Süleyman Demirel’den dinlemiştik:
‘Adama adın ne diye sorulmuş.
‘Mülâyim’ diye cevap vermiş.
‘Sert olsan ne yazar!” demişler.
İktidar partisinin 31 Mart’ta İstanbul’da aldığı sonucu aradan neredeyse kırk gün geçmesine rağmen hâlâ hazmedemediği anlaşılıyor. Söylenecek şey şudur: Seçmen hükmünü verip, son sözünü söyledikten sonra hazmetse ne olur, hazmetmese ne olur. Seçmen, eline karnesini verdiği siyasetçinin hazım sorunlarıyla ilgilenmez; siyasetçiyi verdiği karara râmeder!
AK Parti, 2002’den beri devrim niteliğindeki değişimlere dönüşümlere imza atmış, Türkiye’nin altyapısını ikiye üçe katlamış, bütün bunları akla hayale gelmez şeytanlarla mücadele ederek başarmış bir partidir. Bütün bu mücadelelerde, bel altı vuruşlardan, sistemi kilitleyen yapay siyasi krizlerden sadece halkın desteğiyle yani seçmen iradesiyle çıkabilmiş bir partinin bugün sergilediği tablo hazindir.
Seçmen iradesi bu şekilde ortaya çıkmışken, neticeyi kabul etmemek için sergilenen bütün bu debelenmelerin varacağı bir yer yok. AK partililer bilmeli ki, seçmen iradesiyle mücadele CHP ile mücadeleye benzemez, çocuk oyuncağı değildir.
Daha seçim gecesi başlayan o telaş ve panik halinden artık çıkmaları öncelikle kendi hayırlarına olur.
Geçen yazıda da belirtmiştik; AK Parti’nin İstanbul’u 13 bin oy farkıyla kaybetmesiyle 13 bin (veya 33 bin) oy farkıyla kazanması arasında bir fark yoktur. Eğer AKP’liler, ‘olur mu hiç, İstanbul gibi bir şehri bir oy farkla bile olsa kazanmak önemlidir’ diyorlarsa, İstanbul halkını kazanmak ile İstanbul’un rantını kaybetmemek arasında bir fark görmüyorlar demektir.
Geldiğiniz nokta buysa, zaten çekin kuyruğunu gitsin.
‘7 Haziran- 1 Kasım’ hesapları 31 Mart sonrasında tutmaz
Muhtemeldir ki, iktidar partisinin hâfızası onu 7 Haziran’da (2015) tek başına iktidarı kaybedip 1 Kasım’da geri aldığı o 2015 günlerine götürüyor. Aynı hamleyi yaparak aynı sonucu alacaklarını umuyor olabilirler. Eğer seçimi yeniletme çabalarının arkasında bu ‘yanıltıcı hâfıza’ varsa; vaziyet vahâmet kesbediyor demektir vesselâm. Başta da kendileri için…
7 Haziran’da AK Parti tıpkı 31 Mart’ta olduğu gibi açık ara birinci çıktığı seçimi kaybetmişti. O seçimde tek başına iktidarı kaybetmiş olmak, seçimi kaybetmek demekti. Tıpkı bugün İstanbul ve Ankara’yı kaybetmiş olmanın, açık ara birinci çıkmış olsa da, seçimi kaybetmek anlamına gelmesi gibi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Haziran seçimini yeniletmesi, -bunu CHP ile koalisyon kurulmasını engelleyerek yapmıştı- 1 Kasım’dan alınan seçim sonucu itibariyla siyasi hayatında aldığı en isabetli kararlardan biriydi. Gelgelelim, ‘7 Haziran- 1 Kasım’ hesapları birkaç sebeple ‘31 Mart sonrası’nda tutmaz; aynı sonucu vermez.
Birincisi, 7 Haziran seçiminin yenilenmesinin açık bir sebebi ve sağlam bir hukuki zemini vardı. 7 Haziran’da merkezî yönetimi belirleyen bir genel seçim yapılmıştı. Muhalefet bloku, seçim sonrasında ne kendi içinde anlaşarak ne de AKP ile birlik olarak bir koalisyon hükümeti kurabilmişti. Türkiye hükümetsiz kalmıştı. Anayasaya göre böyle bir durumda dört içinde yeniden seçim yapılması zorunluluğu vardı.
Söyler misiniz, bugün İstanbul seçimlerini yeniletme gayretlerinin nasıl bir meşruiyeti var? 17 yıldır Türkiye’yi yöneten, kâdir-i mutlak, ‘devlet benim’ havasında bir partinin oylarının çalınabileceğine, hile hurda üzerinden İstanbul’u kaybedebileceğine kim inanır? Kanun ihlâllerini tespit ettiniz/ettirdiniz diyelim, meşruiyet sorununu nasıl çözeceksiniz? Açık kanun ihlali bulunduğu halde ‘mühürsüz oy’ konusundaki tavrınız ortada.Halkı İstanbul seçiminin yenilenmesi kararının meşruiyetini ikna etmek mümkün mü?
Bırakın halk, Binali Bey’in kendisi bile buna ikna olmuş görünmüyor. Zannederim ki, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) seçimlerin yenilenmesi talebini reddetmesi en fazla Binali Bey’i sevindirecek.
İkincisi şu: 7 Haziran’da (2015) iktidar partisinin elinden tek başına hükümet etme imkânını alan seçmen, muhalefet cephesindeki perişanlığı görünce yenilenen seçimlerde mührü yeniden AK Parti’ye vermişti.
Bugün hükümet kurmuyoruz. Yapılan bir belediye seçimidir. İstanbul seçmeni, kendi ülkesinin temel hassasiyetleri ve kültür kodlarıyla hiçbir karın ağrısı olmayan mâkul bir genç adama belediye başkanlığı için bir şans verdi. (Üstelik, belli ki seçmen bu kararını ‘Ekrem Bey, İstanbul’u Binali Bey’den daha iyi yönetir’ inancıyla vermiş değil. Bu anlamda Binali Yıldırım haklıdır, 31 Mart seçiminin kendi sosyolojisi vardı, adayların yarışından ziyade o sosyoloji belirleyici oldu. Binali Bey’in söyleyemediğini biz söyleyelim: Seçmen iktidar partisine Ankara’da yaptığı yanlışların bedelini İstanbul’da ödetti)
Bugün karşımızda yerel seçim sonrasında ayar bozuklukları göstermeyen, İstanbul’u pekala yönetebileceği izlenimini veren bir Büyükşehir Belediye Başkanı tablosu var. Ekrem Bey kendisine verilen krediyi, 7 Haziran’da muhalefet partilerinin yaptığı gibi birkaç haftada tüketmiş değil, birkaç ayda tüketecek gibi de görünmüyor.
Son olarak, 7 Haziran sonrasıyla 31 Mart sonrasının birbirleriyle hiçbir ilgisinin olmadığının en somut kanıtı bizatihi AK Parti’nin tavırlarında gizlidir.
2015 Haziran- Kasım arasındaki dört ay da iktidar partisi ne seçimlerde oylarının çalındığını iddia etmişti, ne de seçmen iradesini karşı bir itiraz yükseltmişti. Tam tersine sandıktan çıkan iradeye saygılı olduğunu, milletin verdiği mesajı aldığını ilan etmişti.
O günkü Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in sözleri bu kabulü gayet veciz şekilde ilan ediyordu. Hatırlatalım: “Bize seçmen 7 Haziran seçimlerinde dedi ki; sizin arabada çekişten düşme var. Buji, platin ayarını bir yaptırın. Belki vantilatör kayışı gevşemiş olabilir. Biz sizden daha önce hiç çatlak ses duymazdık; herhalde sizin egsozda bir çatlak var. Bir egzozu da tamir ettirin dedi. Biz bu mesajları aldık”
Mehmet Ali Şahin acaba bugün arabanın durumunu nasıl görüyordur?
O araba aradan geçen zaman içinde hiçbir tamir ya da bakım görmediği için bugün pert haldedir.
7 Haziran’dan 1 Kasım’a giden o dört aylık süreçte AK Parti yönetiminin sergilediği olgun ve ağırbaşlı tavırla 31 Mart seçimlerinden sonra geçen şu bir ayda sergilenen tavrı bir karşılaştırın. 2015 Haziran’ındaki o olgunluk nerede, bugünkü hezeyan halindeki mızıkçılık nerede…7 Haziran’dan sonra AK Parti’ye 1 Kasım zaferini getiren şey o olgun tavırdı. 31 Mart sonrasındaki bu hezeyanlar, bu mızıkçılık hali de aynı sonucu getirir mi zannediliyor?
İstanbul’da oylarımız çalındı, şu oldu bu oldu diye feryat edenler partilerinin sadece İstanbul’u değil, Ankara’yı, Antalya’yı, Adana’yı, Mersin’i de kaybettiklerinin farkında değil mi? Metropollerin kaybedilmesinin izahını böyle mi yapacaklar?
AK Partililer gözlerini kulaklarını Yüksek Seçim Kurulu’ndan gelecek haberlere dikeceklerine vicdanlarının sesini dinleyip, ‘biz nerede hata ettik’ diye düşünseler kendileri için de memleket için de daha hayırlı bir iş yapmış olurlar.