İzmir Büyükşehir Belediyesi, “İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi” adıyla bir dizi etkinlik gerçekleştiriyor. Her yanından iyilik, ümit fışkıran, iyiliğin ve ümidin biraz fazla fışkırdığı/fışkırtıldığı, buram buram plaza kokan bir şey gibi görünüyor. Ne kadar pozitif —olduğu varsayılan— kavram varsa “ama bu olmazsa eksik kalır” denmiş, bir yerinden eklemlenmiş. Bir yerine de sadakat eklemişler. Ve tuhaf bir tercihle, Sırrı Süreyya Önder’i de o başlık altında konuşmaya çağırmışlar. Önder de konuşmasının başlarında “bu bir şaka olmalı diye düşündüm” demiş.
Sahiden şaka gibi…
Önder, “gerçeklik dışında hiçbir şeye sadakat duymayan biriyim” demiş. Beni bilen bilir, gerçekliğe saygı hususunda fevkalade hassasım. Ama gerçekliğe sadakat mümkün mü, şüpheliyim. Önder’in ne kastettiğini anladığımı zannediyorum. Yine de gerçeklik dediğimiz şeyin vasıfları hakkında biraz tefekküre ihtiyacımız var gibi duruyor.
Mevzua, Önder’in konuşmasında sözünü ettiği Züğürt Ağa filmiyle yaklaşmaya çalışayım. Sonra da Cumhur İttifakı ile Yeniden Refah Partisi arasındaki cilveleşmeye bağlamaya çalışacağım. Züğürt Ağa filmini Önder’in özetlediği şekliyle, sadece toprağa ve üretim araçlarına değil, bir üretim aracı olarak insana da sahip olan bir ağaya sempati duymamızın tuhaflığıyla hatırlamak elbette mümkün. Ama meseleye bir perspektif olarak tarihi eklersek, bence ağa da, köylüler de ve ağaya sempati duyan bizler de haklılık kazanabiliriz.
İnsanlar var, babalarından, dedelerinden gördükleri “gerçeklik” var. O gerçekliğe sadık olacaklar… Sadakati çok önemsediklerinden değil, bilgi kaynakları dedeleri ve babaları olduğundan. Derken… Heyelan başlıyor. Gerçeklik kayıyor, topografya değişiyor. Eski harita geçerliliğini kaybetmiş, yenisi de henüz çizilmemiş. Benim hatırladığım kadarıyla ağanın trajedisi, sahip olduğu insanlara sahiplik taslamayı sürdürmeye çalışmasından, yani heyelan öncesini kıskançlıkla korumaya çalışmasından kaynaklanmıyor. Adama bir rol verilmiş, oynaması isteniyor —bizzat sahibi olduğu köylüler tarafından isteniyor. Rolünü oynayacak da, dekor o dekor değil. Kendisinden başka kimse tekste sadık değil.
Züğürt ağa bize sempatik geliyor, çünkü basit ve zararsız zaafları olan, basit ve iyi bir insan. Değişim herkesten önce onu ezip geçiyor. Şu son yaşadığımız depreme dair olduğu iddia edilen bir kısa video vardı, tam fayın üzerinde yer alan bir ağaç ortasından ikiye bölünmüş, iki yarısı birbirinden yedi, sekiz metre uzaklaşmış. Filmde de sosyal deprem, tam da züğürt ağayı ortadan ikiye bölüyor. Eski gerçekliğe bağlı kalmaya çalışsa, gücü ve imkânlar elvermiyor. Yeni gerçekliğe uymaya çalışsa, en başta köylüleri izin vermiyor.
Gibi…
Bir vakittir, dünyanın/gerçekliğin tepeden tırnağa değişiyor olmasının en belirgin göstergelerinden biri olarak kadının statüsündeki değişimi vurgulamaya çalışıyorum. Çok şey değişiyor ama kadının statüsündeki değişim, bir başına, çok tayin edici gibi görünüyor. Çünkü bir başına kalmıyor, diğer her şeyi de etkiliyor. Mevzu derin. En azından on bin yıllık bir statükodan söz ediyoruz. Ondan daha eski belki de biricik statüko, biyolojimizin bize dayattığı statüko ve o bile mevcut depremde ağır hasar aldı/alıyor. Kadının statüsündeki değişimle ne kadar alakalı, ne kadarı başka faktörlere bağlı bilmiyorum ama eş bulma ve çoğalma gibi biyolojik güdülerimizin dayattığı tercih ve davranışlarımız bile değişim baskısı altında.
Kadının statüsündeki değişime dair yazıp çizerken birkaç defa işaret ettim ki, erkekler, genel olarak, “zehirli erkeklik” filan gibi kavramlaştırmalarla kendilerine taarruz edilmesini hak etmiyorlar. Bugün yeryüzündeki erkeklerin hemen tamamı, bırakın dededen kalma alışkanlıkları, babalarından gördüklerini bile tatbik edemiyorlar. Bu ölçekte değişimlerin birkaç nesilde gerçekleşmesi başlı başına zor. O değişimin sancısız bir biçimde gerçekleşmesini beklemek, büsbütün saçmalık. Dolayısıyla suçlu bulup yargı dağıtılacak bir dönemde yaşamıyoruz. Hele ki erkeklik gibi genellemelerle yargı dağıtılması hiç sağlıklı değil.
Her değişim kendi reaksiyonunu tetikler. 1960lı yıllardan başlayarak kadının statüsündeki değişim ivmelendi. Kendi hesabıma gönül rahatlığıyla diyebilirim ki, iyi oldu, iyi oluyor. Bunu söylerken, bu değişimin “bütün” neticelerinin iyi olduğunu/olacağını düşünmüyorum. Erkeğe, kadına ve diğer bütün “şeylere” yüklediği/yükleyeceği bütün maliyetlere razı olarak destekliyorum mevcut değişimi. Ancak benim gibi olmayanlar var. Benim bütün sadakatimle bağlı olduğum biricik şey, benim gibi olanların ve olmayanların hepsi. Yani insanlar.
Neticede günümüzün erkekleri dedelerinden, babalarından gördükleri, öğrendikleri gibi yaşama şansına sahip değiller. Bilmedikleri denizlerde buldular kendilerini. Birçok toplumda “ama aileyi korumamız lazım” geyikleri, esasen, “yahu şu tekneyi bildiğimiz koylara park edelim, ben öldükten sonra ne haliniz varsa görün” temennisinden başka bir şey değil. Yani aile dendiğinde, hepimiz farkındayız ki, erkeklerin kadınlara tahakkümünü restore etme telaşı dile geliyor aslında.
Çok derinlerde bir deprem oluyor yani. İnsanlık tarihinin en büyük depremi… Bu şartlar altında Cumhur İttifakı ile Yeniden Refah Partisinin cilveleşmesi sürecinden geriye 6284 sayılı kanunun kalmasında anlaşılmaz bir şey yok. Özlem Zengin’in linç edilmesinde de anlaşılmaz bir şey yok. Anlaşılmaz olan şey, AKP’nin ne demeye bu işe giriştiği…
Memleket seküler/dindar, muhafazakâr/modern filan diye bölünüp duruyor. Sizi temin ederim ki, seküler/modern ailelerde de kadının statüsünün değişiminin yarattığı gerilim bir hayli yüksek. Hatta belki dindar/muhafazakâr ailelerdekilerden daha yüksek. Ancak o cenahın erkekleri, “vay Yeniden Refah bizim hakkımızı kolluyor” diye kanat değiştirecek değil. Eğer karşı tarafın başka ajandaları olmasa, “ailenin korunması” gibi bir motivasyonla pekâlâ yer değiştirebilirlerdi, ABD’de mesela Trump’ın arkasına geçebildiler. Ama Türkiye’de bu iş çok mümkün görünmüyor. Muhafazakâr mahalleden kadınlar ise, özellikle gençleri, kanat değiştirebilirler.
Zaten onlarca yıldır değiştiriyorlar.
Şu kalan iki ayda ne olur?
AKP’nin kendisini soktuğu kapandan hangi istikamete doğru çıkmaya çalışacağını tahmin etmek güç. “Erkekleri korumak Yeniden Refah’a kalsın, biz kadınların yanındayız” gibi bir istikamet seçerse, erkek tabanında ciddi bir erozyona maruz kalabilir. “Yeniden Refah kim oluyormuş, aile de —diğer bütün muhafazakâr değerler gibi— bizden sorulur” demeye kalkarlarsa, bugüne kadar AKP’yi sırtında taşımış olan kadınların desteğinde ciddi bir aşınma meydana gelir. Gidip de Kılıçdaroğlu’na oy vermezler herhalde ama zaten kaybetmiş oldukları coşkuyu telafi edemeyen AKP’nin işi zorlaşır.
Bütün bu söylediklerim kavramsal düzeyde geçerli elbette. Yoksa pratikte iki ayda çok ciddi kaymalar beklemek hayalcilik olur. İlaveten bu çatlağa bir kama sokup uygun bir biçimde kanırtacak bir muhalefet de yok.