duyurabilmemizin bir vasıtası. Eğer aynı zindanın mahkumları olduğumuzu fark edebildiysek. Cehennem kimsenin diğerini anlamadığı yerdir, hayır cehennem başkaları değil, başkasının hiç olmadığı yerdir. Tıklayacak bir zindan duvarının olmadığı, ötekinin seni işittiğine dair en ufak bir malumata sahip olmadığın yer. Hallac-ı Mansur’a atfedilen bir sözde söylendiği gibi, 'Cehennem, acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir'.
‘Arayan bulamayacaktır, aramayanlar bulunacaktır’ demiş Franz Kafka. Güzel söylemiş. İçinde olmayanı bulamazsın. İçinde olmayanın yokluğunu hissedemezsin. Aşkın içine gömülmüş olan kişinin yola çıkmasına gerek yok. O, bir mıknatısın demiri çektiği gibi hakikati kendine çeker. Yol onun ayaklarına bükülür. Sonunda hepimiz yeryüzünde yürüyoruz ve yeryüzünde bitiyor yolumuz. Arada ruh kanatlanıyor, göklere yükseliyor ve sonra beden kafesine dönüyor. Ten toprağa, can semaya çekiyor. Yeryüzünün bittiği yerde gökyüzü başlıyor. Lütuf, görmesini bilen kalpler için, her yerdedir. Varlığın kaosunda bir düzen gizli. İlahi bir plan bizi beşikten mezara kadar idare ediyor, en zor ve çaresiz anlarda, kederin hayatı paramparça ettiği anlarda bile umutla görmemizi sağlıyor. ‘İnsan sadece umut ettiği şeyi görür. Umut ettiği sürece görür’ demiş Christian Bobin, ne güzel söylemiş. Sözü Jean-Luc Nancy almış da şöyle demiş : ‘İslam’ın tanrısı her surenin başında Rahman olarak adlandırılan tanrıdır. Rahman, her insanda onun küçüklüğünü, zayıflığını tanıyan ve küçüklüğüne ve zayıflığına rağmen ona büyük ve saygıdeğer olma olanağı veren demektir’. Güzel söylemiş. İnsanın içinde nice gökler gizlidir. Genel izafiyet kuramı ile kuantum mekaniğini birleştirmeye niyetlenen sicim kuramı çok sayıda kainat tahmininde bulunuyor: Her biri bizim bilemediğimiz apayrı kurallara tabi sayısız kainat. 10’un arkasına 500 tane sıfır ekleyin, işte o kadar. Çok ama çok küçüğüz ama lütuf her yerde ve ruhumuza dokunmasına izin verdiğimizde, saygıdeğer olma imkanımız var. İnsan insanı aşar. İman sadakattir, göğe sadık olmak, İlahi olana katıksız bir teslimiyet ve güven duymaktır. Dünya bir uyku ve aşk bir uyanış, göz bebeklerimize değerek bizi rüyaların koynundan çekip alan bir ışık çakımı. Hakikat güzel olanda parlar ve bizi kendini tanımaya çağırır. Aramayan da bulunur, zira rıza makamındaki kişiye ırmaklar bükülür. Susuzun nasibi su ise, suyun da nasibi susuz kalmış kişidir.
‘Yaralarım aşktandır’ demiş Furuğ Ferruhzad, ne güzel söylemiş. Dünya yürüyüşü yaralanmış ruhların birbirinde şifa aradığı bir tanıklık. Sen benim tanığımsın, sesimi duyduğun ve beni görebildiğin o an. Ben senin tanığınım, senin yaralarının, senin varlığının. Birlikte dünya hapishanesinin tanıklarıyız. Dünyayı kendimizden uzaklaştırabildiğimiz kadarıyla özgürleşiyoruz. Bir bedenim var ama ben sadece bedenim değilim, duygularım var ama sadece duygularım değilim, arzularım, düşüncelerim var ama arzu ve düşüncelerimden ibaret değilim. Saf farkındalığın ve iradenin merkeziyim ben. ‘Rüzgar bizi götürecek’ oraya, bir serçe cıvıltısı, çavlanların akıntısı içimdeki sevinci kabartacak. Beni dünyaya rapteden bağlardan kurtulduğumda, lütuf bir yağmur gibi üzerime yağacak. Sonsuzluğa açılan pencereyim ben. Muhatap alınan varlığım. Büyümek yeryüzü ağrılarından şifa bulmak demek. Kendimde onaramadığımı bir hata olarak tekrar edip duruyorum. Öğrenerek onaracağım kendimi, kainatı ve bana kendisini açan o kutlu güzelliği idrak edebilmekle onaracağım. Göğe sadık olabilmek için önce kendi ruhuma sadık olacağım: Duygu, düşünce ve davranışlarım bir bütün olacak. İç bütünlük. O’nun lütfunun muhatap aldığı varlığım ben. Kendimi kandırmaya hakkım yok.
‘Allah’ın lütfu dışında kalan hiçbir yöne bakma’ demiş Abdülkadir Geylani, ne de güzel söylemiş. Onun lütfundan başka sebeplere bağlanıp güvenme. Yalnızca O’ndan um ve O’nun dışındaki varlıklara yum gözlerini. ‘O zaman nur, içinden dışına sızar. Tıpkı karanlık bir gecede karanlık bir odada bulunan mumun ışığı gibi. Işık, evin pencerelerinden süzülür ve dışarıyı aydınlatır’. Kalk ve şu harabe evi onar. O’nun lütfunu istikamet belle. Nereye gideceğini biliyorsan bütün dünya sana yol verecektir inan. Sadece bir adım.
‘Varlık o kadar kırılgan ve öylesine tehlikeye açık ki, titremeden sevemiyorum’ demiş Simone Weil. Bir kez daha güzel demiş. Sevdiğimizi yaşatmak isteriz. Sevdiğimizi kaybetmekten korkarız. O kırılganlık yürekte ne depremler yaratır. Madem aşk, ‘döküp varlığı gitmektir’ o halde bastığımız zemin sarsılır. Sevmeden bilemiyoruz. Sevmek muhatap almaktır. Muhatap alındıysak seviliyoruz. Ne kadar uzakta olursan ol, sevgiliye dönmen için bir adım yeter. Bir hıçkırık, bir niyaz yeter. Bir iç geçiriş, bir anış yeter. O zaten kalbi kırıklarla beraberdir. Lütuf her yerdedir.