Susacağın zaman, güzel susmasını,
Büyük susmasını, sıkı susmasını bilirsen, halkım,
Sen susunca taşlardan su sızmaya başlar;
Hırsından ağlamak isteyip de ağlayamayan
Ergenlerin sıkılı yumrukları gibi,
Taşlardan şiir
Ve sessizlikten hakikat sızmaya başlar.
Sessizliğini büyütür, büyütür de, o zaman,
Buluta, boraya, sağanağa çevirebilirsin
Ve varoluş, böyle böyle kendini aşıp,
Gün gelir, taşların ağzından konuşmaya başlar,
Taşlar, otlar, ağaçlar hep bir ağızdan
Bağrışırlar o zaman
Senin yerine ve seninle birlikte, halkım!
Konuşacağın zaman gelince de,
İyi konuşmasını, güzel konuşmasını,
Ağır konuşmasını,
Yani az, ama her zaman doğru ve büyük,
Bütünle uyumlu ve tempolu konuşmasını
Ve yeri gelince, büyük, güzel ve yankılı
Bağırmasını bilirsen, halkım,
Sen bağırmaya başlayıca – bugün yaptığın gibi –
Yer yerinden oynar,
Gökler çatırdamaya, dağlar ayaklanmaya,
Asırlık çınar ağaçları, kestane ağaçları
Ayaklarını çıkarıp yüzyıllardan
Senin peşinden yürümeye, koşmaya başlarlar.
Ve herkesin unuttuğu
Yahut vicdan yükünü tapınakta indirip
Geçip gittiği yerden,
Yoksulların çulları, partalları,
Batmış kavimlerin külleri, kemikleri,
Fil Sûresi’nin hurufatı arasından
Havalanan kuşlar, Ebabil kuşları, Yaradan’ın,
İnsanı acı acı güldüren ve ağlatan taşlar
indirmeye koyulurlar yukardan,
Büyük Aklın ve şiirin evine
Tanklarla, fillerle, filolarla yürümeye kalkan
obez uygarlıkların tepelerine.
Taş derken, sekiz sütuna manşetten
Allah’ın laneti, demek istiyorum,
On-line çürük yumurta biçiminde bazen
– Ya da bozuk domates – cehennemden,
Başka ne varsa dünyada ve ahrette
Utanç ve yıkım taşıyan göklerden,
Atarlar, atarlar senin yerine.
Ve hepsinden daha önemlisi,
Hepsinden daha etkilisi de belki,
İnce ince işlemesini bilirsen, halkım,
Elindekini, dilindekini, gönlündekini;
Ustalaştıkça ustalaşırsan yontuculukta
Ve öğreniverirsen, ipek gibi, su gibi
İnceltmesini dilini, fikrini, kendini,
İncelerek, arınarak dirilmesini,
O zaman, gün gelir, yonta yonta, kendi içinden
İbrahim çıkarırsın, Sokrat çıkarırsın,
Belki Zülkarneyn çıkarırsın;
Yonta yonta dilinin kemiğini,
Yonta yonta taşları, sözcükleri
Bahar göğü gibi gülümsetir,
Hayata benzetirsin, sanata benzetirsin,
Gönle sığmayan sevdaya,
Göğe sığmayan duaya benzetirsin onları;
Mazlumların gözyaşı vadisinde
Demiri ve bronzu eritip akıtırsın, sözgelimi,
Ve çare kalmazsa, sele çeviriverirsin onları,
Bir gedik, bir kapı açmak için göğsünde
Şiirsiz, insansız, Allahsız uygarlığın!
Daha da olmuyorsa,
Zülkarneyn’in seddi gibi bir şiir yükseltmek,
Ve bir şamar aşketmek için suratına, kof hamasetin,
Sahte vatanseverliğin ve pişkin ihanetin,
Akıldan öteye, ölümden öteye,
Yokuş yukarı akıtırsın Büyük Hayat’ı!
Öyle bir hayat, öyle bir şiir ırmağı,
Öyle bir hikmet çağıltısı ki,
Ateşe göğüs germesini biliyor, İbrahim gibi,
Ve ateşin içinde horon tepmesini
Seninle birlikte ve senin yerine, halkım!
25 Haziran 2008