AK Parti iktidarı, 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL kapsamında çok sayıda KHK çıkardı. 688 sayılı KHK diğerlerinden farklı olarak her kesimden tepki çekti. Yüksek tepkinin sebebi, kamuoyunca tanınan ve FETÖ ile ilişiği olmadığı herkesin malumu olan çok sayıda akademisyenin üniversitelerindeki görevlerinden topluca ihraç edilmiş olmalarıydı. Kanaatimce, KHK’ların kullanımına yönelik birikmiş bir tepki de bu vesileyle açığa çıktı.
686 Sayılı OHAL KHK’sı üzerinden, tepkilere yol açan sorunların neler olduğuna bir göz atalım.
İlk olarak, OHAL KHK’sı için geçerli olan sınırlama ihlal edilmekte. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, iktidar darbecilerle ve darbenin faili olan FETÖ ile mücadele için OHAL’i talep ve ilan etti. Ne var ki kısa bir süre içinde neredeyse her şey OHAL KHK’ları ile düzenlenir oldu. Rektör seçimleri, Varlık Fonu’na girecek kıymet ve hisseler, öğrenci etüt merkezleri, kamulaştırmaya dair düzenlemeler, seçim yasakları ve bazı bildirilere imza atan akademisyenlerin ihracı gibi, darbe girişimi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan her konu OHAL KHK’ları ile düzenlenir oldu.
İktidarın OHAL KHK’larına ilişkin sınırlamaya uymaması üç bakımdan sorun oluşturuyor.
Problemin ilk boyutu bu icraatın Anayasaya aykırı olması. Anayasanın 121. maddesinin 3. Fıkrası, “olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir” şeklinde (italikler benim). Bu fıkra ile OHAL KHK’sı, açıkça OHAL’in ilan sebebi ile sınırlandırılıyor. Bu sebeple, söz konusu KHK’lar anayasaya ve hukuka aykırı görünüyor.
KHK’ların darbe dışı alanlarda kullanılmasındaki ikinci boyut, bu yolla Meclisin bypass ediliyor olması. Darbe girişimiyle ilişkili alanlarda hızlı ve sert önlemler almak gerekiyordu. Zaten iktidar bu sebeple OHAL talep ettiğinde, kamuoyunun büyük bir kısmı bu talebi makul gördü ve destekledi.
Ancak düzenleme yapılması gereken her konuyu KHK’ya almak, sadece anayasaya aykırı değil, demokratik usul ve işleyişe de aykırı. OHAL ilânıyla ilgili olmayan diğer konuların olağan yöntemler ile çözülmesi, Mecliste görüşülmesi, tartışılması ve olağan prosedüre uygun şekilde ele alınması gerekir. Böylece, düzenlemeler yapılmadan önce kamuoyu yeterince bilgilenmiş, karşılıklı görüşlerle mesele tartışılmış ve nihayet bir karara varılmış; darbecilerin hedef aldığı Meclis de demokratik şekilde işletilmiş olur.
OHAL KHK’larının darbe girişimi dışında kullanılmasındaki üçüncü boyut, AK Parti’nin kamuoyuna ve seçmene verdiği sözü tutmamış duruma düşmesi. Sözünde durmamış olmak, AK Parti gibi hem toplumun geniş kesimlerince desteklenen, hem de iktidar olan bir partinin marka değerini düşürecek bir durum. Ayrıca, ülkedeki siyasi kültürün olumsuz şekillenmesi, siyasetçilere ve siyasete olan güvenin eskiden olduğu gibi tekrar zayıflaması türünden, hepimizi ilgilendiren sonuçları da olacak.
686 Sayılı OHAL KHK’sı ile ilgili ikinci sorun, (adil) yargılanma hakkının ihlâl edilmesi. Bırakın adil yargılanmayı; herhangi bir şekilde yargılanma hakkı tanınmadan, insanlar terör örgütüne destek olmak veya terör/terör örgütü propagandası yapmak gibi suçlamalar üzerinden, sırf idari kararlarla işten atılıyor, görevlerinden ihraç ediliyor.
Söz konusu suçları bir bildiriye imza atmak yoluyla işledikleri, idare tarafından kabul edilmiş ve bu “kanıt” doğrultusunda işlem yapılmış görünüyor. İnsanların suçluluğu mahkeme tarafından kesinleşmeden işlem yapılması, idarenin kendini adeta ilk ve son yetkili mahkeme yerine koyarak böyle bir karar vermesi, hem adalete hem hukuka aykırıdır. Eğer bir suç şüphesi görülüyorsa, öyle bir suç bulunup bulunmadığına mahkemelerin karar vermesini beklemek gerekirdi.
686 sayılı OHAL KHK’sı ile ilgili üçüncü temel sorun, düşünce ve ifade hürriyeti ile ilişkili. Söz konusu bildiri yanlı olduğu, hakkaniyet gözetmediği, ortaya çıkan şiddette PKK’nın rolü ve eylemlerini görmezden geldiği, ahlâken sorunlu olduğu veya sağlam olmayan bir analize dayandığı gibi çeşitli açılardan (ve haklı olarak) eleştirilebilir.
Bildiri hakkında “PKK şiddetini görmeden devleti şiddet kullanmakla eleştirmek veya suçlamak” şeklinde bir değerlendirme yerinde olur. Lakin böyle bir değerlendirmeyi terör propagandasına uzatmak için hayli zorlamak gerekir. Bildiride açık ve doğrudan bir terör övgüsü veya terör örgütü övgüsü bulmak pek mümkün değil. Ancak dolaylı yoldan, ima yoluyla veya bir alt-metin okumasıyla, böyle bir “övgü” çıkarsanabilir.
Kaldı ki 686 sayılı KHK ile ihraç edilenler arasında, sadece “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriye imza atanlar değil; bu bildiriye imza atan akademisyenler hakkında idari ve cezai soruşturma açılmasını protesto eden ve eylemin ifade hürriyeti kapsamında görülmesi gerektiğini belirten ikinci bir bildiriye imza atanlar da bulunmakta.
Böylece ilk bildiriye imza atanların terör örgütü propagandası yapmakla suçlandığını kabul edersek, ikinci bildiriye imza atanların tam olarak neyle suçlandıkları dahi belli değil. İlk bildirideki “suç kanıtı” tavşanın suyu ise, ikinci bildiriye imza atmak adeta tavşanın suyunun suyuna dönüşmüş oluyor.
Unutulmaması gerekir ki ifade hürriyeti, öncelikle iktidarın hoşuna gitmeyen, iktidarı eleştiren, suçlayan, huzursuz eden veya öfkeye düşüren tartışmalı fikir ve görüşler için gereklidir. Can sıkmayan, hemfikir olunan, hoşa giden veya etki yaratmayan eleştirilerin zaten ifade hürriyeti korumasına ihtiyacı olmaz.
İfade hürriyetini savunan bir metnin suç olarak görülmesi, durumu iyice dramatik hale getiriyor. Bütün bu işlerdeki ironi ise, ifade hürriyetinin korunması ve genişletilmesi konusunda AK Parti’nin bir zamanlar statükoyu karşısına alma pahasına pek çok önemli ve ileri adım atmış olması.
686 sayılı KHK’daki dördüncü temel sorun, Kürt meselesinde önceden izlediği politikayı tamamen değiştiren iktidar partisinin, akademisyenler, gazeteciler ve yazarlardan da yeni politikaya uygun pozisyon almasını talep ediyor veya onları buna zorluyor izlenimi yaratmış olmasıdır. Demokratik bir rejimde bu olağan ve makul bir beklenti değil.
Birkaç yıl önce, henüz iktidarın politika değişikliğine gitmediği bir sırada, Kürt meselesinde sergilenen belirli bir esneklik ve özgürlük vardı. Bu esneklik ve özgürlük ansızın ortadan kaldırıldı. Önceden suç olarak görülmeyen fikirler, ifadeler veya eylemler birden bire suç olarak tanımlanır oldu. İktidarın yeni politikası çerçevesinde suçlananlar, haklı olarak, Kürt meselesiyle ilgili çok daha “radikal” fikir, ifade veya eylemlerin Çözüm Süreci döneminde AK Partililer ve/ya AK Partiyi destekleyen pek çok aydın ve gazeteci tarafından dillendirildiğini söylüyorlar. Bir ülkede neyin suç olup neyin suç olmadığı, iktidar partisinin izlediği politikaya bağlı olarak değişmemeli.
Örneğin geçenlerde Hasan Cemal, Fehman Hüseyin’le yaptığı röportajdan alıntıları yazısında kullandığı için terör propagandasından hapse mahkum edildi. Oysa daha yakın bir geçmişte bu tür yazılara ceza verilmiyordu. Çözüm Süreci devam ediyor olsaydı, muhtemelen buna da verilmezdi.
686 sayılı OHAK KHK’sı ile ilgili bahsedilmesi gereken son problem, akademideki muhaliflere yönelik siyasi bir tasfiye görüntüsü vermesi. İlk bildiri imzacılarına baktığımızda, genel olarak sol veya sol-Kemalist olarak tanımlanabilecek muhalif kesimleri görüyoruz. Dolayısıyla işine son verilenlerin büyük bir kısmı iktidar partisinin ideolojik karşıtlarından oluşuyor.
Her ne kadar akademide ideolojik temelli bir tasfiye yapılıyor kanaati kamuoyunda oluşmuş olsa da, ikinci bildiri imzacıları arasında İslamcı ve muhafazakâr gelenekten gelen kimseler de bulunuyor. Dolayısıyla eğer bir siyasi tasfiye endişesi varsa, bu, ideolojik temelli olmaktan ziyade, muhalif olan herkese yönelik bir karaktere bürünüyor.
Demokratik bir rejimde, insanlar iktidar politikaları ile uyumlu pozisyon almıyorlar, iktidarın politika ve icraatlarına muhalefet ediyorlar ve iktidarın rızası ve onayı aksine bildiriler yayınlıyorlar diye cezalandırılamaz.
* * *
İşte, yazı boyunca sıralamaya ve açıklamaya çalıştığım bu tür sorunlu alanlar sebebiyle, 686 sayılı OHAL KHK’sı diğerlerinden farklı olarak kamuoyunda yoğun ve sert bir tepkiye yol açtı.
Tepkiler karşısında iktidar cephesinden “bazı hataların olmuş olabileceği… bunların düzeltileceği… listenin YÖK’e geri gönderileceği” gibi değerlendirmeler geldi. Umarım 686 sayılı KHK vesilesiyle, geçici ve kişi bazlı, idari takdir kabilinden “düzeltimler” yerine, demokrasi, hukuk ve ilkeler referanslı bir hamle yapılabilir.