Ana SayfaYazarlarAlman kanalı ne yapmış; onu da var mı soran?

Alman kanalı ne yapmış; onu da var mı soran?

 

[22-23 Nisan 2016] Pardon, bir şeyi atladım galiba. Ama sadece ben değil, hemen herkes atladı, atlıyor. Haydi ben kazara atladım; başka herkes galiba kasten yapıyor bunu. Alman devlet televizyonu ZDF’nin kendisi ne yaptı, ne dedi, Böhmermann’ın 17 Mart performansı karşısında?

 

Tuhaf şey; dün uzun uzadıya alıntıladığım yazı ve videoların hiçbirinde bunu bulmak mümkün değil. Enteresan değil mi; bir yığın yazar “basın özgürlüğü”nü savunmak adına Erdoğan’ın tavrına şimşekler yağdırıyor. Bu çizgiyi sürdürebilmek için, Böhmermann’ın yazıp okuduklarının içeriğine ya hiç değinmemeye, ya sırf siyasi eleştiriden ibaret göstermeye, ya da en çok bazı “cinsel imâlar”dan söz etmeye, ama bunları da asla somutlamayıp izleyicilerine çok belirsiz genel ifadelerden fazlasını vermemeye çalışıyorlar.

 

Çizdikleri tabloya göre, bir  tarafta Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan var; diğer tarafta başka herkes. Böhmermann’a sadece Türkiye kabahat buluyor ve yükleniyor; başka herkes Böhmermann’ın “basın özgürlüğü”nü savunuyor. Gerçi Angela Merkel mülteciler uğruna Erdoğan şantajına boyun eğip bu cephede küçük de olsa bir gedik açmış maalesef. Ama olsun; onu da Avrupa’nın özgürlükçü kültürüne ihanet etti diye geçiştiriyorlar bir şekilde… Geriye, ZDF’nın kendi tavrından niye hiç söz etmedikleri kalıyor. 

 

Çünkü bu da, kendi şablonlarını zedeleyecek bir başka unsur. İnternet taramalarımda, karşıma bu konuyu doğru dürüst anlatan nadir bir örnek olarak, Şubat ayında The New York Times’dan liberal-demokrat The Intercept sitesine geçen Robert Mackey çıktı. AK Parti’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a herhangi bir özel sempatisi olmamasına karşın, Mackey dürüst gazetecilik adına hiç lâfını sakınmamış, The Intercept’te 2 Nisan 2016’da yazdıklarında.  (a) Kendi görüşü olarak, Böhmermann’ın çıkıp “müstehcen” (obscene) bir şiir okuduğunu; şiirin “Erdoğan’dan iğrenç, müstehcen terimlerle söz ettiğini” (described Erdoğan in vile, obscene terms) belirtiyor.

 

(b) Robert Mackey, “hattâ,” diyor, “bir noktada iş Erdoğan’ı Josef Fritzl’a benzetmeye kadar varmakta.” Hemen ekleyelim ki Böhmermann’ın şiirindeki “Recep Fritzl Priklopil” dizesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bir değil iki ünlü cinsel sapıkla birden özdeşleştiriyor: Wolfgang Priklopil ve Josef Fritzl. Her iki olay da 2006-2008’de Avusturya’da patlak vermişti. Belki hatırlarsınız; (i) Natascha Kampusch adında bir genç kız. 2 Mart 1998’de, henüz 10 yaşındayken Wolfgang Priklopil tarafından kaçırılıp adamın garajının altındaki ses geçirmez bir hücreye kapatılmış ve sekiz yılını Priklopil’in tutsağı olarak geçirmiş; 18 yaşına geldiğinde, 23 Ağustos 2006’da kaçmayı başarmış ve 44 yaşındaki Priklopil de bunun üzerine kendini bir trenin altına atarak intihar etmişti. (ii) 2008’de ise 42 yaşındaki Elisabeth Fritzl’le birlikte daha da uzun süreli ve korkunç bir trajedi gün ışığına çıkmıştı. Elisabeth henüz 18 yaşındayken öz babası Josef Fritzl tarafından bayıltılıp evlerinin bodrumunda hazırladığı gizli bir bölmeye kapatılmış; orada 24 yıl boyunca hapsedilmiş; kendi babası tarafından defalarca ırzına geçilmiş ve sonuçta ona yedi çocuk doğurmuş; altısı hayatta kalmış; bunların üçü o gizli koridor bölmesinde anneleriyle birlikte yaşamayı sürdürürken , diğer üçünü Josef Fritzl “yukarı” çıkarıp karısına (Elisabeth’in herşeyden habersiz annesi Rosemarie’ye) “terkedilmiş öksüz-yetim” diye kabul ettirmiş ve birlikte “evlat edinip” (!) büyütmelerini sağlamıştı. Bir dizi tesadüf polisin olayı Nisan 2008’de çözmesini sağlamış; tutuklanan Josef Fritzl, 2009’da St Pölten’de yapılan dört günlük yargılaması sonucu ömür boyu hapse mahkûm edilmişti.

 

Dolayısıyla Böhmermann “Recep Fritzl Priklopil” diye bir dizi kurup okuduğu anda, bunun Avrupa kamuoyu açısından çağrışımları çok açık. Bir tek bu mısra, adı geçen “Recep” için de cinsel sapıklık isnadı demek; çocuk kaçırıp hapsetme ve zorla alıkoyma demek; ensest demek; kendi kızına tecavüz demek; kızına doğurttuğu çocuklardan birinin ihmal yoluyla ölümüne sebebiyet demek. Şimdi bir de buna, İslâm ahlâkı açısından ve inanmış bir Müslüman olarak maruz kaldığınızı düşünün… (Ensar Vakfı etrafında kıyamet koparanlar, bu konuda neden susuyorsunuz?) Pek de siyasi bir eleştiri (Robbie Travers) ve/ya masum, nazikçe dinlenmesi gereken bir şiir (John Oliver) ve/ya aşırı alınganlığa kapılmayı gerektirmeyen bir mizah denemesi (Fehim Taştekin, Robbie Travers) gibi durmuyor sanırım?

 

Böhmermann nasıl hiç utanmadan böyle bir yakıştırmada bulunabilmiş; bu ayrı bir mesele. Asıl “basın özgürlüğü” savunucularının durumu iyiden iyiye garip. 17 Mart’ta Böhmermann’ın ne yazıp okuduğunun büyük bölümünü, haydi diyelim ki kamusal ahlâk ve terbiye kuralları nedeniyle aktaramıyorlar. Bir, neden bunu açıkça söylemiyorlar okuyucularına? Neden demiyorlar ki bu şiir, buraya alamıyacağımız kadar berbat, felâket bir şey? İki, haydi birçok dizesini direkt aktarılamaz buluyorlar; şu “Recep Fritzl Priklopil” dizesinde ne var alıntılanamayacak? Robert Mackey’in yaptığını yapmalarına engel olan nedir — meselâ Fehim Taştekin veya John Oliver veya Robbie Travers veya Burak Bekdil de diyemez miydi ki, şöyle şöyle bir dize var, örneğin, ve bu, Erdoğan’ı Josef Fritzl’a benzetip şu şu telmihlerde bulunmak anlamına geliyor? Son derece kolay yapılabilecek bir açıklama, verilebilecek bir enformasyon. Verilmemesi, okuyucu ve izleyiciden bu kadarının dahi esirgenmesi, bu yazar ve mecraların hepsini kasıtlı, şaibeli, güvenilmez kılıyor.      

 

(c) Aynı şey, Robert Mackey’in hatırlattığı üçüncü önemli bilgi için de geçerli. 31 Mart’ta ZDF “mizahı hakaretten ayıran sınırı aştığı” gerekçesiyle Böhmermann’ın videosunu web sitesi ile YouTube kanalından kaldırıp resmen özür diledi. ZDF’nın Program Direktörü Dr Norbert Himmler, yaptığı kısa açıklamada, genellikle mizahçılarına geniş bir özgürlük alanı tanıdıklarını, “ama ironi ve hicvin de sınırları olduğunu ve bu olayda, bu sınırların kesinlikle aşılmış olduğunu” vurguladı. Wir sind bekannt dafür, dass wir bei unseren Satire-Formaten breite Schultern haben und den Protagonisten grosse Freiraume geben. Aber es gibt auch Grenzen der Ironie und der Satire. In diesem Fall wurden sie klar überschritten.

 

Eh işte; bu da Erdoğan’a gereksiz ve alıngan bir tahammülsüzlük yakıştırıp Böhmermann’ı aklamaya kalkanların düşünmesi gereken şeyler arasında. Yarın, Böhmermann’la hiç ilgisi olmayan; kendi yazdığım, ancak maalesef İngilizce yazdığım bir şiir üzerinden, konuyu biraz daha derinleştirmeyi deneyeceğim. 

 

Büyük bir yanlış, geç de olsa düzeltilmiş oldu

 

1128’lerin adlî ve idarî önlemlerle tehdit edilmesi, çok sayıda polis tarafından evleri kuşatılmak suretiyle alınıp götürülmesi, neredeyse terör suçlusu ilân edilmesi her zaman çok büyük bir hatâydı. Demokrasiyi zedeledi. Türkiye’ye büyük zarar verdi. Bu zarar AP raporlarına kadar yansıdı.

 

Yakın zamanda İstanbul’da dört öğretim üyesinin tutuklanması ve tutuklu olarak yargılanmaya başlaması, felâketin devamı gibiydi. Neyse ki, 22 Nisan Cuma günkü hemen ilk duruşmada büyük bir viraj alındı. Bu yazıyı bitirmeme yakın, ilk önce duruşma savcısının “dâvânın durdurulması”nı ve “Adalet Bakanlığı’ndan izin alınmasını” talep ettiği haberi geldi. Ama tuhaf bir şekilde, aynı savcı “tutukluluk halinin devamını” da istedi. Derken duruşmaya 15 dakika ara verildi. Sonra savcı, ilk iki talenini tekrarlarken, tutukluluğa ilişkin üçüncü talebinde 180 derece çark etti. “[Cevabın] Adalet Bakanlığı’ndan geç gelme ihtimali olduğundan sanıkların mağduriyetine sebebiyet vermemek için tahliyelerini talep ediyoruz” dedi. Mahkeme de, adli kontrol şartı bile olmadan dört öğretim üyesinin tahliyesine karar verdi.

 

Fikirlerimiz çok farklı olabilir. Olsun. Geçmiş olsun diyor ve özgürlüklerine kavuşmalarını kutluyorum. Hükümetin ise çok önemli bir yanlıştan döndüğü açık. Böyle bir dönüş, ciddî bir siyasî müdahele olmadan gerçekleşemez. Hele o son 15 dakikalık arada, tam ne oldu acaba? Her neyse. AK Parti iktidarının bir daha böyle hatâlara düşmemesini; henüz gerçek anlamıyla demokratikleşmemiş bir devlet teşkilâtının, kritik olaylarda her zaman aşırı şecaat arzedebileceğini hesaba katarak, kendi söylemini ona göre ayarlamasını, makul ölçüler içinde tutmasını diliyorum.

- Advertisment -