Ana SayfaYazarlarYeni mandacılık

Yeni mandacılık

[20-22 Ekim 2015] Bir kere bu bildiri tek değil. Yeni dolaşıma sokulan, “Uluslarası Akademisyenlerin Çağrısı” başlıklı ikinci bir bildiri de var. Yurtdışında şimdiden çok sayıda önemli sol aydın ve öğretim üyesi tarafından imzalanmış. Hayli uzun ve sizin sorguladığınız ilk metinden çok daha vahim. Orada, 10 Ekim katliamının devletin ve/ya AKP'nin işi olduğuna dair “ciddi iddia”ları soruşturmak için Birleşmiş Milletler nezdinde özel komisyonlar kurulması; bütün ülkelerin Türkiye'yle ilişkilerini “gözden geçirmeleri” dahi öneriliyor. 1946’dan sonra Cumhuriyet tarihinde (askerî diktatörlükler dahil) hiç hileli seçim olmadığı halde, şimdiden 1 Kasım seçimleri hakkında şüpheler uyandırılmaya çalışılıyor ve özgür seçimlerin yapılması da uluslararası müdahale ve denetime bağlanıyor. Dahası, Türkiye’de mevcut rejim sadece “otoriter” değil, aynı zamanda “gayrimeşru” ilân ediliyor; madalyonun diğer yüzünde, PKK’nın hiçbir haklı gerekçesi yokken, durup dururken başlattığı yeni şiddet dalgası, bu “gayrimeşru rejim”e karşı “Türkiye halklarının direnişi” diye sunulup “uluslararası destek” talebinde bulunuluyor. Altını çizeyim; demokrasi, rejim, katliam vb derken, alavere dalavere, sonuç PKK terörüne "uluslararası destek" istenmesi oluyor.

1950'lerden beri siyasetin farkındayım; yirmi yıl kadar örgütlü solun içinde yer aldım; iki askeri darbenin mağduru oldum; birinde hapse girdim çıktım, işkence gördüm, iki küsur yıl Mamak'ta kaldım; 2000 sonbaharında Ermeni soykırımının tarihsel gerçekliğinden söz ettim diye hakkımda vatan hainliği kampanyaları açıldı; 2005 Osmanlı Ermenileri konferansı öncesi ve sırasında benzer saldırılara hedef teşkil ettim. Kısacası, benim de çeşitli siyasal iktidarlarla hem de çok ciddi dâvâlarım oldu. “Faşist askerî diktatörlük”leri kınadım, lânetledim. Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin de kurucularındanım. Ama hiçbir zaman bu ülkede kendimi dış dünyanın, Batı medeniyetinin bir “implant”ı, buraya değil oraya ait bir unsur gibi hissetmedim. Kendi kimliğinden nefret eden (self-hating) bir Türk olmadım; içeride veya dışarıda, nerede olursa olsun, kişisel saygınlığımı Türkiye’yi her frsatta kötülemek için yalan yanlış bahane aramaya bağlamadım. Doğru veya yanlış, inandıklarım için mücadele ettim ama bu şekilde, (mecazi anlamda) bu ses tonuyla, böyle çarpıtmalar ve gerçek dışı argümanlarla, (mealen) “imdat, buraya müdahale edin, gelip bizi kurtarın” diye bağırmadım, yalvarmadım.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hatâları yok mu; elbette var ve ben de çok eleştirdim, eleştiriyorum. Ama bu başka; bunları alabildiğine abartıp cumhurbaşkanını toptan kanunsuz ve rejimi bütünüyle gayrimeşru göstermek başka; Türkiye üzerinde bir çeşit uluslararası manda (mandate) tesis edilmesini istemek gene başka. PKK son tahlilde Türkiye’yi destabilize edip krize yuvarlamayı amaçlayan bir savaş başlattı. HDP buna kol kanat gerdi, geriyor. Son olarak da IŞİD’in Diyarbakır ve Suruç bombalamalarının üzerine, bu sefer Ankara katliamı geldi. Ve akıl almaz bir şekilde, hepsi hükümete, AKP’ye maledilip, Türkiye kaosa yuvarlanan bir “çökmüş devlet” (failed state) gibi gösterilmeye çalışılıyor. Şimdi bu iki bildiri de hem çok “Batılı” ve “kendinden nefret eden,” hem bitmek bilmez bir solcu çatışmacılık uğruna HDP çevresinde kümelenen aydın ve öğretim üyelerinden kaynaklanıyor. Böyle bir seferberlik var, Türkiye’yi her yolla felâkete sürüklemeye yönelik. Evet, bu çaba ve çağrıları 21. yüzyıl başına özgü bir çeşit neo-mandacılık olarak niteliyorum.

 

 

- Advertisment -