Uzun süredir Katalan sorunu üzerine yazıyorum. Konu bir yerde uzmanlık alanıma girdiği, ayrıca bir dizi film gibi hızla gelişmiş olduğu için. Medyamızda bu konuda her zaman doğru veya yeterli haberler yayınlanıyor, yanlış ya da eksik değerlendirmeler yapılmıyor olsaydı sürekli bu sorun üzerine yazar mıydım bilmiyorum ama en azından yazılarıma ayrıntılı haber eklemek ve bir yerde haber analiz yapmak zorunda kalmazdım. 21 Aralık özerk parlamento seçimleri vesilesiyle ileride yeniden dönmek üzere bu konuya bugün ara veriyorum.
Aslında Katalan sorunu üzerine yazmamın bir nedeni de bölgemizde yaşadığımız benzeri bir sorundu. Irak Kürdistan Bölgesel Kürt Yönetimi’nin (IKBY) Irak anayasasına aykırı olduğu halde düzenlediği kendi geleceğini belirleme referandumuydu. Iraklı Kürtler ve Katalanların yasadışı referandumları birbirlerini tetikleme gücüne sahipti. Ülke anayasalarına aykırı olan bu referandumlardan birinin kabulü ve tek yanlı bağımsızlık ilanının tanınması sadece öteki bölge için değil, ayrıca dünyada benzeri talepleri olan tüm bölgeler için emsal oluşturacak, uluslararası hukukun devletlerin siyasi birlik ve toprak bütünlüğünü bölgelerin kendi kaderini belirleme hakkının önünde tutan ilke kararlarını ortadan kaldıracaktı.
Bugün belki ayrılıkçı Katalan siyasetçiler 21 Aralık erken seçimlerine giderken bağımsızlık iddialarını sürdürüyorlar ama İKBY’nin son dönemde geri adım attığı görülüyor. İspanya’dan farklı olarak terör örgütleri aracılığıyla silahların konuştuğu bölgemizdeki gelişmeler Türkiye için kuşkusuz çok daha önemli. Bu gelişmelerden birinin emperyalist ülkelerin kışkırtmasıyla Suudi Arabistan ile İran’ın sıcak bir savaşa sürüklenmeye çalışılması olduğu gözlemleniyor. Bu da bana BK’nın (Birleşik Krallık) I. Dünya Savaşı dönemindeki (1916-1922) Başbakanı David Lloyd George’un yumurta metaforunu anımsatıyor.
Yunan Büyük Ülküsü’ nün (Megáli Idéa) hayranı olan ve savaşta Yunanistan’ın Anadolu’yu işgal güçlerine körlemesine desteğiyle tanınan ve bu nedenle müttefikleri Fransa ve İtalya ile ters düşmüş olan Llyod George’un yumurta metaforu aslında düşmanları birbirine kırdırtma strajesini simgeliyor. Llyod George bu bağlamda, “elde iki yumurta varsa, bunları birbirine vurursunuz ya birisinin ya da ikisinin birden kırılmasını sağlarsınız” demişti. İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılmasının başbakanlığına mal olduğu Llyod George’un bileğini bükemediği Türkler ve Atatürk hakkında övgü dolu sözleri de var ama İngiliz liberal siyaset adamı aklıma hep yumurta metaforuyla geliyor.
BBC’nin Pazartesi günü geçtiği YPG’nin ana unsuru olduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) gizli bir anlaşmayla Daesh militanları ve ailelerinin Rakka’dan çıkışını sağladıklarına ilişkin haber, bu gizli anlaşmanın Pentagon tarafından doğrulanması ve saygıyla karşılanması Batı medyasında şok etkisi yaratmış durumda. 250’si savaşçı olduğu belirtilen 4000 Daesh’li ve aile bireylerinin 50 kamyon, 13 otobüs ve 100 arabayla, Amerikan uçaklarının gece attığı fişeklerle yolları da aydınlatılmak suretiyle güvenli biçimde terör örgütünün kontrolü altında bulunan başka bölgelere nakledilmesinin kabul edilebilir bir tarafı yok. Kentteki sivillerin can güvenliğini kan dökmeden sağlamak gibi insan zekasıyla adeta alay eden gerekçeye inanan da olmayacağına göre.
Bu haberi duyduğumda şaşırdığımı söyleyemem çünkü “Türkiye Daesh’e yardım ediyor” iddialarının doğru olamayacağını baştan beri yazıyordum. İlk başta bu iddiayı hem Rus, hem Amerikan güdümlü Batı medyası kullanıyordu. Ama bu iddiayı asıl ortaya atmış olanların SDG- Daesh gizli anlaşmasını bugün saygıyla karşılayanlar olduğuna Türkiye’de özellikle 15 Temmuz’dan bu yana inanmayan pek kimse kalmamıştı. BBC’nin şimdi ortaya çıkardığı gizli anlaşma, Daesh’in, yönetimine sözünü geçirdiği anlaşılan Amerikan derin devletinin bölgeye müdahale araçlarından biri olduğunu uluslararası alanda da kanıtlamış oldu.
Aslında Llyod George’un yumurta metaforunu hatırlamamın bir nedeni de ABD’nin Daesh’i, örneğin Lahey Adalet Divanı’nda mahkumiyetine yol açan Contras olayındaki gibi, yabancı ülkelere müdahale aracı olarak kullandığına inanmam. Llyod George için yumurta düşmanı simgeliyordu. Ama ya düşmanı değil de yabancı ülkelere müdahale araçlarınızı simgeliyor olsaydı, ne olurdu?
Bu sorunun yanıtı açık: yumurtaları gerçekte birbirine vurmaz ama vurur gibi yapardınız. İki yumurtanızdan birinin veya ikisinin birden kırılmaması için böyle yapmak zorunda kalırdınız. En azından yumurtalarınızla işiniz bitene kadar. İşte SDG-Daesh gizli anlaşması bu şemaya tamamen uyuyor. Aslında bir şeyi daha ortaya koyuyor. Rakka’dan güvenlik altında çıkarılan Daesh’in son kullanma tarihinin henüz dolmadığını ve olasılıkla başka coğrafi bölgelerde çok daha etkin biçimde boy göstereceğini.
Bu arada Daesh’in iki nedenle Batılı dost ülkelerde terör eylemlerine girişme olasılığı var. Birincisi bu ülkelerin vatandaşı oldukları için kendi ülkelerine dönecek olanların bulunması. Dönüşün Türkiye üzerinden olacağını iddia edenler de Fransız medyasına aksettiği gibi bunun bugün Türkiye-Suriye sınırının çok sıkı kontrol ediliyor olması nedeniyle imkânsız olduğunu öne sürenler de var. İkincisi ise, daha işi bitmediğine göre, Daesh’in dost ülkelerdeki terör eylemleriyle İslam’dan nefreti ve Batı kamuoyunun terörle mücadelede ABD ile birlikteliğini sağlama görevini sürdürmesi.
Yumurta metaforundan yola çıkılınca Amerikan derin devletinin elinde “neden sadece iki yumurta olsun?” sorusu da akla geliyor. Çok değil biraz düşününce FETÖ’nün de aslında devletin yönetimini içerden ele geçirmeye yarayan bir başka araç olduğu anlaşılıyor. Bu örnekleri, başka bir deyişle eldeki araçları çoğaltmak mümkün. Aslında burada düşünerek çoğalttığımız değil gerçekte var olan araçlar söz konusu. David Llyod George’un yumurta metaforunu yapmasından bu yana yüz yıl geçtiğine göre elde artık iki değil bir sepet yumurta olmalı.
David Bachard’ın önceki gün (15 Kasım) Middle East Eye’de yayımlanan makalesinin başlığında yönelttiği “ABD ile Türkiye arasında boşanma yakın mı? “sorusu ciddiyetini koruyor elbette. 15 Temmuz’dan bu yana konuyla ilgili yazılarımda artık Türk-Amerikan ilişkilerinin eskisi gibi olmayacağını vurguluyordum. Bunun adı “boşanma” mı olur bilmem ama sorun sadece iki ülke arasında da değil, çok daha derinlerde. 1945’de kurulmuş olan, ABD’nin siyasi, askeri, ekonomik, kültürel alanlardaki mutlak üstünlüğünü simgeleyen ve artık iflas ettiğine inandığım Pax Americana’nın bu anlayışla daha uzun süre devam etmesi bana hiç ama hiç mümkün gelmiyor.