Kulağa tuhaf gelecek bir sorum var.
İyi bir insan olmak mı önemli, kötü bir insan olmamak mı?
İyi bir insan olmakla kötü bir insan olmamak aynı şey değildir; bunu hepimiz kabul ederiz herhalde. Sorunun tuhaflığı burada değil. İyi bir insan olmak elbette kötü insan olmamaktır ama, kötü insan olmamak kendiliğinden iyi yapmaz insanı. O, sadece kötü değildir.
Sorunun yadırgatıcılığı, gerçek hayatta karşılığı olmadığı halde insanları “iyiler” ve “kötüler” olarak ikiye ayırmayı temel alıyor gibi görünmesinde de değil…
Soru, üzerine düşünülmeye değmeyecek açıklıkta bir cevaba sahip gibi gözüktüğü için tuhaf geliyor ilk bakışta. Çünkü düşünüyoruz ki, iyi bir insan olmak (ahlaken ondan daha cılız gözüken) iyi olmasa bile kötü de olmayan bir insan olmaktan daha önemlidir.
Ben bu soruyu uzunca zamandır soruyorum kendime. Doğrusu aynı cevabı veremedim.
İyi insan olmaya çalışmak, iyilik olarak nitelenen duyarlılıklara sahip olmak, dışımızdaki hayatlara, güçlüklere, acılara, kayıtsız kalmamak… Bunun erdemli bir hayat olduğunu reddetmek mümkün mü?
Sözün burasında insanın aklına bu kavramların göreliliği takılıyor ister istemez. Neye göre, kime göre iyi ya da kötü? Bir açıdan bakıldığında iyi gibi gözüken bir davranış başka açıdan bakıldığında zarar verici, kıyıcı, kötü olamaz mı? Burada konu yeni bir kıvam kazanıyor kanımca. Rölativite “iyilik” kavramı için geçerli gerçekten, ama “kötülük” rölatif değil pek öyle. Bütün büyük dinler kullara emirler yağdırırlar. Bakın o emirlere; “yapmayacaksın” diye başlarlar… Yasak ederler. Dinler insanları iyilik yapmaya çağırmaktan daha çok kötülükten uzak tutmak üzerine kuruludurlar. Bu “kötülük yapma korkusunu” kayıtsız şartsız insan ruhunun derinlerine yerleştirme misyonu, insana dair binyıllara yayılan derin bilginin ürünü olsa gerek.
Öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, haset etmeyeceksin, oburluk yapmayacaksın, kibirli olmayacaksın, miskinlik yapmayacaksın, zulmetmeyeceksin… Bunlar çağları, çıkarları, kültürleri aşıp geçen emirler. “Kötülük budur” derler bize ve bugün de tazedir çoğu.
İşte medeni yaşantının güvencesi, bu korkuyu içine yerleştirmiş; hakiki ahlakı kılmış insanların çokluğudur bence. İyilik yapmayı çok önemseyenlere, kötülükten kaçanlar kadar güvenemeyeceğimizi fark ettim artık. Çünkü iyiliğe odaklanmış insanlara çok kötü bir davranışı bile “bir iyilik” olarak kabul ettirip onaylatma şansınız olabilir. Bu sizin ikna ediciliğinizin yanı sıra birçok nedenle mümkündür. En başta da “iyiliğin” göreliliğiyle…
Bir baba çocuğunu dövmekle ona iyilik ettiğine arkadaşlarını ikna edebilir. Aynı adam karısını dövmek ve eve kapatmakla ailesine iyilik yaptığını da onaylatacak insan bulur. Bir siyasetçi; idealler için, güçlü bir gelecek için ya da egemen bir devlet kurmak için ölmenin ve öldürmenin erdem olduğunu; insanları savaşa göndererek toplumuna yaptığı iyilikle gurur duyduğunu kürsülerden bağırabilir ve çok alkış alabilir. Ya da tarihte görüldüğü gibi, Yahudilerin imhasının insanlığın iyiliğine hizmet ettiği kabul ettirilebilinir koskoca bir topluma. Bir yargıç, uygulamakla yükümlü olduğu kuralları değil vatanının iyiliğini düşünmek gerektiğine inandırabilir kendisini; kanıtsız ispatsız mahkûmiyet kararlarına imza atıp insanların özgürlüklerini ellerinden alabilir. Gazeteci, ülkesi için zararlı gördüklerini gözden düşürmeyi, gerçekleri yazmaktan daha faydalı, iyi bir tercih sayabilir ve bundan saygınlık sağlayabilir. Birileri toplumsal ahlakı korumak için eşcinsellerin onur yürüyüşünü yasaklamanın, hatta onlara saldırmanın çok iyi bir iş olduğundan kuşku duymayabilir.
Bu saydıklarım ancak “iyiliğe odaklanmış” olanların başına gelebilir ve onlar tarafından onaylanabilir, desteklenebilir. Çünkü her kötülük, “iyilik elbiseleri” ile dolaşır aramızda. Hiçbir kötülük mazeretsiz çıkmaz sokağa. Eğer iyiliğe odaklanmışsanız, meşrebinize uygun olarak kötülük maskesine dönüştüğünde onu ayırt etmeniz kolay olmaz. Kötülüğü çırılçıplak haliyle yakalayabilmek için onun korkusunu kayıtsız şartsız kalbinize yerleştirmeniz gerekir. Aklınıza demiyorum. Akıl çok tekinsizdir, oyunlar oynar bize…
Kötülüğü fark etmeye odaklanmış bir kalbi, “iyilik elbisesiyle” kandıramazsınız. Çok akıllı, çok okumuş, çok iyi bir insan olduğu için değil. Tam tersine iyi olmakla fazla ilgilenmediği için. Onun bütün ilgisi kötü olmamayadır. O nedenle, o şık şıkırdım iyilik elbisesini görmez bile; ardındaki mutlak kötülüğe takılı kalır… Öldürüyorsan, dövüyorsan, zulmediyorsan, güçsüzü eziyorsan, kibirle bağırıyorsan, bütün güç bende olsun diyorsan… İstediğin kadar “iyilik” mazeretlerine sığın, bütün bunları herkesin yararı için yaptığına inandırmaya çalış; karşındakinde kötülük yapma korkusu varsa göstereceği inada şaşırır kalırsın…
Bir çuval “mantıklı” laf edersin yaptıklarının iyi olduğunu kabul ettirmek için. Tek cevap alırsın: “Hayırlısı ne ise o olsun”… Kopartamazsın onu o “ilkel korkusundan”…
İşte ben de diyorum ki artık, “iyi olmayı boş versek de olur, ama kötü olmayalım”… Aslında bu kabulün yeni bir tarafı da yok. “İlkeli yaşamak gerekir” derken; “amacın her türlü aracı meşru kılmadığını” söylerken ya da Aliya İzzetbegoviç’in “savaş ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir” sözünü hatırlar alkışlarken biz iyiliğe methiye düzmeyiz. Bütün bu öğütler kötülüğü yasaklar bize…
Bu gözle bakmayı öneriyorum yalnız ve bahtsız ülkemize. Biz iyilikseverlikten yoksun bir toplum değiliz… Asla… Her yer iyiliği misyon edinmiş yiğitlerle kaynıyor bu memleket. Gerçekten inanıyorlar buna. Zaten yaptıkları, onayladıkları, destekledikleri veya görmezden geldikleri öyle şeyler var ki, onların iyilik olduğuna inanmadıkça yapılamaz.
Bizdeki eksiklik iyiliğe olan tutku değil. Kötülük yapmaktan korkan insanların az oluşu bizim meselemiz…
NOT: Ülkemizde olan çok kötü bazı olaylara “olağanüstü şartlardayız olur böyle şeyler” kayıtsızlığıyla yaklaşan birçok insanı gördükçe, uzun zamandır üzerine düşünmeye çalıştığım bir konuydu bu. Daha önceleri “merhamet eksikliği” diyordum buna. Fakat merhameti aşan bir duygu olduğunu düşünüyorum şimdi. Onun için “kötülük korkusundan yoksunluk” u daha çok yakıştırıyorum. Bu yazıyı yazmama ilham veren yazı yine serbestiyet’ten A.Erkan Koca’nın Hannah Arendt’in kitabından alıntılara da yer verdiği “Ahlak düşünebilmektir” makalesi oldu. Okumayanlara bu değerli yazıyı öneririm.