Önümüzdeki seçimlerin en gizemli sloganlarından biri olmaya aday ‘yeni Türkiye’ ibaresi aslında tam tersi yönde somut bir hayal/hedef/vaat birlikteliğinin taşıyıcısı olarak da kullanılabilir. Popülizan bir amaçla ele alınırsa geçmişteki ‘yeni sol’ veya benzeri sloganların kaderine mahkûm olması doğal. Ama ‘yeni Türkiye’nin bariz bir avantajı var: Toplumsal sahiplenmenin ötesinde sosyolojik olarak zaten yaşanmakta olan bir dönüşüm dinamiğine karşılık geliyor. Yani siz isteseniz de istemeseniz de, farkında olsanız da olmasanız da zaten toplumsal zemin olarak bir ‘yeni Türkiye’ mevcut. Nitekim AKP’nin ‘yeni Türkiye’ hayal ve hedefi, esasta söz konusu dönüşümü sahiplenme ve iç dinamiğin önünü açma ile ilişkili. Konu toplum olduğunda AKP’nin ‘yeni Türkiye’ ile öne sürdüğü vaatler zaten yaşanmakta olan açılımla bağlantılı. Dolayısıyla denebilir ki, toplumsal ‘yeninin’ yaratılması açısından AKP esas olarak bir ‘takipçi’ olacak. Türkiye’nin hangi yönde ve ne kadar ‘yeni’ olacağına bizzat toplumsal dinamizm karar verecek. Bu sürecin önceden tahmin edilebilir yönleri olduğu gibi, tümüyle belirsizlikler taşıyan, kaotik bir niteliği de olacaktır. Türkiye gibi hayat koşullarının hızla değiştiği, coğrafi sınırların anlamının ortadan kalktığı, ideolojik ve kültürel savrulmaların mümkün ve meşru hale geldiği bir ülkede, ‘yeninin’ ne olacağını söylemek bir yana tahmin etmek bile kimsenin haddi değil.
Bu nedenle AKP’nin ‘yeni Türkiye’ sloganı, yaşanmakta olan toplumsal değişimin sahiplenilmesini ifade ediyor. Ancak aynı anda da AKP’nin yönetim stratejisinin ve toplumla kurduğu bağın niteliğini ortaya koyuyor. Toplumsal alana baktığımızda ‘yeni Türkiye’nin üç önemli ayağı var. Birincisi çoğulculuk… Türkiye toplumu son yirmi yıl içinde önce cemaatlerin kendi içinde başlayan, sonra cemaat sınırlarının aşılmasıyla melezleşmeye müsait ‘gri alanlar’ üreten bir çoğulcu açılım yaşıyor. Kimlikler arası çoğulculuğu meşrulaştıran yaklaşımıyla AKP buna önemli destek vermiş oldu. Böylece kimlikler ile hayat tarzlarını yapay bir biçimde birbirine bağlayan kategorik bakış büyük ölçüde ortadan kalktı. İnsanların çoklu kimlikler içinde ‘yüzdükleri’ ve bunları kendi iradeleriyle sıraladıklarını kabul eden bir anlayış doğdu. ‘Yeni Türkiye’ herkesin kendi kimliğini istediği gibi oluşturabileceği bir çoğulculuğu öngörüyor. Herkesin kendince bir ‘kişi’ olduğu, herhangi bir kuşatıcı ve dar örgütlenmenin uzantısı olarak kişilik kazanmadığı bir toplum… Osmanlı’daki her kimliğin ayrı ayrı değerli ve anlamlı olduğu toplumsal yapı son dönemlerde yozlaşmış, Cumhuriyet ise bu modelden uzaklaşmayıp üzerine laik cemaati oturtmuştu. Şimdi söz konusu cemaatçi ayrışmanın sosyal alanda hükmü kalmıyor… Cemaatler yakınlaşıyor, somut kişiler ve aileler üzerinden üst üste örtüşme imkânı ortaya çıkıyor. Bunun anlamı, AKP’nin ‘yeni Türkiye’sinde çoğulculuğun her ‘kişi’ için geçerli olacak bir özgürlük alanını ifade edeceğidir. Bu tercihin siyasi basiretini vurgulamak üzere, söz konusu çoğulculuğun orta sınıflaşma ile birlikte AKP potansiyel tabanını da yüzde ellilerin epeyce üzerine taşıyabileceğinin altını çizelim.
‘Yeni Türkiye’nin topluma ilişkin ikinci ayağı kültürel ve kimliksel özgürlük olacak. Herkesin kendi kimliğinin ve kültürünün ima ettiği faaliyetleri özgürce yapabildiği, bu yönde örgütlenmelere girebildiği ve taleplerini siyasi alana taşıyabildiği bir ortama doğru gidiyoruz. Bu hem toplumsal değişimin kendi ivmesiyle, hem post modern dönemin öncelikleriyle, hem de doğrudan AKP’nin siyasi ve ideolojik tercihleriyle bağlantılı. Bu açıdan ele alındığında Kürt meselesi sadece bir siyasi mesele olmayıp, toplumun kendisini yeniden inşa etmesinin de önündeki engellerden biri. Aynı şekilde Aleviler ve gayrimüslimlere ilişkin de eski sistemden yansıyan ayak bağlarının tümüyle ortadan kalktığı bir Türkiye’ye doğru ilerlenmek isteniyor.
Üçüncü ayak ise AKP’nin toplumsal stratejisinin daha belirgin olduğu bir yeni niteliğe gönderme yapıyor. Eskinin ‘makbul ve edilgen’ vatandaşından, ‘hizmet bilinci ile kamusalı sahiplenen’ vatandaşa geçiş… ‘Hizmet bilinci’ nitelemesi AKP’nin kendi tabanındaki genişlemenin bizzat parti açısından rasyonelini sunuyor. Yeni vatandaş, iktidarın yaptığı hizmeti bilen, destekleyen ve sahiplenen biri olarak tasavvur ediliyor. Bu sahiplenme siyasi açıdan bir kamusal duruşla bütünleşiyor. Karşımızda belki radikal demokrasinin ‘katılımcı’ vatandaşı yok ama kendisini temsil eden parti ile bağ kurarak doğrudan kendisini çevreleyen kamusala müdahil bir ‘yeni’ vatandaş tipolojisi var…