Seçimden bir hafta önce Suruç’ta meydana gelen ve dört kişinin hayatını kaybettiği olay hakkında medyanın tavrına daha önce değinmiştim. Medyanın üç büyük günahı vardı, ama tek günahkâr medya değildi. İktidar da üç ölümcül günah işlemişti.
İlki, çok acı bir olayı siyasi kazanca dönüştürme hevesiydi. İktidar olayı hemen “PKK’nin Ak Parti’ye saldırısı” olarak mimledi ve bunu bir hafta sonra yapılacak seçimlerde bir propaganda malzemesine dönüştürdü. HDP’li oldukları bilinen, esnaflık yapan ve meşum hadisede üç üyesini kaybeden bir aileyi derhal PKK’li ilan etti ve böylece ölümleri normalleştirmeye çalıştı. İktidar önce ölüler arasında ayrıma gitti; AK Partili vatandaşa rahmet dilerken, HDP’li vatandaşların ölümlerini telaffuz dahi etmedi. Gerçi sonra Erdoğan, Urfa mitinginde yaşamını yitiren herkesi andı, ama artık iş işten geçmişti.
Gerçeği karartmak
İkincisi, iktidarın — olayı her yönüyle ortaya çıkarmak yerine — bütün gücünü gerçeği karartmak için kullanmasıydı. “PKK’nin AK Parti’ye saldırısı” biçimindeki kampanyanın bir gayesi bundan siyasi bir kazanç elde etmek idiyse, diğer gayesi de gerçeğin üzerini örtmek ve olayın iktidarın yansıttığı şekilde kabulünü sağlamaktı.
Lâkin hadisenin barındırdığı dehşetengiz ayrıntılar, iktidarın anlattığı hikâyeyi yerle yeksan etti. Tanık anlatımları ve Türk Tabipleri Birliği tarafından yapılan açıklama, iki kişinin hastanede katledildiğine işaret ediyor. Az buçuk medeni bir ülkede böylesi bir durum karşısında yer yerinden oynar ve yetkililerin mümkün olan en kısa sürede kamuoyuna sağlıklı bilgi vermeleri söz konu olurdu. Oysa burada sanki böyle bir iddia yokmuş gibi davranıldı ve bu iddialara karşı bir cevap da verilmedi.
Üçüncüsü, hadisenin aydınlanmasına katkı sunacak sivil toplum faaliyetlerinin yasaklanmasıydı. Urfa ve Diyarbakır’dan hem hayatını kaybedenlerin ailelerini ziyaret etmek ve hem de konuyla ilgili yetkililerden bilgi almak için Suruç’a gitmek isteyen sivil toplum kuruluşları, İçişleri Bakanlığı tarafından engellendi.
Bakanın sözü üzerine söz
Engelleme keyfiydi. Ancak Bakan Soylu salt engellemekle kalmadı. TRT’de katıldığı bir programda Soylu, başta Diyarbakır Barosu olmak üzere birçok STK’yi “terör örgütüne müzahir yapılar” olarak niteledi. Bir bakanın iktidardan farklı ses çıkaran herkesi terörist olarak yaftalaması yeni değil; Soylu da selefleri ile aynı yolu takip ediyor. Fakat yeni olmaması, vahim olmadığı anlamına gelmiyor.
Diyarbakır Barosu, demokrasi ve hukukun üstünlüğü için 1927’den beri faaliyet gösteriyor. Bu uğurda birçok bedel ödedi, ödüyor. Böylesine köklü ve üstelik bir önceki başkanını çatışmada kaybetmiş bir baroyu hedef haline getirmek, ne hukukla ne de ahlakla bağdaşır. Bu, ancak suçluluğun telâşıyla açıklanabilir.
İçişleri Bakanı bağırıp çağırabilir, arkasına aldığı devâsâ güce yaslanarak insanları tehdit edebilir, kendisinden ayrı görüşleri olan sivil örgütleri ateşe atmayı deneyebilir. Bir yöntem olarak bunu en uç noktalara taşıyabilir. Böyle yaptığında kendisine sorulması gereken soruların önünü keseceğini ve kendi sözünün üzerine söz edilmeyeceğini düşünüyor da olabilir.
Akıldaki sorular
Ne var ki bunun beyhude bir çaba ve beklenti olduğunu belirtmeliyim. O sorular bir yerden sızar, karşınıza çıkar ve cevaplanmayı bekler. Sıradan bir vatandaş olarak İçişleri ve Sağlık Bakanlarından aşağıdaki sorulara açık ve net yanıtlar bekliyorum.
- O gün Suruç Devlet Hastanesi’nde ve bahçesinde tam olarak neler yaşanmıştır?
- Hastanenin video kayıtları elinizde midir? Kayıtların üzerinde bir oynama ya da silinme söz konusu mudur? İddiaların doğrulanması ya da yalanlanması için bu kayıtların ilgili bölümlerini kamuoyu ile paylaşmak gibi bir düşünceniz var mıdır?
- Saldırganlar, hastanede görevli polisleri ve sağlık personelini hastaneden çıkarmışlar mıdır?
- Bazı polislerin, iki kişinin saldırıya uğradığını görmelerine rağmen müdahale etmedikleri doğu mudur?
- Saldırganlar 112 Servisinin hizmet vermesini engellemişler midir?
- Olaydan sonraki gözaltı ve tutuklama işlemlerinde her dört cinayetin faillerini tespit etmek saikiyle mi hareket edilmiştir, yoksa tek bir cinayete mi odaklanılmıştır?
Kızmaya, yüksek perdeden tehditler savurmaya, insanları gelişigüzel suçlamaya hiç gerek yok. Serinkanlı ve açık bir dille kaleme alınmış bir cevap yazın, yeter!