Ana SayfaYazarlarDemokrasiyi zehirlemek (*)

Demokrasiyi zehirlemek (*)

 

Türkiye’de uzunca bir aradan sonra “parti kapatmak” yeniden gündeme geldi. Çünkü adında “Kürdistan” ibaresi olan dört partinin kapatılması ihtimali var. Kürdistan ismiyle kurulan ilk parti olan Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP) hakkında kapatma dâvâsı süreci Ekim 2017’de başlamıştı. Ardından Kürdistan Komünist Partisi (KKP), Kürdistan Sosyalist Partisi/Partiya Sosyalîst a Kurdistanê (PSK) ve Kürdistan Özgürlük Partisi/Partiya Azadîya Kurdistanê (PAK) de kapatılma tehdidi altına girdi.  

 

Bunlardan PAK ile ilgili olanını daha yakından takip edebildim. PAK, 19.10.2014’te kuruluyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, önce 11.02.2015’te PAK’a — başta ismindeki Kürdistan ibaresini kaldırmak olmak üzere — tüzük ve programını ilgili mevzuata uydurması yönünde ihtarda bulunuyor. PAK, ihtara konu olan talepleri, evrensel hukuk ilkelerine ve uluslararası anlaşmalara aykırı olduğundan bahisle reddediyor. Başsavcılık, bunun üzerine Anayasa Mahkemesi’nden PAK’ın kapatılmasına karar verilmesini istiyor.

 

“Kürdistan, hemen şimdi!”

 

PAK, tüzüğünün 2. maddesinde Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı için mücadele edeceğini ve bu hakkın konfederasyon, federasyon veya bağımsız bir devlet şeklinde gerçekleşebileceğini belirtiyor. Tüzüğün 3. maddesi, Kürtlerle aynı coğrafyayı paylaşan tüm azınlıkların etnik, kültürel ve demokratik haklarının tanınmasını taahhüt ediyor ve azınlıkların yönetim organlarında etkin bir temsilinin sağlanması için pozitif ayrımcılığı öngörüyor. “Üyenin görevleri” başlığını taşıyan tüzüğün 5. maddesi, ‘Kürdistan halkının insanlık mücadelesinin adalet ve özgürlük bayrağı” olarak tanımladığı PAK’a üyeliği büyük bir onur olarak niteliyor.

 

Partinin programının kapak kısmında “Kürdistan, Hemen Şimdi!” sloganı yer alıyor. Programın giriş kısmında PAK’ın Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de Kürt ve Kürdistan sorununun çözümünü hedeflediği ifade ediliyor. Geniş sayılabilecek parti programında, sosyolojik ve tarihsel tahliller yapılıyor. Kürdistan’ın bölünmüşlüğüne dikkat çekiliyor. Güney Kürdistan’daki siyasi gelişmelere değiniliyor. Hangi statü (konfederasyon, federasyon, otonomi veya bağımsızlık) olursa olsun Kürdistan’da yönetimin ve sosyal yaşamın demokratik esaslara göre tanzim edileceği vurgulanıyor. Partinin güncel demokratik hedefleri (anadilde eğitim, düşünce ve ifade özgürlükleri önündeki engellerin kaldırılması, Kürt milletinin varlığının ve haklarının anayasal güvence altına alınması) belirleniyor, vs.        

 

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü

 

Başsavcılık, PAK’ın hemen her maddesinde Kürt ve Kürdistan ibaresi geçen bu tüzük ve programının Anayasayı ve Siyasi Partiler Yasasını (SPY) açıkça ihlal ettiğini belirtiyor. Kapatma talebini de Anayasanın 3 ve 68/4 maddeleri ile SPY’nın 78, 79/a, 80, 81, 82, 83 ve 96. maddelerine dayandırıyor. İlgili yasa maddeleri, kısaca, Türkiye’de siyasi partilerin Türk dilinden ve kültüründen başka dil ve kültürleri korumak ve geliştirmek yoluyla azınlık yaratamayacaklarını; din, dil, ırk, mezhep ve bölge adlarını alamayacaklarını içeriyor. Bahse konu Anayasa maddeleri ise, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü vurguluyor ve siyasi partilerin buna aykırı faaliyette bulunamayacağını hüküm altına alıyor.

 

Başsavcılık, PAK’ın “programının büyük bir kısmında Kürdistan devleti ibaresi kullandığını, bağımsız veya federe bir devlet kurmak ve farklı bir dil kullanmak amaçlarını taşıdığını,  belirli bir azınlığı öne çıkaran” ifadelere başvurduğunu söylüyor. Bütün bunların “devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünme bütünlüğüne, diline, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırılıklar” taşıdığını düşünen Başsavcılık, SPY’nin 101/a maddesi uyarınca PAK’ın kapatılmasına karar verilmesini talep ediyor.

 

Siyasi partiler mezarlığı

 

Son dönemlerde seyrekleşse de Türkiye’de çok sayıda siyasi partinin kapısına mahkeme kararıyla kilit vuruldu. 1961 Anayasası ile birlikte siyasi partileri daha korunaklı kılmak için parti kapatma davalarında Anayasa Mahkemesi (AYM) yetkili kılındı. Lakin AYM, parti kapatma davalarında özgürlükçü bir perspektifi değil devlet merkezli bir ideolojiyi benimsedi. Bunun sonucu olarak da 1961 Anayasası döneminde 7, 1982 Anayasası döneminde ise 22 partinin kapatılmasına karar verdi.

 

Kapatılma kararlarına damga vuran iki neden var: Biri, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne aykırılıktır. Diğeri ise, laik cumhuriyet ilkelerine aykırılıktır. Gerek “bölünmez bütünlük” ve gerek “laik cumhuriyet” kavramları, muğlak kavramlardır. AYM de bunları dar ve aşırı yasaklayıcı bir bakışla yorumladı. Böylece demokratik mekanizmalarla mevcut sistemde bir değişikliği savunan partiler dahi kapatılmaktan kurtulamadı. AYM’nin bu anti-özgürlükçü yaklaşımı, toplumsal düzeyde sorunların çözümüne herhangi bir katkı sunmadı. Aksine problemleri daha karmaşık bir hale getirdi ve Türkiye’yi bir siyasi partiler mezarlığına çevirdi.

 

Otoriter siyasi hava

 

Parti kapatma davaları — teknik hukuki boyutları olsa da — çoğunlukla siyasi atmosferle sıkı sıkıya bağlantılı davalardır. Dolayısıyla bu tür davaların açılmasında ve partilerin kapatılması ihtimalinin belirmesinde Türkiye’nin iki-üç yıldır solumakta olduğu otoriter havanın belirleyici olduğu unutulmalıdır. Eğer Türkiye, çözüm süreci dönemindeki iklimini korusa ve geliştirse, muhtemelen bugün böyle bir mesele tartışılıyor olmazdı.

 

Hukuki olarak ise bahusus Anayasanın 90. maddesinin üzerinde durulmalıdır. Başsavcılık, Anayasanın 3 ve 68/4 maddesine atıf yapıyor ama 90/5 maddesini görmezden geliyor. Anayasada 2004 yılında yapılan değişiklikle “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas” alınacağı kabul edildi.

 

Son derece mühim bir değişiklikti bu. Zira buna göre; Türkiye mahkemeleri temel haklara ilişkin konularda uluslararası insan hakları antlaşmalarını, bilhassa AİHS hükümlerini ve AİHM içtihatlarını iç hukuka oranla öncelikle uygulamakla yükümlü kılınıyorlardı. Parti kapatma davaları da bu kapsamdadır; dolasıyla bu davalarda da AİHS’ne ve AİHM’nin kararlarına bakılması lazım gelir.

 

“Demokratik toplum düzeninin gerekleri”

 

 AİHS; “toprak bütünlüğünü” ifade ve siyasal faaliyette bulunma özgürlüğünün sınırlanmasında başvurulacak gerekçelerden biri olarak görür. Ancak buna dayanarak bir kişinin ya da partinin ifade özgürlüğünün sınırlanması için, sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olması ve ölçülü olması gerekir.

 

Bir partinin programında ve tüzüğünde genel kabullerin dışında kalan, toplumun bir kısmını şoke eden radikal talepler bulunabilir. Ancak tek başına bu durum bir partinin kapatılmasını haklı kılmaz. AYM’nin 2008’deki HAK-PAR kararında ifade ettiği gibi,  böyle bir söylemin “demokratik yaşam için doğrudan açık ve yakın bir tehlike oluşturmaması durumunda, ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı” kabul edilmelidir.

 

Siyasi partilerin kapatılmasında asıl belirleyici faktör, partinin şiddet karşısındaki pozisyonu ve şiddetle ilişkisidir. Avrupa Konseyi’nin anayasal konulardaki danışma organı olan Venedik Komisyonu, 1999’da hazırladığı bir raporda parti kapatma mevzuunda iki kriter belirtir. Rapora göre siyasi partilerin yasaklanması “ancak demokratik düzeni devirecek, böylece anayasanın güvence altına aldığı hakları ve tahrip edecek bir siyasal araç olarak şiddet kullanımını savunan ve şiddet kullanan partiler bakımından haklı görülebilir. Bir partinin anayasanın barışçıl yöntemlerle değiştirilmesini savunması, tek başına, onun yasaklanması veya feshedilmesi için yeterli değildir.”   

 

Demokratik ilkelerle uyumlu siyasal proje

 

AİHM, bu iki kritere ek olarak, Refah Partisi (RP) Davasında oluşturduğu ve Halkın Emek Partisi (HEP) Davasında teyit ettiği bir üçüncü kriter ortaya koyar. O da, ilgili siyasi partinin siyasal projesinin demokrasinin temel değerleri ile bağdaşmaz olmamasıdır. AİHM, 2002’de verdiği HEP/Türkiye kararında bu kriteri şöyle açıklar:

 

“Bir siyasi parti, kanunlarda veya devletin hukukî ve anayasal yapılarında bir değişiklik için iki şartla kampanya yürütebilir: Birincisi, bu amaç için kullanılacak araçlar her bakımdan hukukî ve demokratik olmalıdır. İkincisi, önerilen değişikliğin kendisi de demokratik ilkelerle bağdaşabilir olmalıdır. Bunun zorunlu sonucu olarak, liderleri şiddet kullanmaya teşvik eden, demokrasinin bir ya da birden fazla kuralına uymayan ve demokrasinin tahribi ya da bir demokraside tanınan hak ve hürriyetlerin çiğnenmesini amaçlayan bir politikayı öneren bir siyasi parti, bu gerekçelerle kendisine verilen cezalara karşı AİHS’nin korunmasını talep edemez.”  (Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, s. 101-107)

 

Hülasa bir siyasi parti ancak şiddeti kullanıyorsa, şiddeti savunuyorsa ve anti-demokratik bir programa sahipse kapatılabilir. Şiddeti öven, şiddete başvuran, silahlı direniş ve başkaldırı çağrısında bulunan, ırkçı bir siyasi düzenin savunusunu yapan bir parti, oyun sahasının dışına çıkmış sayılır ve demokratik bir koruma görmez.   

 

PAK kapatılamaz

 

PAK’ıın durumuna bu şartlar açısından baklıdığında görülen şudur: PAK, şiddetin karşısındadır. Partinin şiddetle uzaktan yakından şiddetle bir alakası yoktur, olmamıştır. PAK’ın siyasi tasavvuru da demokratik değerlerle bağdaşır. Avrupa normlarına uymak, Türkiye’nin yargı organları için anayasal bir zorunluluktur. Bu normlar ise, PAK gibi bir partinin varlığını ve siyasi alanda temsilini teminat altına alır. Bu itibarla, PAK kapatılamaz, kapatılmamalıdır.

 

Demokratik toplumlarda siyasi partiler çok önemli bir role sahiptir. Partiler, sistem veya bazı kesimler tarafından “aşırı” görülen görüşleri savunabilirler. Bunu normal karşılamak gerekir. Zira demokrasi ancak farklı görüşlerin serbest bir tartışma ortamında karşı karşıya gelmesi ile mümkün olabilir.

 

Eğer siyasi partiler gerçekten Anayasada belirtildiği gibi “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları” ise, o zaman taşıdıkları bu öneme binaen partilerin koruma çemberini mümkün olduğunca geniş tutmak icap eder. Lakin Türkiye’deki siyasi parti mevzuatının böyle bir muhtevası yoktur. Mevcut SPY’nın demokratik alanı genişletip tahkim etmediği, tersine demokratik alanı daraltıp zayıflattığı izahtan varestedir.

 

Kürdistani partilerin başına sarılan bela da bunun bir göstergesidir. Umarım şerden bir hayır çıkar; Türkiye bu vesileyle siyasi partilere giydirilen deli gömleği niteliğindeki mevzuatını değiştirir. Barışçıl değişimi savunan partileri kapatmak demokrasiyi zehirlemektir. Ancak özgürlükçü bir siyasi parti düzeninin kurulmasıyla bu zehirlenmenin önüne geçilebilir.

 

———————————————–

 

(*) Kürdistan 24, 20.02.2019

http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/7e97c0f4-e96a-44c9-8f6e-77c70bfe85e8

 

​tr56

 

- Advertisment -