Şah Çerağ, İran’ın Şiraz şehrindeki, Şiilerin en kutsal ziyaret yeri olan bir türbe.
Türbede yatan “Işıkların Şahı”, Şiilerin sekizinci imamı olan İmam Rıza’nın 17 kardeşinden biri olan Seyyid Emir Ahmed.
Seyyid Emir Ahmed, kardeşinin yanına gitmek üzere Horasan’a giderken, Abbasi halifesi Ma’mun’un adamları tarafından Şiraz’da 835 yılında öldürülmüş.
Şiilerin bir çeşit hac güzergahlarından olan Şah Çerağ türbesinde, 26 Ekim günü İŞİD’in terör saldırısında aralarında kadın ve çocuklarında bulunduğu 15 kişi hayatını kaybetti.
Bu terör saldırısı İran’ı yakın tarihinin en kaotik günlerinden geçerken sarstı.
Çünkü Türkiye’de gündemden düşse de, İran’da 16 Eylül’de Mahsa Amini’nin başörtüsü yüzünden öldürülmesinden sonra başlayan protestolar ikinci ayına girdi ama hâlâ devam ediyor.
Hattâ gösteriler büyüyor ve şiddetin derecesi artıyor.
Şu ana kadar 400’ü aşkın gösterici ve polis hayatını kaybetti.
Dün göstericiler Humeyni’nin doğduğu şehir olan Humeyn’de sonradan müzeye çevrilen evini ateşe verdi.
Kum’da bir dini medrese yakıldı.
İran için en tehlikeli gösteriler ise Kürt ve Azerbaycan nüfusunun olduğu bölgelerde yaşanıyor. Çünkü burada etnik bir tansiyon da var.
Mahsa Amini Kürttü ve Kürt bölgelerinde gösteriler iki aydır kesintisiz sürüyor. İran, bu gösterilerin arkasında Kürt örgütlerin olduğunu iddia ediyor.
En son dün İran güçleri Erbil ve Süleymaniye’de, İran’da kaos çıkardıklarını iddia ettiği İran Kürdistan Demokrat Partisi (HDK-İ) ve İran Kürdistanı Devrimci Emekçiler Topluluğu’nun (Komele) kararg3ahlarını bir kez daha vurdu. Hattâ İran güçlerinin bu örgütlere karşı Erbil ve Süleymaniye’ye girebileceği bile konuşuluyor.
Bu arada ilginç bir şekilde, İran ile çok iyi ilişkileri olan PKK da İran’daki gösterilere destek açıklamaları yaptı, bu gösterileri övdü ve sahiplendi.
İran rejimi, özellikle Doğu Azerbaycan bölgesindeki gösterilerde Türkçü, Turancı motivasyonlar buluyor ve bölünme sendromu yaşıyor.
Türkiye’nin Irak’taki Kürtleri uzun yıllar ve Suriye’deki Kürtleri hâlâ kendi toprak bütünlüğü için tehlike olarak görmesiyle benzer, toplumsal karşılığı da olan endişeler bunlar.
Siyaseten de işlevi benzer.
İran, rejime karşı olan gösterileri, Kürt ve Azeri “bölücülüğü”ne bağlayıp, milli bir meseleye çevirerek bastırmaya çalışıyor.
Özellikle Azerbaycan ile Karabağ Savaşı sonrası gerilen ilişkiler ile işleyen bir beka kaygısı bu.
Türkiye’de pek yakından takip edilmese de, Azerbaycan ile İran arasında ilişkiler Karabağ Savaşı sonrası çok gergin.
Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’a Türkiye ve İsrail’in verdiği desteğe karşılık İran Ermenistan’a destek vermişti.
İran’ın korkuları; bölgede sınırların değişmesi, bunun büyük bir Azerbaycanlı nüfusun yaşadığı İran’ı tehdit etmesi, Türkiye nüfusunun artması, İsrail’in Kafkasya’ya gelmesi.
Endişelerin son günlerde somut bir konusu da var: Zengezur Koridoru
2020 yılındaki 2. Dağlık Karabağ Savaşı, Rusya’nın arabuluculuğunda imzalanan ateşkes ile bitmişti. Anlaşmanın 9. Maddesine göre Nahçıvan ile Azerbaycan arasında ulaşım yolları açılacak.
Bu ulaşım yolunun adı: “Zengezur Koridoru”
İran medyası bu koridora “Turan Koridoru” diyor.
Çünkü bu koridorla sadece Azerbaycan ile Nahçıvan birbirine bağlanmış olmayacak; Türkiye de Ermenistan’ı aradan çıkarıp, doğrudan Azerbaycan’a ve dolayısıyla diğer Türk cumhuriyetlere bağlanacak.
Bu, aynı zamanda İran’ın Avrupa’ya Türkiye harici açılan yolunun ve Ermenistan sınırının riske girmesi demek.
İran bu koridoru o kadar büyük bir tehlike olarak görüyor ki, geçen ay bu bölgedeki Aras nehrinde askeri tatbikat düzenledi; ardından İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, koridorun yakınlarındaki Ermenistan’ın Kapan şehrinde İran Başkonsolosluğu’nun açılışına katıldı.
İran’ı yakından izleyen İran Araştırmalar Merkezi’nin (İRAM) İran medyası taramasından okuyalım:
“Ülkenin en eski yerel gazetelerinden biri olan ve İran İslami Şûra Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf’a yakınlığıyla öne çıkan Horasan gazetesi: ‘Tahran’ın Sünik’ten Bakü’ye Manidar Mesajı‘
“Devrim Muhafızları Ordusuna (DMO) yakınlığıyla bilinen Cevan gazetesi: ‘Komşular Güç Tatbikatının Mesajını Aldı‘
”Tahran Belediyesinin uhdesinde yayımlanan Hemşehri gazetesi: ‘Güç Tatbikatının Dost ve Düşmana Mesajı‘
“Reformcu çizgide hareket eden İbtikar gazetesi: ‘İran’ın Güney Kafkasya’daki Stratejik Kırmızı Çizgisi: Bakü’nün, 44 gün süren 2020 Karabağ Savaşı’nda elde ettiği ilerleme nedeniyle yakın bir zamanda gerilimin tırmanacağı öngörülmüyordu; ancak beklenenin aksine İlham Aliyev, Türkiye’nin, İsrail’in ve belki de NATO’nun desteğiyle havada uçuşan bir oyuna başlamış görünüyor. Zengezur Koridoru, Turan Koridor” olarak telakki edilen tehlikeli bir bölgesel proje. Zengezur Koridoru, ister bölgedeki Türk cumhurbaşkanlarının emelleri, ister ABD ve siyonist rejimin İran’a baskı yapma planı, isterse de İpek Yolu’nu yeniden canlandırma kapsamında olsun; İran, bu sınır değişikliğine izin vermeyecektir.‘
“Eski Cumhurbaşkanı Ekber Haşimi Rafsancani’ye yakınlığıyla bilinen Arman-ı İmruz gazetesi: ‘Bakü, İran Karşıtı Komplonun Merkezi‘
Görüldüğü gibi sadece rejim yanlısı gazeteler değil, muhalif medya da bu beka kaygısını paylaşıyor.
Azerbaycan’ın dün Tel Aviv’de büyükelçilik açma kararı vermesi bu gerilimi artıracak.
Yani Azerbaycan meselesi İran’da “bayrak altında toplanma” etkisi gösteren işlevsel bir konu.
Nitekim İran rejimi de Şiraz’daki Şah Çerağ türbesine yönelik saldırıyı yapan saldırganın Tacik, emri verenin ise Azerbaycan uyruklu olduğunu açıklamıştı.
İran resmi ajansı IRNA’nın, İstihbarat Bakanlığının açıklamasına dayandırdığı haberine göre, “Azerbaycan’ın başkenti Bakü’den uçakla İran’a girdikten sonra terör örgütü DEAŞ’ın Afganistan’daki unsurlarıyla temasa geçen bir Azerbaycan uyruklu, saldırının ana koordinatörü”ydü.
Türbe saldırısı ile ilgili tutuklanan 26 kişi de “Tacikistan, Afganistan ve Azerbaycan uyruklu.”
Peki, bir IŞİD’linin Azerbaycan’da ne işi var?
İran rejim medyasına göre, onlar Karabağ Savaşı için Türkiye’nin Suriye’den Azerbaycan’a getirdiği savaşçılar.
İran’da faaliyet gösteren haber sitesi Eghtesad Salem’de çıkan bir makalenin başlığı şöyleydi: “MİT’in Şah Cerağ’daki terörist saldırıdaki rolü ne?”
Makalede 26 Ekim’de İran’ın Şiraz kentindeki Şah Cerağ Türbesi’ni basıp 15 Şii hacıyı katleden radikal İslamcı teröristlerin Türkiye ve Azerbaycan yardımıyla İran’a geldiği, MİT Başkanı Hakan Fidan’ın İran’ı hedef alan politikaları desteklemeye devam ettiği ileri sürülüyor; Türkiye sert bir dille eleştiriliyor. Makaleye göre, MİT bu teröristleri Karabağ’da savaşması için Suriye’den Azerbaycan’a götürdü.
Bu makalenin yayınlanmasından iki saat sonra Taksim’deki terör saldırısı meydana geldi.
Emniyet’in açıklamaları ve yakalanan bombacı kadının ifadesi, saldırının Suriye merkezli bir PKK saldırısı olduğunu söylüyor.
Saldırıda gözaltına alınan, saldırıya yardım eden neredeyse herkes Arap ve Suriyeli. YPG’nin SDG adı altında Arap savaşçıları var.
Ama bu saldırıda PKK network’unun değil, Suriyelilerin profesyonel kaçakçı network’unun kullanıldığı görülüyor.
Hattâ bombayı yerleştiren kadının yakalandığı Küçükçekmece’deki evde oturan Afrinli Kürt ailenin bile olan bitenden haberi olmadığı, kadını “yurtdışına gidecek bir Suriyeli” diye Arap komşularının getirdiği ortaya çıktı.
Kadının nereden geldiğiyle ilgili devletin açıklamalarında da bazı çelişkiler ortaya çıktı.
Önce saldırganın Afrin’den geldiği, talimatın Kobani’den verildiği söylendi, kadının ifadesinin ardından saldırganın Münbiç’ten geldiği açıklandı.
Kadının bomba yüklü çantayı İstiklâl’deki banka bırakıp bir ara makyaj malzemesi aldığı da görülüyor.
Bombalı eyleme kamuflaj pantalonla, askeri botla ve elinde bir gülle gelen kadın, sonra bombayı bırakıp İstiklâl’de kamujlaj pantolonla koşmaya başlıyor ve bir taksiye binip olay yerinden uzaklaşıyor. Birkaç saat sonra da kaçakçı network’unun kullandığı ağ deşifre ediliyor ve kadın yurtdışına çıkarılmak üzere getirildiği evde yakalanıyor.
Saldırıyı PKK yaptıysa bunu PKK adıyla değil, Suriyeli Araplar ve Türkiye’deki Suriyeli kaçakçı network’u üzerinden yaptığı anlaşılıyor.
Ama PKK da günlerdir saldırıyı kınayan açıklamalar yapıyor.
Önce PKK’ya bağlı Halk Savunma Merkezi adına yapılan açıklamada “Bu olayla ilişkimizin olmadığı, doğrudan sivilleri hedeflemeyeceğimizi ve sivilleri hedefleyen eylemleri kabul etmediğimizi halkımız ve demokratik kamuoyu yakından bilmektedir” denmişti.
Kızılay’da otobüs durağına bomba yüklü araçla saldırmış, tarihinde onlarca sivil katliamına imza atmış bir örgüt için, insanları aptal yerine koyan bir açıklamaydı bu.
Ama burada kalmadı. PKK’nın Kandil’deki yönetimini ifade eden KCK da bir açıklamayla saldırıyı kınadı:
“Bu saldırı sonucu yaşanan can kayıpları ve yaralanmalar bizi derinden üzmüştür. Hareketimiz ve halkımız adına üzüntünüzü paylaşıyor ve taziyelerimizi belirtiyoruz. Türkiye halkına ve yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı diliyor, yaralananlara da acil şifalar diliyoruz. Karanlık bir kisveye büründürülerek tertiplendiği ve Türkiye halklarının demokratik geleceğini hedeflediği açık olan bu saldırıyı şiddetle kınıyor ve lanetliyoruz.”
Sonra bir açıklama da PKK’nın kendilerince siyasi yapılanması olan Kongra-Gel’den geldi: “Taksim katliamını kınıyor, yaşamını yitirenlerin ailelerine baş sağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz.”
Ve saldırı talimatının verildiği söylenen PKK’nın Suriye kanadının liderlerinden Mazlum Abdi de Twitter hesabından saldırıyı kınadı.
Tabii ki bütün bunlar PKK gibi bir örgüt açısından hiçbirşeyin göstergesi değil.
Kasım ayı, 27 Kasım 1978’de Fis Köyü’nde kurulan PKK’nın 44. yıldönümü,. Zap’taki şiddetli çatışmalar sürüyor, PKK’nın yıllardır devletin giremediği alanlarına devlet giriyor, bu yüzden kimyasal silah kullanıldı iddiasıyla PKK Avrupa’da protestolar düzenliyor. Yani onların da bu yıldönümünde böyle bir güç gösterisi ve tehdit eylemi yapmaları için yeterli sebepler var.
Fakat bu kez bu inkar ısrarı, beş ayrı kanaldan yapılan açıklamalar şüphe uyandırıcı.
Peki bu ısrarlı inkarın sebebi ne olabilir?
İlk akla gelen ihtimaller ve sorular:
PKK sivillerin öldüğü, HDP’nin anında şiddetle kınadığı bu saldırının yükünü taşımamak için mi inkar ediyor?
Kızılay’da otobüs durağına bomba yüklü araçla yapılan saldırıya bile sahip çıkmış, kendisinin sahip çıkamadığı eylemleri TAK adıyla üstlenmiş bir örgüt PKK.
İstiklâl saldırısı PKK içindeki bir çatışmanın sonucu olabilir mi? Bu yüzden PKK bu iç çatışmanın görülmemesi için bu ısrarlı açıklamaları yapmış olabilir.
Yoksa bu saldırı PKK’nın Suriye’de SDG içindeki Arap militanları kullanılarak verilmiş bir istihbarat mesajı mı?
Bu ağı kullanabilecek İran bu işin içinde olabilir mi?
PKK ya da başka birileri; Suriyeli Arapların göstere göstere kullanıldığı bu saldırının amacı, Türkiye’deki mültecilere yönelik bir saldırı furyasını ve kaosu başlatmak mıydı?
Bu soruların hâlâ ikna edici bir cevabı yok.
Ama bu saldırının iktidar tarafından HDP ve muhalefete karşı kullanılmaması, hattâ Suriye bağlantısının bile fazla vurgulanmaması, Cumhurbaşkanının son uçak röportajında saldırıyla ilgili hiç konuşmaması, saldırıdaki Suriyeli Arap ağ üzerine muhalefetin mülteci karşıtlığı yapmaması bile dikkat çekici.
Belki de bu kafa karıştırıcı sorular yüzünden bu terör saldırısı amacına da ulaşamadı.