Kazasız belasız ligi tamamladık çok şükür. İlk dört sıradaki takımlara dair Bir Z Raporu çıkarmanın vaktidir.
Süper Lig’in futbol kalitesi, ne yazık ki her yıl olduğu gibi, düşüktü. Bizi bizden alan, bizi kendimizden geçiren bir oyun seyretmedik. Gözümüzü sahadan ayıramadığımız, ekran başına çakılıp kaldığımız maçlar, çok nadirdi. Ezber bozan, dudak uçuklatan, futbola bir yenilik katıp gözlerimizi fal taşı gibi açan bir oyun kurgusuna ya da taktik açılıma da, maalesef, şahit olmadık.
Lakin mücadele had safhadaydı. Kıran kırana maçlar oynadı. Altta ve üstte heyecan bitiş düdüğüne kadar taşındı. İlk defa, üç takımın şampiyonluk şansının olduğu bir son hafta yaşadık. Nefes nefese bir yarışın içinde kaldık, ipi önde göğüsleyeni foto-finiş (gol averajı) belirledi. Ligin dibinde ise, Denizli’nin haricinde erken havlu atan olmadı; bir alt ligin yolunu tutanlar 41 ve 42. haftaların soncunda belirlendi.
Sıkışık bir takvimdi. Sahada olmasa da televizyonun karşısında futbola doyduk. Lig, Türkiye kupası, Avrupa kupaları ve milli maçlar derken bir vakitler çok özendiğimiz bir hal gerçekleşti ve takımlarımız da üç günde maç eder oldular. Doğrusu pek de sırıtmadılar; doğru bir programlama yapıldığında bu zorlu şartlara da uyum sağlayabileceklerini gösterdiler.
Arife ve bayram
Uzun maratonu, Sergin Yalçın’ın Beşiktaş’ı ilk sırada bitirdi. Bana kalırsa, hak yerini buldu; zira BJK ligin en iyi, göze en hoş gelen topunu oynayan takımıydı. Sezon başında, İstanbul’un üç büyükleri arasında şampiyonluk için adı en az geçen takım olmasına karşın BJK, lige damga vurdu.
Eğer son beş-altı haftadaki bocalama olmasaydı, Yalçın’ın ekibi fişi daha önce çekmiş olurdu. Ancak muhtemelen sakatlıklardan, hastalıklardan ve stresten kaynaklanan bu bocalama hiç yoktan Galatasaray’ı ve Terim’i şampiyonluk potasına soktu. Yine de bir yöneticinin veciz ifadesiyle BJK, arifeyi gösterdi ama bayramı göstermedi.
Sergen Yalçın, gerçekten büyük bir futbolcuydu. Top ayağına yakışır, seyir zevki verir, futbolseveri büyülerdi. Yeteneklerine ihanet ve kendine haksızlık etmeseydi, sadece Türkiye’de değil dünya futboluna da adını nakşedecek çapta bir topçuydu. “Koşsaydım Real Madrid’de oynardım” diyordu, keşke koşsaydı da Eflatun-Beyazlı formayı giyseydi!
Aslan payı
Müthiş futbol zekâsını, şimdi hocalıkta işletiyor Yalçın. Geçen yılın ortasında takımı devralmıştı. Dolayısıyla 2020-2021, onun ilk gerçek sezonu ve o ilk sezonunu iki kupa ile kapattı. BJK’de futbolcu ve teknik direktör olarak şampiyonluk ilk kişi olarak efsanesini katladı.
Onun bu başarıya ulaşmasında tüm takımın payı var elbette. Atiba, olağanüstü bir çaba gösterdi. Josef beklentileri aştı. Larin, belki de kendisinin bile beklemediği ölçüde verimli oldu. Aboubakar, sağlıklı olduğunda gol yükünü sırtladı. Ersin ve Rıdvan, kendilerine güvenenleri mahcup etmediler, sorumluluklarını hakkıyla yerine getirdiler. Başlarda sert eleştirilere uğrayan Wellington ve N’Sakala DA zamanla ritimlerini buldular, defansta güven verdiler.
Yani herkes elinden geldiğince katkı sundu. Ama “Şampiyonluğu futbolculardan birine yaz” deseniz, ben Rachid Ghezzal’ı işaret ederim. Lyon, Monaco, Fiorentina ve Leicester City geçmiş olan Cezayirli futbolcu, parmak ısırtan bir grafik çizdi. Sakince takımın liderliğini ele aldı, golleri ve asistleriyle takımını taşıdı. Belki biraz abartmak pahasına onun bu sezon için nerdeyse bir Alex, bir Hagi seviyesine çıktığını söylemek mümkün. Velhasıl, aslan payı Ghezzal’ındı, bunu teslim etmek gerek.
Halının altı
Sergen Yalçın yılında GS, ligi ikincilikle tamamladı. Camia pek memnun olmadı. Haziran’da yeni bir yönetim seçilecek ve herhalde takımın yeniden kurgulanması gerekecek. GS’de halının altına sürülen bir Fatih Terim problemi var. Terim, mevcut pozisyonu ile yetinmeyen bir egoya sahip; yalnızca futbol takımını değil bütün bir kulübü yönetmek istiyor, bu da yönetimler ile Terim arasında sürekli var olan ve bazen de açığa çıkan gerilimlere yol açıyor. GS de Terim de bir karar vermeli; Terim ya saha kenarında kalmalı ya da eşofmanlarını çıkarıp takım elbiselerini giymeli. “Kulübe de benim olsun, başkanlık koltuğuna da ben hükmedeyim” olmaz!
FB çok geniş bir kadro kurmasına karşın yanlış hoca tercihleriyle mutluluğunu tekrar bir başka bahara bıraktı. Takımın en son kupaya uzandığı 2014’ün üzerinden yedi yıl geçti. Büyük umutlarla başkanlığa gelen Ali Koç’un ilk dönemi de hayal kırıklığı yarattı. Taraftarın tahammül eşiği daralıyor. Fiyakalı cümleler günü kurtarmıyor. Zirveye erişememeyi hep dış güçlere (hakemlere, federasyona, yayıncı kuruluşa, vb.) yükleme alışkanlığı, artık kimseyi kesmiyor. Dolayısıyla yeni sezonda olası bir başarısızlık, Koç’un tükenmez sanılan kredisini de sorgular hale getirebilir. Sarı Kanarya, başarıya mecbur olduğu bir döneme giriyor!
“O sene bu sene”
Trabzonspor, geçen yıl işler iyi giderken bir çalkantı yaşadı, Ünal Karaman’ın ayrılmasından sonra teknik direktör seçiminde isabet kaydetmeyince, koca bir yılı heba etti. Sezonun başlarında TS dağıldı, puan tablosunda alışık olmadığı sıralarda görünür oldu. Abdullah Avcı, gelir gelmez takımı toparladı. Önce yolgeçen hanına dönene defansa bir çeki düzen verdi; ligin en çok gol yiyen takımından ligin en az gol yiyen takımını çıkarttı. Ara transferde iki nokta atışıyla –Bakesetas ve Berat- takımı güçlendirdi. Sonradan ekibinin oyunu geliştirmeye odaklandı.
Sezonu dördüncü olarak bitirdi TS. İlk haftalardaki feci vaziyete bakılırsa, bu netice bir başarı sayılabilir. Doğrusu, bazı final maçlarında –içerdeki FB ve dışardaki GS maçları gibi- galip gelseydi, TS’nin öyküsü farklı yazılabilirdi. Fakat geriye dönmenin bir yararı yok, ileri bakmak lazım! Takımın iskeleti iyi; avcı ile takımın ve şehrin kimyası da tuttu. Eksik bölgelere –bilhassa bekler ve forvet- yapılacak doğru takviyeler, gelecek sezonu TS’nin sezonu yapabilir.
Gerçi biz her seneye “o sene bu sene” şiarıyla gireriz ama o sene gerçekten bu sene olabilir. Daha doğrusu artık olsun!