Putin’in Ukrayna’yı işgal etmeye yeltenmesi ilginç ve tümüyle anlamsız, tümüyle faydasız bir dünya görüşünü iyice görünür kıldı.
Ukrayna’da olanları biri gerçekte süper olan, diğeriyse artık pek süperliği kalmamış iki süpergüç, biri zayıflamakta olan, diğeriyse çoktan zayıflamış iki emperyalist güç arasındaki bir mücadele olarak görmemeyi anlayabilirim. Güçlerden biri diğerini kıskıvrak coğrafî, askerî ve ekonomik muhasara altına almaya çalışırken, diğeri bu muhasarayı kırmaya, eski emperyal coğrafyasını yeniden yaratmaya çalışıyor; bu benim için çok bariz. Ama bunu böyle yorumlamayanları, meseleyi Putin’in gözü dönmüş saldırganlığından ibaret görenleri anlayabilirim.
Fakat Ukrayna’da adeta Yıldız Savaşları filmlerindeki gibi “iyi” ile “kötü” arasında bir savaş yaşandığını düşünenleri anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Bunu düşünenler ve öne sürenler Washington’daki devlet görevlileri, Beyaz Saray ve çevresi, Avrupa Birliği yönetici ve bürokratları, NATO generalleri ve Batı Avrupa ülkelerinin genelkurmay görevlileri olduğunda anlaşılmayacak bir şey yok. Ama bu saydığım görevlilerin söylediklerini en azından kuşkuyla karşılaması, sorgulaması gereken, hem siyaseten hem de meslek icabı böyle yapması gereken kişiler beni şaşırtıyor.
O zaman üzerinde durmamayı tercih etmiştim, ama ta mayıs ayında Oral Çalışlar’ın bir yazısı ilgimi çekmişti. “Bazı sosyalistler de Ukrayna’yı işgal eden Putin’i kınamak yerine NATO’yu olayların sorumlusu olarak ilan etti. Bir kısmı açıktan Putin’i destekledi” diyordu Çalışlar ve haklı olarak bu salaklığı eleştiriyordu. Güzel, ama arkasından NATO ile demokrasi arasında adeta doğrudan bir ilişki kuruyordu. “NATO, demokrasi demektir” demiyordu elbet, ama “NATO üyesi olmayan Batı kampının dışındaki ülkelerin bir listesini çıkarsak… Kaç tane demokratik ülke sayabiliriz? Siz söyleyin” diyordu. Ne dediği açıktı. Ve üstelik yanlıştı. Dünyada NATO üyesi olmayan ve Batı kampının dışında olan düzinelerce demokratik ülke var. Ama Çalışlar “NATO”, “Batı” ve “demokrasi” arasında doğrudan bir ilişki olduğunu düşündüğü için gözden kaçırıyordu o ülkeleri.
Bu doğrudan ilişkiye duyulan inancın çok daha kapsamlı ve ayrıntılı bir örneğini geçtiğimiz günlerde iki yazıyla Alper Görmüş sergiledi.
Serbestiyet’te yayınlanan “Otoriterliğe karşı siyasi sertlik ve kararlılık: Evet ama yetmez!” başlıklı yazısında Görmüş şöyle diyor:
“‘Tarih, 2022’yi demokrasilerin otoriterliğe karşı muhkem durmayı karara bağladığı bir yıl olarak kayda geçirebilir’ başlıklı yazımda şöyle bir hipotez öne sürmüştüm: ‘Biri 2021’in (6 Ocak, Trump’çıların Kongre baskını), öbürü 2022’nin (24 Şubat, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı) başlarındaki iki olay, otoriterliğin yükselişi konusunda demokrasiler üzerinde uyarıcı bir etkide bulundu ve demokrasiler, ortaya çıkan ‘barbar enerjisi’ karşısında birlikte bir karar verdiklerini düşündürtecek tarzda mücadeleci, dirençli bir yolu benimsediler.’”
Görmüş’e göre, demokrasilerin “muhkem durmasının”, barbar enerji karşısında direnmesinin bazı örnekleri şunlar: Amerikan yargısının Trump’a açtığı soruşturmalar, Ukrayna’ya verilen destek, Finlandiya ile İsveç’in NATO’ya katılması, Amerika’nın Çin’e karşı Tayvan’dan yana net tavırlar sergilemesi.
Şema şöyle: Dünyada “demokrasiler” var ve bunlar hem dışarıdan (aslen Rusya ve Çin tarafından) hem de içeriden (Görmüş’ün ifadesiyle, “‘aşırı’ ya da ‘radikal’ sıfatı uygun görülen sağ siyasi eğilimler” ve bunlara oy verenler tarafından) tehdit/saldırı altında.
Görmüş, “demokrasiler”in direnmesini istiyor, bu doğrultuda (özellikle dış tehditlere karşı) önemli adımlar atıldığını düşünüyor, ama bu adımların (özellikle iç tehditlere karşı) yetersiz kalacağından kaygılanıyor.
Görmüş’ün korkularına katılmamak mümkün değil. Evet, Amerika’nın Avrupa’da Rusya’yla, Uzak Doğu’da Çin’le itişmesi dünyanın her gün, her an savaş tehlikesiyle karşı karşıya olması anlamına geliyor. Evet, dünyanın çeşitli ülkelerinde sağ ve aşırı sağ partiler yükseliyor, iktidara geliyor.
Bunlardan birincisiyle ilgili olarak, Finlandiya ile İsveç’in NATO’ya katılmasını “demokrasilerin direnişi” kapsamında gördüğüne göre, Görmüş’ün de Çalışlar gibi NATO’yu olumlu bir güç olarak algıladığı, “demokrasiler” ile ilişkilendirdiği anlaşılıyor. Garip!
Ama bence daha da garip olan, “demokrasiler” kavramı.
O kadar içi boş, ayağı hiçbir yere basmayan bir kavram ki, hiçbir analiz yapmaya müsait değil, hiçbir şeyi netleştirmiyor, anlaşılmasına yardımcı olmuyor, basit bir “Ben Batı’yı ve demokrasiyi severim” iyiniyetinden ibaret kalıyor.
Örneğin, Görmüş şu soruyu soruyor: “Demokrasiler neden bu tür [sağ ve aşırı sağ] siyasi akımlar üretiyor?” ve kaygı duyuyor: “Demokratik ülkeler demokrasinin imkânlarını kullanarak demokrasileri yıkmaya heves eden kendi ülkelerindeki popülist-otoriter liderleri de salt siyasi-hukuki kararlılıkla, demokratik sertlikle geriletemez”
Demokratik ülke kendi ülkesindeki popülist-otoriter lideri geriletmeye çabalıyor! Peki bu demokrasiler kendi içlerindeki popülist-otoriter lider iktidara gelirse artık demokrasi olmamaya mı başlıyor? Amerika Trump yıllarında demokrasi değildi, Biden seçildiği gün tekrar demokrasi mi oldu? Biden’a oy veren Amerikalılar “demokratik ülkeler” kategorisine dahil, Trump’çılar ise değil mi? Onlar aslında Çinli veya Rus mu?
“Demokrasiler” ve diğerleri diye düşünmek yerine her ülkede farklı çıkarları olan farklı sınıflar var ve bunların arasında bir mücadele sürüyor diye düşünmek, aynı zamanda Amerika, Çin, Rusya ve Avrupa Birliği arasında jeopolitik ve ekonomik bir hegemonya mücadelesi sürüyor diye düşünmek daha makul değil mi?
Elbette daha makul. Nitekim Görmüş de, kafası çalışan bir dostum olduğu için, bunu biliyor. Yazısının sonuna doğru şöyle diyor: “Popülist liderler, küçümsenmiş, horlanmış, iktidar alanının dışında tutulmuş, talepleri ilkel, kaba, çağdışı sayılmış geniş kalabalıkların örselenmiş duygularını sağaltacak ilaca sahip değiller…”
İşte, dünyada ve her ülkede ayırım bu geniş kalabalıklar ile onları iktidar alanının dışında tutanlar arasında.
Böyle bakınca dünyayı anlamak biraz daha kolay oluyor. “Demokrasiler ve diğerleri” diye bakınca hiçbir şey anlamak mümkün değil.