Ana SayfaYazarlarOturulacak zaman değil*

Oturulacak zaman değil*

 

Democratic Progress Institute (DPI), Ankara’da “Uluslararası Çatışma Çözümü Deneyimlerinden Çıkarılan Dersler” başlıklı bir yuvarlak masa toplantısı düzenledi. Farklı disiplinlerden ve kesimlerden çok sayıda katılımcının iştirakiyle gerçekleşen toplantıda Kuzey İrlanda, Filipinler ve Güney Afrika tecrübeleri üzerinde duruldu. Bu ülkedeki çatışmaların çözümü için nasıl bir yol takip edildiği, bizzat o süreçlerin içinde yer alanlar tarafından aktarıldı.

 

Toplantıda dört konuşmacı vardı. Türkiye’nin de çözümüne katkı sunduğu Filipinler örneğini iki isimden dinledik. Biri, önceleri bir sivil toplum lideriyken daha sonra Cumhurbaşkanı Aquino’nun barış sürecinden sorumlu danışmanlığına getirilen Teresita Quintos Deles’ti. Diğer ise süreçte “üçüncü göz” olarak görev yapan kurumlardan biri olan İnsani Diyalog Merkezi’nin Avrasya Direktörü David Gorman’dı.

 

Muazzam uzlaşma

 

Eşine nadir rastlanır bir ayrımcılık düzenini (apartheid) yine eşine nadir rastlanır bir uzlaşma siyaseti ile tarihe gömen Güney Afrika örneğini Roelf Meyer anlattı. Meyer, barış sürecinde hükümetin baş müzakerecisiydi. Apartheid’a son verilmesinin ardından kurulan Mandela hükümetinde ise Anayasal İlişkilerden Sorumlu Bakan oldu. Meyer ile Afrika Ulusal Kongresi (ANC) adına masaya oturan Cyril Ramaphosa, bugün Güney Afrika’nın devlet başkanı.

 

Çalışma hayatının büyük bölümünü barış görüşmelerinde geçiren ve bir dönem Türkiye’de Birleşik Krallık büyükelçisi olarak bulunan Sir Kieran Prendergast ise İrlanda meselesine odaklandı. Ancak salt İrlanda’dan konuşmadı; Afganistan, Burundi, Kıbrıs, Demokratik Kongo ve Doğu Timor gibi bölgelerdeki barış çabalarına katılmış biri olarak ayrıntılı bir sunum yaptı ve farklı örnekleri tartışmaya açtı.

 

Her dört konuşmacıyı da daha önce dinleme şansı bulmuştum. Ankara’daki sunumları da her zaman olduğu gibi öğreticiydi. Çok istifade ettim. Birçok not aldım. Notlarımı iki yazı halinde aktarmayı planlıyorum. İlk yazı, çatışmanın hüküm sürdüğü ve “barış” kavramını dillendirmenin bile riskli olduğu zor zamanlarda neler yapılabileceğini merkeze alacak. İkinci yazı ise, farklı biçimlerde cereyan eden çatışmaların bitirilmesi için faydalanabilecek ortak derslere değinecek.

 

Zaman ve emek israfı mı?

 

Türkiye’de uzun bir süredir Kürt meselesi üzerine bir kamusal tartışma yok. Çözüm sürecinde masaya yatırılan ve hakkında uzun boylu analizler yapılan temaların yanından-yöresinden dahi geçilemiyor. Demokratik alan giderek daralıyor. Sistemdeki otoriter doz artıyor. Mevcut atmosfer siyasi bir çözümü konuşmayı cesaretlendirmiyor. Velhasıl ortam kötü, ümitler de zayıf.

 

Böylesi menfi bir düzlemde konusu çatışma çözümü olan etkinliklere karşı iki tür tavır gelişiyor: Bir kesim, meseleyi tehlikeli görüp uzak durmayı tercih ediyor. Bir diğer kesim ise, bu tür çabaları bir zaman ve emek israfı sayıyor. “Kardeşim sırası mı şimdi bunun?  Zaten bir şeyin değişeceği yok, ne gerek var böyle çalışmalara?” şeklindeki tepkilerin sayısı artıyor.

Oysa alana dair teorik bilgi ve pratik tecrübe bu tavırlara hak veren veriler içermiyor. Tam tersine, çatışma çözümüne dönük çabalara en çok da böylesi dönemlerde ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor.

 

Gorman, bu konuda çarpıcı bir örnek verdi. Filipinler’de hükümet ile Moro İslami Kurtuluş Cephesi çatışmaları sonlandırmak için mutabakata varmışlar. Ancak Yüksek Mahkeme, iki vali tarafından yapılan başvuru üzerine uzlaşma metnini askıya almış. Bunun üzerine çatışmalar tekrar alevlenmiş. Gorman, Filipinler’de en fazla mesaiyi bu dönemde harcadıklarının, şiddetlenen çatışmaları dindirmek için eskisinden daha yoğun bir çalışma içine girdiklerinin altını çizdi.

 

Kamusal kabul edilebilirliği olan bir çerçeve

 

Çatışmanın varlığı, barış savunucularının hareket kabiliyetini olumsuz yönde etkiler şüphesiz. Ama bu durum onların ellerini kollarını bağlayıp oturmalarını ifade etmez. Eğer günler hiçbir şey yapmadan beklemekle ve çatışan tarafların yaptıklarını seyretmekle geçirilirse, barış belki bir gün yine gelir, fakat gelmesi çok zaman alır.

 

Zor zamanlarda yapılabilecek bir sürü iş var. Üç tanesinin öncelikli olduğunu düşünüyorum. Birincisi, geçmişin gerçekçi bir muhasebesinin çıkarılmasıdır. Çözüme kafa yoranlar, çatışmanın yaratığı maddi ve manevi tahribatı ortaya koyabilirler. Akamete uğramış bir çözüm denemesi varsa, bu denemenin nerde tıkandığını araştırabilirler. Tarafların hangi hataları yaptıklarını düşünebilirler. Bu hataların arka planını ve süreci nasıl zehirlediğini tahlil edebilirler.

 

İkincisi, siyaseti ön plana çıkarmak ve normalleşmek için atılacak adımların belirlenmesidir. Barış taraftarları, toplumun çoğunluğunca kabul edilebilir bir çözüm çerçevesi oluşturmak için çalışabilirler. Çıkarılacak derslerin de yardımıyla bir vizyon oluşturabilirler. Toplumun etrafında birleşeceği ortak değerleri saptayabilirler. Mümkün olduğunca farklı grupları bir araya getirmeye çalışabilir, onlar arasında diyalogu geliştirebilirler. İttifak alternatiflerini çoğaltabilir, birlikte çalışılabilecek kişi ve kurum havuzunu büyütebilirler. Yeni bir sürecin mimarisini tasarlayabilirler.

 

Kamusal savunu

 

Üçüncüsü, barış fikrinin kamusal savunusudur. Toplumu karşısına alan bir strateji başarıya ulaşamaz. Eğer kamuoyu barışı dillendirenlerle aynı görüşte değilse, çözüme ulaşmak son derece güç olur. Dolayısıyla ilkin kamuya siyasi bir yolun olduğunun – sıklıkla — hatırlatılması, kamunun barışçıl çözüm fikrine ısındırılması ve ikna edilmesi gerekir.   

 

Bunu yaparken bir yandan rasyonel davranılmalı. Gerçekçi olunmalı; bir sürecin varlığı ve yokluğu hallerinde doğması muhtemel neticeler hakkında toplum doğru bilgilendirilmeli. Hamasetten uzak durulmalı. Toplumda barışa dair şüpheleri kışkırtacak aşırı bir dilden kaçınılmalı. Diğer yandan ise, barışın herkese yarar sağlayacak bir payda olduğunu sürekli anlatmalı. Çözüm bir tarafın kazancı, diğer tarafın kaybı olarak sunulmamalı. Böyle sunmaya çalışanlara karşı argümanlar üretilmeli. Barış, bir kazan-kazan oyunu olarak örgütlenmeli.

 

Çatışmanın taraflarının yeni bir denemeye niyetleri olmayabilir. Ya da kendileri için uygun zamanı gözetebilir, yeni bir süreci daha sonraki bir vakte bırakabilirler. Lakin barışı dert edinenlerin onları bekleme lüksü (!) yok, olamaz da. Aksine, onların daha bir şeyler başlamadan önce de hazır olma mecburiyetleri vardır. Şartlar elverişli olmayabilir, ama barış için küçük de olsa birçok adım atılabilir. Dolayısıyla oturulacak zaman değil.

 

(*) Bkz Kürdistan 24, 03.10.2018; http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/428611b9-eb34-4585-aed2-abbc846d453c

 

 

 

- Advertisment -