Ana SayfaYazarlarMadde öldü mü?

Madde öldü mü?

 

 

Fransız Felsefeci Jean Francois Lyotard 1985’te Paris Pompidou Kültür Merkezi’nde immateriaux [maddesiz] sergisini açtığında, kavramsal bazı inceliklerin yanı sıra dijital dünyanın gerçeği yerinden edecek kimi imkânlarına da dikkatleri çekiyordu. Sergi mekânındaki görüntü ve sesler, dolaşanların hareket ve pozisyonlarına göre değişiyordu O zaman yenilik olarak haber verdiği imkânlar; artık gösteri ve sergilerin alışıldık temaları olmakla kalmayıp hayatlarımızın içine kadar girdi. Tasarım eğitimleri artık bağımsız disipline de dönüşmüş hesaplamalı [computational] tasarım araçları kullanılarak başlatılıyor.

 

 

Bilgi’deki Görsel İletişim Bölümü eski başkanı ve lideri İhsan Derman ekibi, öğrencileri ve ortaklaştığı paralel kurumlarla Santral’da bu tür imkânlar üzerine kurulu nice sergiler açtı; mimar Alexis Şanal, Beyoğlu Garanti Galeri(GG)’de İstiklal Caddesi’ndeki harekete göre değişen ses simülasyonlarıyla sergi açtı. Maddi dünyadaki değişimin duyusal dünyamızı dolaylı yoldan uyarmasına dayalı gösterilerdi bunlar; bizim veya tanıdığımız maddi dünyadaki değişimlerin ara bağlantılarını izleyemediğimiz sonuçlarıydı bunlar. Artık i-phone/pad kullananlar ekrandaki resmi köşelerinden açarak genişlettiklerinde bu benzeri imkânları kullanmış oluyorlar. Görüntüyü gösteren ekran büyümeden resmin odağının değişmesiyle resim büyümüş ve yaklaşmış oluyor. Vitrin dekoru önce gerçek ürünlerin mankenler aracılığıyla teşhirinden, fotoğraflar aracılığıyla teşhirine dönüştü. Sonra maddi ürün olarak fotoğraf baskısı da kaybolmaya yüz tuttu. Dijital görüntü ve ışık tasarımları haline geldiler.

 

 

Bu türden sanal etkiler en çok gösteri dünyasında kullanılıyor, sadece rock konserleri değil, dans, bale, tiyatro gibi kadim gösteriler de sesten ziyade ışık ve görüntü seyirliğine dönüştüler. Pina Bausch gibi gövdesi kadar kumaş vs. maddeyi kullanmaya devam edenler de yok değil.

 

 

Davulcu Carl Palmer, ışık ve görüntü efektlerini beden hareketlerinin uzantısı olarak kullanıyor (1).

 

Maddenin tamamen yitip gitmediğinin kanıtı bu sahne ustalarıyla sınırlı da değil.

 

Işık efektlerinin epeydir kentlerin  karanlığından yepyeni kent sahneleri türettiği de malumumuz. Ama sahnede olduğu gibi kentsel deneyimde de de herşey efektten ve görünümden ibaret değil. Devasa kent silüetlerini ışıkla her türlü şekle sokmak mümkün.

 

Yine o konuda da perde kapanmış, madde tamamen buharlaşmış değil.

 

Londra’da neredeyse  bütün yüzyılı bakımsız ve gözlerden ırak geçirmiş Thames nehri Güney rıhtımı son onyılların gözde projelerinin sahnesi oldu. Bunlardan biri de”London Eye" [Londra gözü] isimli dev bir dönme dolap, emsalleri gibi kontrollu olağandışı deneyimlerin mekanı lunaparkta değil, şehrin ortayerindeki bir rıhtımda, yüzyılların Londra sembolü parlamento binasının tam karşısında konumlanıyor ve dönüyor. Binenler, ayağı yerden kesip yükselmenin heyecanı ve seyir deneyimini lunaparkın değil, şehrin tamamının üzerinden tadıyorlar. Oturma üniteleri havayı bile sızdırmayan 8-10 kişilik güvenli cam kapsüllerden oluşuyor. Şehrin üzerinde uçuruyor adeta, gruplar halinde Londralı’ları ve misafirlerini. Ama sadece güvenli seyrettirme aracı değil; kendisi de seyirlik bir nesne olarak şehrin silüetine damga vuruyor, şehrin tamamını heryerinden bir lunapark sahnesi gibi gösteriyor.

 

Ancak öte yandan, ”London Eye" [Londra gözü]’nü gerçekle sanalın ilişkisini geri saran yeni bir işaret diye saymak da mümkün. Bu dev statiği de incecik tellerin gerilmesiyle taşınan çember misali statiği de tıpkı bisiklet tekerliği gibi çalışarak dengeleniyormuş. Adının da imâ ettiği gibi Londra’yı yukarıdan seyrettiriyor. Ama kendisi de seyirlik, soluk Thames kıyısını şenlendirirken en ücra köşelerden de seçiliyor.

 

 

Özellikle havai fişeklerin arasında kaldığı şenlik görüntüsü dikkat çekici; havai fişeklerle gökyüzüne çizilebilen rengarenk çizgiler, görüntü için böyle bir maddi nesneye ihtiyaç olmadığının o konturların ışıkla da pekala çizilebileceğinin kanıtı. Ama yetinilmiyor onunla, insan hala gövdesiyle deneyimlemenin inandırıcılığına muhtaç. Bu sadece uçarken emniyette olma arayışı da değil, alımladığımız, duyularımıza değen şeyin uzayda yer tutan bir maddeye sahip olduğunu bilmeye ihtiyaç duyulduğunu da kanıtlamış oluyor.  Neyse ki bunun için hala yeterince kaynak ayrılmaktan geri durulmadığının kanıtı yeni Londra gözü, sırf Londra’yı seyir keyfi değil, hologramlarla verilecek dönme efektini seyir kesmediğinden harcanıyor, onca demire ve cama hala para. Karşısındaki parlamento ne kadar hakikiyse o da o kadar sapasağlam duruyor ayakta. Genellikle böyle olur zaten, Lyotard’ın haberini verdiği gelişmeler oldu, gerçekleşti; ama onun haberini verirken başvurduğu, çalıştığı araçlar kadarıyla gerçekleşti. Katı olan herşey gibi madde de buharlaştı, ama bir yere ve ölçüye kadar. Hayatın anlamını altüst oluşların sürekliliğinde arayanların beklentisinin aksine değişim tam da onun gösterdiği kadar oldu. Yoksa arada daha eskiden denenmemiş şeylere de tanık olarak eskisi gibi yaşayıp gidiyoruz işte…

 

 

 

 

Dipnot______________________________________________________________

(1) İlgilenenler, şu adresteki performansını izleyebilirler; https://www.youtube.com/watch?v=O6vN9nadqtQ Ayrıca davulla toccata çalmak gibi pek imkan dahilinde görülmeyecek bir şeyi de gerçekleştiriyor bu performansıyla.

 

 

 

- Advertisment -