Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ölümünün altıncı yılında Yeni Akit gazetesi genel yayın koordinatörü Hasan Karakaya’yı anma programına katıldı. Yaptığı konuşmaya şöyle başladı:
“Gerçekten Hasan Karakaya kardeşimiz kaleminin silahşörüydü. Rabbim Hasan Karakaya kardeşimize rahmet eylesin. Ben hep şunu söyledim. Dünyada iki kalem vardır ki beni çok etkilemiştir. Bir, üstat Necip Fazıl Kısakürek. İki, Hasan Karakaya. Bu iki isim malum cephelere korku salmışlardır ama korkmamışlardır.”
Karakaya hakkında diyeceğim bir şey yok, çoğunuz kendisini de, “gazete” adı altında piyasaya sürdüğü pisliği de biliyordur.
Cumhurbaşkanını etkileyen ikinci kalemi de biliyorsunuzdur elbet, ama ben izninizle bazı özelliklerini vurgulamak istiyorum.
Kısakürek’in 1943-1978 yıllarında aralıklı olarak yayınladığı Büyük Doğu dergisinin nüshalarını sahhaf dükkânlarında buldukça alırım. Bunların arasında derginin 25 Ekim 1967 tarihli sayısında yayınladığı “Dünyayı Yahudi güdüyor!” makalesi özellikle hoşuma gider. Yahudiler olarak dünyayı güttüğümüzü biliyordum elbet, pek çok güvenilir ve bilimsel Hıristiyan kaynaktan okumuştum, ama Kısakürek’in makalesinden yeni yeni bilgiler edindim.
“İşte onun içindir ki, Yahudi, topyekûn insanlık vücuduna mikrop gibi yerleşirken, kendi gizli tesir şebekesini hâkim kılmak için… insanlığın illet bünyesini kıyamete kadar beslemek ve hastalık kıvamında tutmak borcu altındadır.”
Böyle bir borcum olduğunu bilmiyordum doğrusu. Ama Kısakürek sayesinde öğrendiğimden beri ödemek için elimden geleni yapıyor, insanlığı hastalık kıvamında tutmak için çabalıyorum. (Ne yalan söyleyeyim, son yıllarda fena bir performans sergilemediğimi düşünüyorum).
Büyük Doğu Yayınları’nın 2008’de ikinci baskısını yayınladığı Yahudilik – Masonluk – Dönmelik kitabı Kısakürek’in dergide çıkan yazılarından konuyla ilgili olanları bir araya getirir. Bunlardan da “Beynelmilel Yahudi” başlıklı yazıyı severim.
Yazının ilk kısmı, “Yahudilik hakkında bir açık oturum,” şöyle bir sahne çizer:
“Ramazan bayramının ikinci günü… Necip Fazıl’ın Feneryolundaki evi… Gül ve hanımeli kokuları içinde büyük bir bahçe… Bahçenin arka kısmında muhteşem bir kameriye… Her tarafı sarmaşıklarla kaplı olan geniş kameriyenin ortasında, en aşağı bir buçuk metre kutrunda, koskocaman bir yuvarlak masa… Masanın etrafında, hasır ve beyaz boyalı iskemlelerde oturmuş 15 kişi… Bunlardan tam 11’i meşhur zat; (Ord. Prof.), (Prof.), âlim, muharrir, şair, vesaire…”
Ve on biri meşhur olan bu on beş zat, Kısakürek’in önerisiyle “Beynelmilel Yahudi meselesini” tartışır.
Tartışmanın düzeyi aşağı yukarı şöyledir:
“Roma lejyonlarının önünden vahşi bir sürü gibi kaçıp dünyanın her tarafına yayıldıktan sonra toplu millet seciyesini terkedip gizli ve ferdî millet maskesinin altına geçmiş ve esatiri bir hınç üslubile gizli plânda kendisini hâkim ve bütün insanlığı mahkûm kılmanın muazzam plânı içinde hareket etmiştir. Vasıtası para ve ruhun karanlık kutbu nefstir. Dine, millet ve milliyet mefhumuna, sâf iman ve itikada, tek kelimeyle ruha ve ulvî insana düşmandır. Her yerde ve her pâyidar kıymeti yıkıcı, çözücü ve çürütücüdür. Gâyesi de, kendi kanlı imparatorluğunu beşerî sefalet, tereddi ve ihtikarın gerisinde kurmaktır. Yahudi bundan ibarettir!”
Yazının “Maddeler halinde Yahudilik” başlıklı ikinci bölümü, Batı/Hıristiyan ve (yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren) Ortadoğu antisemitizminin 15 maddelik bir özetinden ibarettir.
Bu 15 madde biraz moral bozucu olmakla birlikte, yazının Türkiye’yle ilgili olan son cümlesi yüreklendirmiştir hep beni: “Bugün ise Yahudi, malî, iktisadî ve içtimaî gâyesine tamamiyle ermiş durumdadır.”
Kemalist devletin dindar insanları kamusal alandan, yönetim kademelerinden, memuriyetten, ekonominin zirvelerinden dışladığı ve kimsenin gık diyemediği onyıllar boyunca Kısakürek ses çıkarmış, direnmiş, defalarca cezaevine girmiştir. Müslümanlar tarafından sevilmesi bundandır. Cumhurbaşkanı da, “malum cephelere korku salmışlardır ama korkmamışlardır” derken bunu kastediyor kuşkusuz.
Ama başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, Kısakürek’i seven Müslümanlara şunu sormak isterim:
Kavmiyetçilik sizde yasak değil miydi?