Ana SayfaYazarlarKafe Sitare: Bildiğimiz hayattan konuşmak

Kafe Sitare: Bildiğimiz hayattan konuşmak

 

Hayat bütün renkleriyle coşkuyla akıp gidiyor ama biz alt üst oluşlardan başımızı kaldırıp da ona dokunamıyoruz bile. Bölgemizde yaşanan acıların tarumar edip sürüklediği ruhumuz ağır meselelerin bataklığına saplanmakla malul. Her şeye politik pencereden bakma öyle kuşattı ki dört yanımızı, neredeyse insanın kendi hikayesini nasıl anlatması gerektiği bile dikte edilecek. Oysa insan kendi hikayesine her dem farklı bakar, her bakışta hikayesini yeniden kurma hakkına sahip. Akan su kir tutmaz misali hikayeler hayatlar kendi doğal mecrasında akabilse, tek hayatın, tek arzunun, özlemin, amacın biricikliği ve kıymeti teslim edilse bu kadar kolay kıyılabilir mi canlara. Hayattan konuşma kesintiye uğradıkça gündelik hayatın zenginliği, insanın insana iyi gelmesi unutuldukça ölümcül duygular dolduruyor boşlukları. 

 

Hayatla aynı anda göz hizasından ilerleyen bir film Kafe Sitare (2006). Yüklü bir mesajı ağır bir işleyişi olmasa da gündelik yaşamın içinden yükselen bir yücelik vaat ediyor seyirciye. Yönetmen Saman Moghadam Tahran’ın kenar mahallelerinden birinde, kamerasını loşluğun içinde kaybolan bazı mekanların derûnundaki insanların seslerine görüntülerine tutarak ilerlemiş sanki. Bir şey arar gibi bakınmış, belli yerlere fenerle ışık düşürmüş. Büyük meseleleri devrimleri insanın ağır çelişkilerini kahramanlıklarını ya da alçaklıklarını bir yana bırakıp sıradanlığın içindeki fevkaladeliğe yönelmiş. Eski bir mahallenin ve oradaki gündelik kaygıların, yaşama telaşının, varolma mücadelesinin içinden geçerek pitoresk bir tablo yapmış adeta.  

 

Üç kadının birbirine değen hayat mücadelesi. İran sinemasının önemli temalarından biri olan “İran’da kadın olmak” teması var ama cinsiyeti aşan bir sevinç ve keder filmi aslında.  

Fariba yaşlı annesine ve işsiz kardeşine bakmak için erkenden hayata atılmış, evin ekmeğini kazanmak için küçük bir kafe işletmeye başlamış özgüveni yüksek bir kadın. Araba kullanıyor,  hesap kitabını en iyi şekilde yapıyor ve herkesle sıcak diyalog kurmasına rağmen hiç kimsenin yan gözle bakamayacağı bir hale oluşturabiliyor kendi etrafında. Gençlikte evlenmeye fırsat bulamasa da orta yaşta gerçekleştirmiş bunu, kendini yakışıklı bir adam olan Feridun’a kaptırmış.  İşsiz olması yetmiyormuş gibi bir de beyaz kullanan ve küçük bazı suçlara karışan Feridun, karısının erkeklerin dünyasında güçlükle kazandığı paraya el koymayı da ihmal etmiyor. Kafeye aldığı bilardo masasının taksitlerini ödemek için gecesini gündüzüne katan Fariba’nın dükkanın mülk sahibi Kosro’ya kirayı geciktirmesiyle oluşan çatışmada kocasının kafeye sahip çıkması artı puan. Fariba bütün cazibesini yitirmiş olsa da işte tam da bu yüzden ‘yine de bir kocam olsun başımda bulunsun’ zihniyetiyle ayrılmayı göze alamaz. Filmde hiç kimse tam manasıyla iyi ya da kötü değil. Feridun çalışmak için gitmeyi tasarladığı Japonya’dan vize alamamanın sıkıntısıyla Fariba’yı darp edip parasını alınca tam da beyaz alemine giderken izbe bir yolda yakalar onu Ebi.  

 

Salome annesinin ölümünden sonra eğitimini yarıda bırakmış genç güzel bir kız. Arada sırada Fariba’nın muhasebe işlerine yardım ediyor ve işsiz kardeşi Ebi ile sadece kalpten kalbe varmakla sınırlı bir yol var aralarında. Çok dindar bir kız olarak bunun da kimse tarafından bilinmemesi için elinden geleni yapıyor. Gözleri görmeyen babasına bakmaktan onun duasını almaktan mutluysa da aklı uzaklara gitme arzusuna kapılmıştır. Baba oturduğu yerde kadınlara Hafız’dan fal açıp onların lehine yorumlamakla ün salmış saygınlık kazanmış, gönülleri fethetmiş biri. Evlenememiş ev sahipleri Molok ise baş müşterisi doğal olarak. Ama adam Ebi’yi hissetmekte ve işsiz bir tamirci de olsa mürüvvetlerini görmeyi istemektedir.  Ev tutacak parası olmayan Ebi’yi yüreklendirince o da bir kuyumcudan birkaç bilezik çalıp yapar nişanı.

 

Salome yağmurlu bir gecede şemsiyenin altında sular damlarken hayallerini sıralıyor Ebi’ye, Amerika Avrupa ya da Türkiye neresi olursa yurt dışına gitmek, çok kazanmak, güzel bir evde oturmak, gölün ortasındaki bir türbeye kayıkla gidip gelmek. Birgün evde yaptığı resimleri gösterdiğinde genç bir kızın hayallerle dolu resimleri arasında kocaman bir göl görüyoruz, ortasında bir mabed. Nişanlanıp telli duvaklı düğün için gün saymaya başladıklarında geliyor cinayet. Ebi ablasını darp edip parasını alan, beyaz alemine doğru giden Feridun’u kıstırdığında gecenin karanlığında bulduğu kırık şişeyle saldırır gözdağı vermek için. Fakat öldürmüştür adamı istemeden. Hayat boş durmaz hiç, kafeye bilardo satan zengin adam Salome’nin peşindedir, görmüş beğenmiş ve evlenmek için dolanmaktadır etrafında. Ezeli ikilem kadim çelişki; rahat bir hayat, iyi bir adam mı, dipsiz bir kuyuya benzeyen parasız pulsuz üstelik suça bulaşmış sevgili mi. Sonuçta Ebi de suça bulaşıyorsa ablasını ve Salome’yi  mutlu etmek uğruna bulaşıyor. Hangisi takdire şayan. Salomeyi gitme hayalleriyle etkileyen, sürekli zengin bir adamla evlenip Dubai’ye uçma hayalleri kuran en yakın arkadaşı bile çözemiyor ağır meseleyi.

 

Molok ise Salome’nin ev sahibi, orta yaşı çoktan geçtiği halde bir genç kız edasıyla süslenip püslenmekten, genç bir erkekle evlenme hayalleri kurmaktan vazgeçmez. Bunun için Ebi’yi gözüne kestirmiştir Salome’nin titizlikle sakladığı duygularından habersiz olarak. Ebi’yi saklar polisten ve sonunda yurt dışına kaçma planları yapan genç adama sakladığı paralarını verme gafletinde bulunur.

 

Farklı yaşlarda farklı giyinen farklı mücadeleler içinde üç kadın üzerinden küçük bir kadın atlası.  

 

Saman Moghadam İran’da özellikle gençlerin sevdiği bir yönetmen ve filmde sanatsal başarıyla ticari başarıyı birlikte yakalamış. Filmin aynı anda üç önemli yönetmenin etkisini  bıraktığı söyleniyor eleştirmenler tarafından; Quentin Tarantino, Jean Renoir, William Saroyan. İnsanları iyi kötü diye belirgin biçimde kodlamadan hayatın doğası ve yasaları içinde  bize göstermesi ve herkeste bir şekilde hayat bulan gitme arzusunu açığa çıkarması önemli, başka mahalleye başka ülkeye başka insana…

 

Sonunda diğerleri değil ama Molok muradına erip evleniyor, başı dertte olan Ebi’yi unutuyor çoktan, güzel bir müzik eşliğinde kocasının kolunda mütebessim ilerliyor. Herkes alkış tutuyor düğüne, derken perdenin kapanışı. Böyle işte, film bitse de, gerisini göremesek de, akıp gidiyor hayat.  

 

- Advertisment -