Ana SayfaYazarlarBir şairi yaşatmak

Bir şairi yaşatmak

 

Bu hafta Serbestiyet’te bir Nâzım Hikmet yazısı çıksa diye gönlümden geçti. Malum, geçtiğimiz günlerde yine bir horoz dövüşü yaşandı; onların lanet şairi ile bizim dev şairimiz, devlet ve bayrak düşmanı ile cumhuriyet aydını uçları arasında gidip gelindi. Senin benim derken, bizimki faydalıdır seninki zararlıdır diye atışırken bir kez daha esası kaybetme noktasına geldik.

 

Nâzım Hikmet hakkında söylenmemiş bir söz, yapılmamış bir edebi analiz, paylaşılmamış bir bilgi kalmış mıdır bilemiyorum. Ancak onun gibi değerli kişilikleri yaşatabilmek haklarında konuşmaya devam etmek ve eserlerini daha iyi anlamaya çalışmaktan geçiyor. Üstelik herhangi bir konuda dün konuşmakla bugün konuşmak arasındaki farkı da yadsımamak lazım, ne de olsa ölümsüz şairlerin dizelerinde her gün yeni bir şey bulabiliyor insan.

 

Serbestiyet yazarları arasında en esaslı Nâzım Hikmet yazısını yazabilecek kişi olduğumu zannetmiyorum, onu benden çok daha önce okuyan, tanıyan, hayatını detaylarıyla yakından bildiğini tahmin ettiğim yazarlarımız var. Böyle bir iddia içinde olmadığımdan ben de Nâzım Hikmet üzerine bugünkü tartışmalar nerelerde yoğunlaşıyor diye bakmaya karar verdim ve Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’ne başvurdum. Bir süre önce bu siteye bakarken Merkez’in Günümüz Şairlerinde Nâzım Hikmet Etkisi başlığı altında bir sözlü tarih projesi yürüttüğünü görmüştüm.

 

Projenin amacı farklı kuşaklardan şairlerle derinlemesine görüşmeler yaparak Nâzım Hikmet’in şiir dünyamızda bıraktığı izleri tüm yönleri ile tespit etmek olarak tanımlanıyor. Halen devam eden projede 50 şairle görüşme yapılmış durumda, bu görüşmelerden 8 tanesi ise video olarak siteden izlenebiliyor. Geçen hafta boyunca bu sekiz videoyu izledim, – ilgi duyanlara tavsiye ederim – hem Nâzım Hikmet hem de Türk şiiri hakkında zengin içerikli bilgiler, yorumlar dinlemek mümkün. Haydar Ergülen, Tuğrul Tanyol, Betül Dünder, Nilay Özer, Enver Ercan, Hilmi Yavuz, Cevat Çapan ve Murathan Mungan ile yapılan görüşmelerden oluşan bu video serisi en yakında zamanda genişletilmeli, diğer görüşmeler de yayına alınmalı.

 

Yukarıda ismi geçen şairlerin Nâzım Hikmet hakkındaki en dikkat çekici yaklaşımlarından biri hepsinin ona Nâzım diye hitap etmesi. İçlerinde sadece Cevat Çapan’ın kendisi ile tanışıklığı olmuş ama o da ismiyle hitap edecek kadar samimi değil. Yine dikkat ettim konuşmalarda başka hiçbir şaire bu şekilde hitap edilmiyor. Bunun bir sebebi var elbette, o da bütün bu şairlerin önce bir şiirsever sonra bir şair olarak Nâzım Hikmet’in yazar kimliği ile kişisel bir yakınlık kurmaları, kendi iç dünyalarında ve yazın serüvenlerinde ona özel bir yer açmış olmaları. Betül Dündar bu durumdan bahsederken Nâzım Hikmet’in “imgesinin çok kuvvetli bir çekimi” olduğunu ve ona “bir dost, özümsenmiş bir benlik” olarak yaklaşıldığını vurguluyor.

 

Bu yakın ilişkinin altında yatan en önemli sebeplerden biri Nâzım Hikmet’in şiirinden öte insanlığına atfedilen değer. Her şeyden önce kendine, yani kendi duruşu ve düşüncelerine sadık kalması, ahlâkından ödün vermemesi, farklı olmayı ve bunun sonuçlarına katlanmayı göze alması, güce biat etmemesi takdir edilen özellikleri. Bazı açılardan eleştirilen yönleri de var elbette; mesela kadınlara bakışı ve yaklaşımı, başka yazarları değerlendirmesi veya hayatında attığı bazı adımlar açısından. Ancak bütünüyle bakıldığında Haydar Ergülen’in deyimiyle “bir insanlık abidesi” denecek kadar iyi bir örnek teşkil ediyor konuşmacıların zihninde.

 

Buradan Türk şiirine etkisi ve şiire getirdiği yenilikler konusuna geliniyor. Tüm konuşmacılar Nâzım Hikmet’in Türk şiiri için yeni bir dönem başlattığını, şiirde her şeyin, her türde yazılabileceğini göstererek Türk şiirinin içinde olduğu sıkışmanın önünü açtığını belirtiyor. Deneyselliği, şiirle yapılabilecek her şeyi yapmasına sebep olarak görülürken, bilindik şiir metodu dışında rubailer, anlatı şiirleri ve destanlardan oluşan çok geniş bir skalada yazması dâhiyane bulunuyor. İşte bu noktada çok önemli bir özelliği var Nâzım Hikmet’in: gelenekseli bilmesi, gelenekselden faydalanması ve yeniyle birlikte kendi eserlerine yansıtabiliyor olması. Yani divan ve halk edebiyatını birlikte kullanarak yeni bir yazınla ortaya çıkması. Kendi geleneğine sahip çıkarken dış dünyaya da açık olması, batıdaki akımları takip etmesi, Rusya’daki fütürizm akımından beslenmesi ve dengeli bir birliktelikle Türk şiirine üzerinde yükselebileceği yeni bir zemin sunması onu büyük şair kılıyor.

 

Ve belki de en önemli özelliği modernist yaklaşımı olarak görülüyor; bu yenilikleri şiirine taşırken hem birey olarak yazabilmesi hem de toplumcu gerçekliğin taşıyıcılığını üstlenmesi aydınlanmacı bir tavır olarak okunuyor. Sonuç olarak Türk şiirinin bağımsızlaşması ve serbestleşmesinde yadsınamayacak kadar büyük bir payı olduğu herkes tarafından teslim ediliyor.

 

Bütün bunlar bir yana, benim bu yazıda esas öne çıkarmak istediğim mesele aslında geçtiğimiz günlerde yaşananların sebebi olan konu; yani kutuplaşma, kamplaşma ve kategorik ayrışma halimiz. Nâzım Hikmet ve onun gibi önemli toplumsal değerlerimizi ya çok seviyoruz ya nefret ediyoruz. Ya bir fanatizm yaratıyoruz, ya da lanetliyoruz. Ya bizim oluyor, ya onların. Bizim adamımız ise çoğu zaman tam da anlamadan sahipleniyoruz, laf söyletmemek adına bir tanrı haline getiriyoruz, kendi zihnimizde bile eleştirmekten imtina ediyoruz. Yüceltiyoruz, putlaştırıyoruz ve insanlıktan çıkartıyoruz. Benzer şekilde diğer kamp da anlamadan nefret ediyor, lanetliyor ve yine insanlıktan çıkartıyor. Ve bunu toplumda öne çıkan birçok şahsiyet için çok sık yapabiliyoruz.

 

Nâzım Hikmet açısından da bu hep böyle oldu. Şiirlerinin özünden ve anlamından, Türk şiirine olan katkısından ve etkisinden, vermeye devam ettiği ilhamdan ve belki her şeyden önemlisi şiirinden aldığımız zevkten bahsetmek yerine toplum ona hâlâ komünist şair penceresinden bakmaya devam ediyor. Sadece sol çevre tarafından yüceltildikçe ve salt bir Cumhuriyet aydını olarak sahiplenildikçe komünist bir şair olarak kalmaya ve Türkiye’deki kamplaşmaya alet olmaya da maalesef devam edecek.

 

Bunun önüne geçmek için, Hilmi Yavuz’un deyimi ve diğer şairlerin de paylaştığı gibi, “Nâzım Hikmet eserlerinin ideolojik tahakkümden kurtarılması” gerekiyor. Üstelik bu konunun Türkiye iç dinamiklerini aşan bir tarafı da var. Dış dünyada Türk edebiyatına bakış açısından bizlerin siyasetin dışına çıkabilen açılımlar yapması gerekiyor. Türk şair denilince istisnasız en önce ve en çok ismi söylenen Nâzım Hikmet’in dünya çapında yaşamaya devam edebilmesi için de farklı okumalara açılması lazım. Tuğrul Tanyol’un sözleriyle “artık komünizm bitti, Nâzım Hikmet’in etrafındaki komünist pullar düştü, ortada şair kaldı”.

 

Ve ortada kalan şair çok değerli; çünkü bugün hâlâ şiirlerini zevkle, duyguyla okumaya devam ediyoruz. Çünkü o bugün hâlâ birçok şair nezdinde kendi seslerini bulmak için bilge bir kaynak, bir pusula. Çünkü Türk şiirinin serbestleşmesinin önünü açan şair olarak hem edebiyatçılar hem de toplum tarafından geleceğe taşınması gereken değerli bir birikim. Enver Ercan’ın deyimiyle Türk şiirinin genetiğine işlemiş yaratıcı bir deha. Nâzım Hikmet’i etrafını saran hayaletlerden kurtarıp, tekrar insanlaştırmamız gerekiyor, başka toplumsal değerlerimiz gibi.

 

- Advertisment -