Ana SayfaYazarlarÇin ve haberleşme özgürlüğü (ve yer yer Türkiye)

Çin ve haberleşme özgürlüğü (ve yer yer Türkiye)

 

10-11 Ocak 2020] Çin Halk Cumhuriyeti’nin dış dünya ile ilişkisinde giderek daha fazla ve daha rahat kullandığı bir yöntem var: ekonomik cezalandırma. “Çin aleyhtarı” sayılabilecek herhangi bir söz, yazı, görüş, tutum veya eylem nedeniyle olabilir. Bir zamanlar House Un-American Activities Committee diye bir şey vardı Amerika’da. Kısaca HUAC diye bilinirdi. Un-American kısmını Türkçede tek sözcükle karşılayamıyorum. Belki “Amerikalılığa sığmayan” veya “Amerikalılıkla bağdaşmayan” diye çevrilebilir. Dolayısıyla kurulun tam adına da Temsilciler Meclisi Amerikalılıkla Bağdaşmayan Faaliyetler Komisyonu [Encümeni] denebilir. Fakat özetle, “Amerikan aleyhtarlığı”nın da ötesinde, çok daha flu, daha sübjektif, daha özcü bir nosyondu. Düşünsenize başka ülkelerdeki muadillerinin neler olabileceğini: Ruslukla, Almanlıkla, Fransızlıkla, Yunanlılıkla, Türklükle… bağdaşıp bağdaşmamak. Var mı böyle değişmezlikler, tanımlanabilirlikler? Hele hukukta? Tam koyu milliyetçiliğe, fanatik cadı avcılığına göre bir kavram ve görev tanımıydı. Nitekim bu bulanık ifadenin ardında, Komünist Partisi’ni (CPUSA), üyelerini, sempatizanlarını ve partiyle ilişkili olduğu düşünülen kuruluşları takip ve tâcizdi esas işi. 1950-53 arasında Senatör Joseph McCarthy’nin yükselişiyle birlikte HUAC da altın dönemini yaşadı. 1969’da Temsilciler Meclisi İç Güvenlik Komisyonu’na dönüştü. 1975’te lağvedildi ve görevleri Temsilciler Meclisi Adalet Komisyonu’na devredildi.

 

Çin’in kendi iç hukukunda buna benzer (meselâ “Çinlilikle bağdaşmazlık” veya “Çinliliğe hakaret” gibi) bir kavram var mı, bilmiyorum. Ama uluslararası planda sanki böyle bir suç veya günah kategorisi varmış gibi davrandığı kesin. Şuradan belli: ÇHC’nin hoşlanmadığı herhangi bir şey yapanların, hele küçük ülkeler, şirketler, girişimciler veya ticarî çıkar sahipleriyse, mutlaka bir şey geliyor başlarına. Bu da çoğu zaman bir ekonomik yaptırım veya misilleme biçimini alıyor. Çin ekonomisi 1989-2019 arasında ortalama yüzde 9.39 gibi bir yıllık büyüme hızını yakaladı. 1.5 milyarlık nüfus bu yükselen refah seviyesiyle birleşince, muazzam bir satınalma gücünü ifade ediyor. Madalyonun diğer yüzünde, yüksek tasarruf oranı üzerinden, aynı zamanda büyük bir yatırım kapasitesini ifade ediyor. Hemen kimse bu pazara ihracat olanağını da kolay kolay gözden çıkaramıyor, Çin sermayesini kendine çekme ihtimalini de. Oysa Çin açısından bu kararlar, salt ekonomik kararlar değil. Tersten söylersek, Çin’in bir komünist tek parti diktatörlüğüyle yönetilen kendine özgü Konfüçyüsçü devlet kapitalizmi, cebinden veya cüzdanından yakalıyor olası rakip veya muhaliflerini. Birçok durumda, demokratik ilkelere ve insan haklarına bağlılık lâfta kalabiliyor.   

 

Bunun herhalde en çarpıcı uygulaması, doğrudan doğruya haberleşme, dolayısıyla iletişim teknolojileri alanında. Günümüz ÇKP’sinde kimse “proletarya diktatörlüğü” (ya da “halkın demokratik diktatörlüğü”) teorisini doğrudan doğruya Lenin, Stalin veya Mao’dan okumuyor olabilir. Zaten okumasına gerek de yok, zira 70 yıllık bir gelenek ve habitus oluşmuş durumda. Merkezin gücü öyle ki, Deng Şiaoping’le gelen iki dönemlik rotasyon kuralına tâbi kollektif önderlik sistemini dahi beyefendi istedi diye terkedip Şi Cinping’i ömürboyu lider kabul edebilen bir aygıt söz konusu. “Sosyalist siyasî sistem” bu işte. Partinin yönetim tekelinin düşünce ve ifade özgürlüklerini kısıtlamayı da içerdiği, artık bir mütearife teşkil etmekte.

 

Daha net söylersek, haberleşme ve bilgi edinme özgürlüğü Çin halkının vazgeçilmez ve devredilemez haklarından değil. Tersine, parti ve yönetim kendini ülkenin iç ortamını (yerli ve millî olanı?) dışarıdan gelebilecek zararlı (yerli ve millî olmayan?) fikirlere karşı korumakla yükümlü sayıyor. Bu da “iç” ile “dış” arasına bir bariyer kurup ikisini birbirinden izole etmekle mümkün. İsrail’i Filistinlilerden koruyan, Trump’ın beyaz Amerika’sını ise Meksikalılardan ve sair Hispaniklerden koruyacağı düşünülen duvarların çok daha büyük ve görünmez olanı, Çin’in cyber space’inde, sanal âleminde yükseliyor. İÖ 7. yüzyılda yapılmaya başlayan dağınık parçaları İÖ. 3. yüzyıl sonlarının Qin (Çin) hanedanında birleştirilen, ama asıl büyük bölümü 1368-1644 arasının Ming hanedanı tarafında inşa ettirilen Büyük Çin Seddi (the Great Wall of China), imparatorluğu kuzeybatı bozkırlarında yaşayan atlı göçebelerin (ve bu arada Türkî kavimlerin) beklenmedik saldırılarına karşı korumayı amaçlıyordu. Günümüzde ise 1997’den itibaren adım adım kurulan bir Büyük Çin Güvenlik Duvarı (the Great Firewall of China ya da GFW) var. Bu da bir tür koruma, savunma veya himayen kalkanı. Çin’in iç mekânını dünyadan koparıp  tamamen ÇKP’nin hegemonyasındaki, dışarıdan bağımsız ve doğru haber alamayan, devlet medyasının kendisine sunduklarıyla yaşamaya mecbur edilmiş bir post-truth toplumu olarak yaşatmayı amaçlıyor.

 

Nasıl bir şey, bu GFW? Çin hükümetinin interneti tamamen denetimine almak için benimsediği yasal adımları ve kullandığı teknolojileri kapsıyor. Deng Şiaoping’in “sosyalist piyasa ekonomisi” reformlarının hem çok önemli bir aracı, hem de kaçınılmaz sonucu olarak internet, 1994’te Çin’e girdikten sonra kısa zamanda en önemli iletişim ve alışveriş platformu haline geldi. Bunun ifade ettiği tehlikeye karşı yönetim “internet egemenliği” vizyonunu geliştirdi. Buna göre, internetin ülkenin içinde kalan kesimi ülkenin egemenliğine tâbiydi; dolayısıyla o ülke tarafından yönetilmeliydi. Aynı çerçevede Kamu Güvenliği Bakanlığı, 1997’de yayınladığı ilk kapsamlı yönetmeliğin, devlete ve devletin emrindeki mahkemelere istediğini yapma olanağı veren esnek ve bulanık ifadeleriyle, bireylerin interneti

              * ulusal güvenliği zedelemek; devlet sırlarını açığa vurmak; devletin ve toplumun

              çıkarlarına zarar vermek;

              * ÇHC Anayasasına, yasalarına veya idarî yönetmeliklerine karşı direnmeyi teşvik

              ve tahrik edici bilgiler üretmek, kopyalamak, indirmek veya aktarmak;

              * hükümeti veya sosyalist sistemi devirme propagandası yapmak;

              * ülkenin birliği ve birleşmesini zayıflatmak;

              * gerçekleri saptırmak, dedikodular yaymak veya toplumsal düzeni yıkmaya

              kalkışmak

için kullanmasını yasakladı. Ertesi yıl, yani 1998’de, 1989 Tienanmen Meydanı protestolarında yer alan öğrenci liderleri ve demokrasi aktivistlerinden bir bölümü Çin Demokrasi Partisi’ni (ÇDP) kurmaya kalktı. Aralarından üç kişinin 28 Haziran 1998’de götürüp yetkili makamlara sunmaya çalıştığı kuruluş dilekçesi kabul edilmedi. Hemen ertesi gün, yani 29 Haziran’da tutuklamalar başladı ve kuruculara 11-12-13 yıllık hapis cezaları yağdırıldı. ÇDP yasaklandı, “illegal örgüt” olarak tanımlandı ve dönemin anti-reformcu şahinlerinden (Tienanmen katliamından da sorumlu olduğu sanılan) Li Peng, “Komünist Partisi’nin önderliğini [yönetimini] reddetmeyi öngören hiçbir gruba hayat hakkı tanınmayacağını” açıkladı.

 

Ezdiler ezmesine; ama ÇDP’nin yeni ve güçlü bir internet ağı kuracağından ve bunu kontrol edemeyeceklerinden hayli korktukları da anlaşılıyor. Nitekim GFW projesi hemen aynı 1998 yılı içinde başlatıldı. İlk bölümü sekiz yıl sürdü ve 2006’da tamamlandı; ikinci bölümü 2006’da başladı ve 2008’de sona erdi. Beycing [Pekin] Posta ve Telekomünikasyon Yüksek Okulu’nun direktörü (tepede solda resmini gördüğünüz) Fang Binşing’in önemli katkılarıyla, belki 50,000 uzman polisin çalıştığı ve en ileri teknolojilerin kullsnıldığı muazzam bir sansür altyapısı kuruldu. 2013’te işletimi Çin Sanal Âlem İdaresi’ne geçen bu güvenlik duvarı ve sansür sistemi, öncelikle (a) sınır-ötesi internet trafiğini yavaşlatmak; (b) bazı yabancı web sitelerine erişimi tamamen önlemek; (c) Google search, Facebook, Twitter, Wikipedia vb daha birçok yabancı internet aracını, kaynağını veya arama motorunu bloke etmek; (d) aynı şekilde, gezginci app’leri de engellemek; nihayet (e) (başta sözünü ettiğim gibi, Çin pazarını kaybetmemek için çırpınan) yabancı şirketleri, kendilerine dayatılan “yerli” koşulları kabullenmeye zorlamak… için kullanılıyor.

 

Operasyonun net sonucu, uluslararası bilgi kaynaklarına ulaşmanın son derece sınırlanması, neredeyse imkânsız hale getirilmesi. Bu koşullarda Çin halkının ancak çok küçük, çok nadir kesimlerinin, ister Sinciyang’daki “meslek eğitimi merkezleri” etrafında gelişen eleştiri ve tartışmalardan, ister Hong Kong’da aylardır süren protestolardan, ister ünlü aydın, sanatçı ve muhalif Ai Weiwei’nin 2011’de Beycing Havaalanında gözaltına alınıp 81 gün mahkemeye çıkarılmaksızın tutulduğundan ve ancak 2015’te ülkeyi terketmesine izin verildiğinden, ister Çin’in desteklediği ve himaye ettiği sair rejimlerin dünyada nelerden sorumlu olduğundan (meselâ Myanmar’da Rohingyaların başına gelenlerden), ister Çin televizyonunun NBA basketbol veya Arsenal futbol karşılaşmalarını vermeyi neden kesiverdiğinden haberi olabiliyor.

 

Özetle, GFW’nin, Büyük Güvenlik Duvarı’nın ardında bugün Çin 1.5 milyar tutukluyu barındıran, George Orwell’in 1984 distopyasına taş çıkartacak bir zihinsel hapishane. Gün gelir bu da çöker. Umarım. Ama şimdilik, modern bir diktatörlüğün oluşturabileceği, kimbilir kimlerin haset ve gıptayla izlediği, görece en dikensiz gül bahçesini temsil ediyor.    

 

 

 

 

- Advertisment -