[1-2 Şubat 2023] Yukarıda solda, savaş yıllarının Ho Şi Min’i, Ho Amca’sı. Sağda, Saygon’un, resmî adıyla Ho Şi Min Kenti’nin bugünkü görüntüsü.
Bu mini-diziye, herhalde Türkiye’de benden başka pek az insanın ilgilendiği bir olayla başladım. Vietnam, bizim gençliğimizin, 1960’lı ve 70’li yılların dünyanın muhayyilesini tutuşturan, hayata anlam katan kahramanlık öyküsünden çok uzak. Asya’nın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri. Covid pandemisi yüzünden, 2020’de kendi ölçülerinde dibe vurdu. Dibe vurdu da ne oldu? Yıllık GSMH artışı yine yüzde 2.9’u buldu. 2021 hedefi ise yüzde 6.5 olarak saptandı. Bu başarının temelinde, aynen Çin’de Deng Şiaoping zamanından bu yana olduğu gibi, kapsamlı piyasa reformları yatıyor. Özel mülkiyet ve teşebbüs teşvik ediliyor. Anti-emperyalizm şöyle dursun; yabancı sermaye çekmek için mümkün olan her şey yapılıyor. Nitekim Vietnam, kendi mevcut sermaye stoku ve tasarruf oranının besleyemeyeceği büyüme hızlarına ulaşıyorsa, bunu uluslararası sermaye girişleri sayesinde yapabiliyor.
İşte bu ülkede, geçtiğimiz haftalarda Devlet Başkanı Phuc istifaya zorlandı, Parti Genel Sekreteri Trong tarafından. Olayın zeminini yolsuzlukla mücadele oluşturdu. Nguyen Phu Trong, tıpkı Çin’de Şi Cinping gibi, yıllardır yolsuzlukla mücadeleyi öne çıkarıyor ve çok sayıda kıdemli kadroyu bu gerekçeyle tasfiye ediyordu. Kollektif önderlik hiyerarşisinde ikinci sıradaki Devlet Başkanı Phuc’un kendisi, yolsuzlukla suçlanmadı. Ama kampanya, kendi yönettiği alandaki yüksek görevlilere uzandığı için iltisaklı sayıldı, düşürüldü ve emekli edildi. Bonapartizmin Şi Cinping varyantı, Çin’den sonra gelip Vietnam’da Nguyen Xuan Phuc’u vurdu.
Fakat nasıl, niçin mümkün olabiliyor bu? Yolsuzluk silâhını niçin daha çok sertlik yanlıları diye tarif ettiğimiz siyasî statükocular kullanıyor? Niçin asimetrik biçimde reformcuları vuruyor ve etkili oluyor? Bu konudaki ilk yazıma döneceğim (29 Ocak 2023); demokrasisiz yarı-kapitalizm, sürekli neo-Stalinistlerin, neo-Maocuların, neo-Le Duancıların ekmeğine yağ sürüyor. Piyasa ve demokrasi, modernitenin iki ayağı. İsterseniz modern kapitalizmin diyelim. Biri diğerini dengelemek için mevcut. Ve çok gerekli. Çünkü kapitalizmi yüzde yüz hukuk devleti sınırları içinde tutmak çok zor. Kâr hırsı, kazanma ve sermaye biriktirme çabası, her fırsatta yasa dışı yöntemlere, kanunsuz rekabete, rüşvete, yolsuzluğa yol açabiliyor. Son beş yüzyılın bütün kapitalizm tarihi, buna tanık. Yeryüzünde bunun olmadığı pek az örnek var. Belki, sosyal adaletçi refah devleti uygulamalarının yüksek veri oranlarından beslendiği, büyük ölçüde orta sınıflaşmış İskandinav ülkelerinin kültürlü, demokrat, hukuka riayetkâr kapitalizmleri ve burjuvazileri, bu açıdan parmakla gösterilebilir.
Esasen bu da kapitalizmin sosyalizmi doğuran kötülükleri arasında. Gelin görün ki, kapitalizmle olmadığı gibi, kapitalizmsiz de olmuyor. Piyasasız bir alternatif modernite denemesi olarak sosyalizm (Michael Cook böyle tarif ediyor; bkz A Brief History of the Human Race), eninde sonunda ekonomik verimsizlik duvarına tosluyor. Bu yüzden, tâ 1960’lardan beri, sosyalizmde reform arayışları baş gösteriyor. Kritik sorun fiyatlar ve piyasa. Oskar Lange ve Fred Taylor’ın daha 1920’ler ve 30’lardaki yazıları, sonra Lange-Lerner modeli, Dickinson, Branko Horvath, Yugoslav özyönetimcileri. Hepsi, katı devletçilik ve yukarıdan aşağı planlama yerine, çözümü “piyasa sosyalizmi”nde görüyor. Yani aslında hepsi mütereddit, ekonomik indirgemeci. sosyalizmin asıl siyasî boyutuyla, komünist tek parti diktatörlüğüyle ilgilenmiyorlar. Hiç girmiyorlar, bu çok tehlikeli alana. Bu kırmızı çizgiler içinde, devletçi bir kumanda ekonomisine biraz olsun rasyonellik kazandırmaya çalışıyorlar.
Burada çok ciddî bir sorun var. Lenin’in, Savaş Komünizmi’nin (1918-1921) başarısızlığı karşısında başvurduğu, Buharin’in kalıcılaştırmaya çalıştığı, Stalin’in ise Şi ve Trong benzeri gerekçelerle bitirdiği NEP’ten, Novaya Ekonomicheskaya Politika’dan, Yeni Ekonomik Politika’dan (1922-1928) bu yana hep varolan bir problem. Evet, piyasaya, özel mülkiyete, maddî özendiricilere, daha çok kazanmaya ve servet biriktirmeye böyle her açılış, ne kadar kısmî olursa olsun, asıl kapitalist ülkelerdeki ve kapitalizm tarihindeki bütün yolsuzluk sonuçlarını da beraberinde getiriyor. Hattâ partinin iktidar tekeli yüzünden, daha fazlasını ve daha kötüsünü beraberinde getiriyor. Çünkü yeni yeşeren bütün zenginler ve şirketler, 1920’lerin NEP-man’ları ve 1990’ların oligarkları, hep o tek partinin, komünist partisinin kadroları içinden torpil ve iltimas sağlayarak, himaye ve ayrıcalık bularak önlerini açmaya çalışıyor. Evet, yolsuzluk yaygınlaşıyor. Menecerler ve yetkililer, üstün siyasî konum ve yetkilerini kullanarak zenginleşiyor. Kaçınılmaz. Türkiye’nin de 1971 ve 1980 darbelerinin beşer kişilik Millî Güvenlik Kurullarıyla yaşadığı gibi, bunun zeminini, bir tarafta kalabalıklaşan bir çıkar çoğulluğu ile diğer yanda tekil ve çok dar bir iktidar merkezi arasındaki çelişki oluşturuyor.
Bu iş Batı’da olsa, bu noktada sistemin demokrasi ayağı devreye girer. Giriyor. Özgürlükler, hukuk, medya, kuvvetler ayrılığı, otonom denge ve denetleme mekanizmaları, şeffaflığa yol açıyor. Yolsuzluk olmuyor mu? Tabii oluyor. Ama açığa çıkarılıyor, teşhis ve teşhir ediliyor. Kamuoyuna maloluyor. Sosyalizmde, sosyalist-komünist tek parti rejimlerinde ise bu yok. Demokrasi en korkulan şey. Çünkü partinin iktidar tekeline son veriyor. Dolayısıyla Şeffaflık, hesap sorulabilirlik yok. Denetim, parti ve devlet aygıtı tarafından, kapalı kapılar ardında gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla denetimin denetimi söz konusu değil. Partinin iç polisinin denetimi söz konusu değil. Yolsuzluk silâhı öyle her kapanın da elinde kalmıyor; hep “emret komutanım”cıların, kendilerini memleketin ve iktidarın asıl sahibi görenlerin, komünist rejimin muhafazakâr bekçilerinin elinde kalıyor.
Zaman zaman böyle yolsuzlukla mücadele rüzgârları estiriliyor ve Prusyacı bu modelin embryonik “burjuvazi”si yeniden iğdiş ediliyor, potansiyel iktidarı iktidarsızlaştırılıyor. Parti kendi kendini muhteşem bir dağ zirvesinde izole ediliyor, her türlü dış etki karşısında korumaya alınıyor. Reformcuların kazanması çok zor, böyle mücadeleleri. Çünkü hep yarım kalıyorlar. Demokrasiyi savunmadıkça ve kazanmadıkça, hâkim ideolojik çerçeve hep onların aleyhine. Deng’in reformları da buraya takılıyor. Cao Ziyang’ların trajik öyküleri de burada sonlanıyor. Tiananmen’ler ve KHK’lar yaşanıyor. Devlet taze bir hırsla geri geliyor. Hu Cintao’ların, Nguyn Xuan Phuc’ların işi bitiriliyor. Açılımlar kapatılıyor. Yeni İttihatçılığın Çin-Vietnam, Şi-Trong versiyonu galebe çalıyor.