Yayladan ki yurudum, yayla güneşli idi
Bakamadum geriye, gozlerum yaşli idi. (Bir yayla türküsünden)
Aramızdan 10 yıl önce ayrılan şair ceketli çocuk Kazım Koyuncu anısına…
Çocukluğum, yayla yollarına düşen insanların hikâyelerini dinlemekle geçse de ineklerin peşinden hiç gidemedim o yollara… Hatta Karadeniz’in yaylalarını 30 yaşımdan sonra keşfettim desem yalan olmaz. Neden; bilmiyorum, insan yaşadığı yerin değerini ondan ayrı düştüğünde fark ediyor belki de. Bizim hikâyemiz de ayrılıklarla bir örümcek ağı gibi örüldü, diğer birçok hikâyede olduğu gibi…
Babaannem Nafiye anlatırdı, yayla yollarına koyulduğu zamanları. O yıllarda tek geçim kaynağı hayvancılıktı, bir de dere kenarlarındaki küçük tarlalara ekilen mısır. Arazi dik, ahırdaki hayvanları otlatmaya elverişli değil. Uzun ve yorucu bir yolculuk sonrası yaylalara çıkılırdı yaz başları. Güze kadar kalınırdı o yaylalarda. Yayla güneşinin yaktığı kırmızı yanaklı kızlarla erkekler, burada yaşardı ilk yakıcı aşk ateşini. Yayla, ‘sevdaluk etmek’ demekti çokça… Dağların denize kavuşmasını/kavuşamamasını anlatır yayla türküleri. Sevdaluk ateşiyle kavrulan Karadeniz türkülerinin çoğunun yaylalardan çıkması bundandır işte.
Önce Karadeniz’in dereleri talan edildi, çoraklaştırıldı. Küçük derelere, ardı ardına HES’ler yapılarak su, çelik borulara hapsedildi. Dönüşü olmayan büyük zararlar verdi Karadeniz’e; gelecek kuşakların yüzüne utanç içinde bakacağımız…
Şimdilerde yaylalarda hummalı bir çalışma başlıyor. ‘Yeşil Yol’ projesiyle Samsun’dan Artvin’e kadar olan bütün yaylalar birbirine bağlanacak. Bu projenin ardında dağlardaki madenleri çıkarmak olduğu iddia edilse de söylenenden yola çıkalım. Yaylaların ‘Eko Turizme’ açılması…
Sözümüzü baştan söyleyelim. Bu proje konfor düşkünü turisti hayatında bir kez gelip görmesi için çekebilir, o kadar. Yollarla birlikte yapılaşma da aynı oranda çoğalacağı ve ekoloji de yok olacağı için, ortada ‘eko turizm’ diye bir şey kalmaz. Geriye kala kala Karadeniz’in yerli halkının uğruna türküler yaktığı yaylalardan koparılması kalır.
Karadeniz’de bulunan yaylalara, toprak da olsa şose de olsa çıkış yolu vardır. Bu yollar sadece kışın kapalı olur ki, zaten yaylaların özelliği budur. Yaylalar, kışın 4-5 ay insansız yaşayarak kendini yaza hazırlar. 12 ay turizme hizmet eden Ayder Yaylası’nın yirmi yıl önceki haliyle şimdiki halini kıyaslarsak, gelecekte olabilecek felaketi de iyi anlamış oluruz. Ayder, artık bir yayla değil, yapılaşmadan fazlasıyla nasibini almış bir turizm merkezidir ki ‘eko turizme’ ilgi duyanların çoktan ilgi ve alakasını kaybetmiş, günübirlik gezintiye gelenlerin kalabalıklar oluşturduğu yer haline gelmiştir. Diğer yaylaların da aynı hale gelmesi, bölgede şu anda var olan turizmi de öldürür.
Yazının başında belirttiğim gibi çocukluğumda dinlediğim yaylaları gezdim, yaşadım. Fırsat buldukça yaşamaya çalışıyorum. Bu projeyle sadece doğal hayat değil, hikâyeler, türküler yok olacak. İnsanların ormanıyla, yaylasıyla bağı kopacak. Vereceği zarardan geri dönülse bile asla eskisi gibi olmayacak. Derelerin bir daha eski haline dönmeyeceği gibi.
Derelerin çelik borulara hapsedilmesini engelleyemedik, bari yaylalarımız özgür kalsın, kendi doğallığında kalsın… Bunu Kaçkarlara bakarak uyuyan Karadeniz türkülerinin en güzelini söyleyen Kazım Koyuncu’ya olduğu kadar kendimize, her şeyden önemlisi gelecek kuşaklara borçluyuz…